‘Ne ki, yasalarla güvence altına alınmıştır, bu artık devlet politikasıdır’
Giriş
1979’da CEDAW Sözleşmesi ile başlayan toplumsal cinsiyet eşitliği projesi, henüz adını koymamış olsa da cinsiyetsizliğin, feminizmin, LGBT’nin, aileyi bitirmenin taşlarını döşüyordu. 26 yıl sonra İstanbul Sözleşmesi, Lanzarote Sözleşmesi ve bu çerçeve sözleşmelerin hükümlerinin yasalara işlenmiş olması, kimi kâğıt üzerinde feshedilmiş olsa da döşenen taşlar üzerinde yürüdüğümüz inkâr edilemez. Bu gerçekliği son yıllarda konuşmaya başlamış olsak da toplum genel itibariyle bu gerçeklerin farkında değil. Sadece başından geçen olaylarla arızi olarak bilinçlenmiş somut mağdur insan kitlesi var. O halde konuya tarihi süreçleri kısaca aktararak başlamak gerekir. Zira ‘ne ki, yasalarla güvence altına alınmıştır, bu artık devlet politikasıdır’. Yukarıda saydığımız sözleşmeler, kavramlar ve düzenlemeler, Türkiye Cumhuriyeti yasalarınca güvence altına alınmış olduğundan bunun bir devlet politikası olduğu da aşikardır. Bu anlamda bu düzenlemelerin ve devlet politikasının iyi incelenip anlaşılması gerekir. Aksi halde bugün ailenin dağılmasına karşı tedbirler alınmasına ilişkin en yukarıdan başlayan talepler ve bu taleplerin samimiyeti anlaşılamaz. Şu an devletçe dile getirilen ihtiyaç ve teklifler sadece sonuç kabilinden birer sentezdir. Analiz (bir konuyu (maddi veya düşünsel) temel parçalarına ayırarak, daha sonra parçaları ve aralarındaki ilişkileri tanımlayarak sonuca gitme yolu) yapılmadan sentez (birbiriyle ilgili fikir ve düşünceleri aralarında bir bağ kurarak bir bütün hâline getirme) yapılmasının, bu düzenlemelerin yapıldığı 1999 – 2021 aralığındaki mantıksızlıkla eşdeğer olduğu gerçeğiyle yüzleşmekteyiz. Nitekim kendilerini bireysel kimlik düzeyinde de olsa dindar olarak tanımlayan bir kadronun uzun süredir (23 yıl) yönetimde olduğu günümüz Türkiye’sinde, kadın ve aile politikaları feminist algının ağır bastığı bir bakışla yürütülüyor. Bunları sorgulamadan bir sonuca varmak mümkün değildir.
Tarihi Süreç
Türkiye, Osmanlı’dan beri yönünü Batı’ya çevirmiştir. Bu yüzden de medeniyet iddiasıyla batıdan gelen bütün tehlikelerle yüz yüze kalmıştır. Bu durum küresel aktörlerin daha yoğun çalışmalarıyla büyük bir risk unsuru taşımaktadır. Batı’da ne kadar ifsad projesi üretilmişse bunun ilk durağı Türkiye olmaktadır. Kanuni devrinde Fransa’da ortaya çıkan ‘dans’ adı altındaki ifsadı bir fermanıyla yasaklayıp erteletecek gücü yok artık Türk devletinin.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana bu ifsad projelerinin yansımaları olarak, Nüfus ve Aile Doğum Kontrolleri, 5 yıllık Kalkınma Planları vb. çalışmaların tahlili, başka bir makalenin konusu olmuştu.1 Burada CEDAW (Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi) ile başlayan süreci değerlendireceğiz.
İstanbul Sözleşmesinden 26 yıl önce CEDAW Sözleşmesi ile imzacı devletler:
“Her iki cinsten birinin aşağılığı veya üstünlüğü fikrine veya kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı önyargıların, geleneksel ve diğer bütün uygulamaların ortadan kaldırılmasını sağlamak amacıyla kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarını değiştirmek, kadın ve erkeğin rolleriyle ile ilgili kalıplaşmış kavramların eğitimin her şeklinde ve kademesinden kaldırılması ve bu amaca ulaşılması için eğitim birliğinin ve diğer eğitim şekillerinin teşvik edilmesi, özellikle ders kitaplarının ve okul programlarının yeniden gözden geçirilmesi ve eğitim ve metotlarının bu amaca göre düzenlenmesi”
ile yükümlü tutmuştur.2
2004 yılında 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda (TCK) yapılan değişiklikler ile; ırz, namus, ahlak, ayıp, edebe aykırı davranış gibi "erkek egemen" söylemler TCK'dan çıkarıldı. Bakire, bakire olmayan ayrımı, kadın-kız ayrımı kaldırıldı. Bu yasal(!) düzenlemelerde hem yeni Türk Medeni Kanun (TMK)unda hem de yeni TCK'daki değişikliklerde Türkiye'deki feminist ve LGBT derneklerin öncü bir rolü olmuştu. Türkiye'deki feminist aktivizmi konu alan ve Sosyoloji Araştırmaları dergisinde yayınlanan "3 makalede, 2005 yılında yürürlüğe giren yeni TCK'ya feminist hareketin 30 madde soktuğu belirtilmektedir.4
4 Temmuz 2006 yılında ise 2006/17 sayılı "Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler" başlıklı Başbakanlık Genelgesi Resmî Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.5 Genelge "toplumsal cinsiyet eşitliğini" merkeze alarak hazırlanmıştı.6
2007 yılında 3 yıl sürecek (2007-2010) Kadına Şiddet Ulusal Eylem Planı hazırlanıp uygulamaya konuldu. 2008'de 5 yıl sürecek "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı" hazırlanıp uygulandı. 2011'de İstanbul Sözleşmesi imzalandı ve hemen arkasından 2012'de "İstanbul Sözleşmesi esas alınarak" 6284 Sayılı Aileyi Koruma ve Kadına Şiddeti Önleme Kanunu çıkarıldı. 2012-2015 ve 2016-2020 yılları arasında ikinci ve üçüncü kez Kadına Şiddet Ulusal Eylem Planları hazırlanıp uygulandı. 2014-2018 yılları arasında ikinci kez Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı hazırlandı. 2018 yılında ise 2023'e kadar devam edecek olan üçüncü Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı uygulamaya konuldu.7
12. Kalkınma Programı (2023-2028) doğrultusunda, “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı (2024-2028)” hazırlanmıştır. Eylem Planı kapsamında aile kurumunun öneminin vurgulanması, aile içindeki birlik ve beraberliğin korunması, mevcut riskler karşısında ailenin topyekûn desteklenmesi amacıyla 2025 yılı, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından “Aile Yılı” olarak ilan edilmiştir. Yukarıdan itibaren sayılan düzenlemelerin, ailenin dağıtılmasına, nüfus yapısının Avrupa ortalamasının altına düşmesine sebep olmasıyla siyasi iktidar nispeten de olsa ayıkmış, ailenin korunması beka meselesi sayılmış ve gelecek endişesi dört bir yanı sarmıştır.
Sosyal hayatımızda, aile hayatımızda; kadınlık ve erkeklik algılarımızda köklü değişiklikler öngören bütün bu mevzuat değişimi kamunun farklı kesimlerinde tartışılmadan, "feminist perspektifle" ve “toplumsal cinsiyet kavramı temel alınarak” hazırlanıp uygulamaya konulmuştu. 2018 yılında Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un ETCEP ile ilgili açıklamalarına kadar da aile yapımızı ilgilendiren bu önemli gelişmeler neredeyse hiç tartışma konusu olmadı, olduysa da çok dar ve kısıtlı çevreler de tartışıldı.8 ME Bakanı Ziya Selçuk önce projenin 162 okulda uygulandığını söyledi, hemen ardından projenin sonlandırıldığı duyuruldu”9
2018 yılına kadar Türkiye'nin aile ve kadın politikalarının temelini oluşturan toplumsal cinsiyet eşitliği projesi geniş ölçekli olarak bir tartışmaya konu olmadı. Ama bugün artık toplumsal cinsiyet kavramı toplum tarafından bilinmekte ve uygulanan politikalar halkta ciddi rahatsızlıklar uyandırmaktadır. Kimi siyasetçiler, akademisyenler, düşünce adamları, STK temsilcileri konuyla yeterli düzeyde olmasa da ilgilenmeye başlamıştır. Nitekim 2021 yılında toplumsal cinsiyet eşitliğini dayatan İstanbul Sözleşmesi Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile 20 Mart 2021’de kâğıt üzerinde feshedilmiştir. Kâğıt üzerinde dememizin nedeni, bir çerçeve sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi’nin tüm hükümleri kanunlarda uygulamada iken söz konusu fesih sadece kâğıt üzerinde kalmaktadır.10
Uluslararası ve Ulusal İfsad Düzenlemeleri
CEDAW (1979. Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi). Türkiye Yürürlük Tarihi 1985)
CEDAW Madde 5/a; “Her iki cinsten birinin aşağılığı veya üstünlüğü fikrine veya kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı önyargıların, geleneksel ve diğer bütün uygulamaların kökünün kazınması/ortadan kaldırılmasını sağlamak amacıyla kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarını değiştirmek,”
Madde 10/c; “Kadın ve erkeğin rolleriyle ile ilgili kalıplaşmış kavramların eğitimin her şeklinde ve kademesinden kaldırılması ve bu amaca ulaşılması için eğitim birliğinin ve diğer eğitim şekillerinin teşvik edilmesi, özellikle ders kitaplarının ve okul programlarının yeniden gözden geçirilmesi ve eğitim ve metotlarının bu amaca göre düzenlenmesi” ile yükümlü tutmuştur.
İstanbul (Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi) Sözleşmesi
İstanbul Sözleşmesi Madde 12/1; Taraflar, kadın ve erkek için kalıp rollere dayanan önyargıları, örf ve âdetleri, gelenekleri ve tüm diğer uygulamaların kökünü kazımak/ortadan kaldırmak amacıyla kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli tedbirleri alır.
Madde.12/5; Taraflar, kültür, gelenek, görenek, din ya da “sözde namusun” işbu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için gerekçe oluşturmamasını sağlar”.
Sözleşmenin feshedilmesinden sonra bu hükümlerin yasal düzenlemelerden (TCK-TMK ve 6284 s. Kanun) de çıkarılmış olduğunu kim iddia edebilir.
Ayrıca, İstanbul Sözleşmesini kâğıt üzerinde fesheden devlet iradesi, İstanbul Sözleşmesi ile benzer hükümler taşıyan CEDAW’daki iradesinden dönmemiştir. Bu durum devlet aklı ve iradesinin bu sözleşmelerdeki ifsad hükümleriyle pek de ilgili olmadığını göstermektedir. Reel politik aşkına yapılan sözde fesih beyanlarının millet iradesi ile ilgisini kurabilmek gerçekten mümkün görülmüyor.
Üstelik başka bir facia hiç dokunulmadan sözleşmede ve yasalarda uygulamada iken:
Lanzarote (25 Ekim 2007. Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması) Sözleşmesi. Türkiye yürürlük tarihi: 10 Eylül 2011
Batı’nın ikiyüzlülüğü Lanzarote Sözleşmesinde de apaçık ortada iken, Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin Batı’lı düzenlemeler karşısındaki acziyeti/ezikliği de ortadadır. Batı, bir yandan çocukların cinsel sömürü ve istismara karşı korunmasını savunurken, diğer yandan çocukların rızaî cinsel birlikteliklerini, çocuk pornografisi üretmelerini, bulundurmalarını ve paylaşmalarını, bilgi ve iletişim yöntemleri ile çocuk pornografisi sitelerine ulaşım serbestisini, yetişkinlerin -kısaca cebri fiiller hariç- cinsel rıza yaşındaki çocuklara yönelik her türlü rızaî cinsel aktivitelerini gizli perdeler arkasında savunacak kadar ikiyüzlüdür.11
10 Eylül 2011 tarihinde 28050 Sayılı Resmî Gazete de yayımlanarak yürürlüğe giren Lanzarote Sözleşmesinde imzası olan yetkililer:
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan,
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin,
Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu,
Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış,
Adalet Bakanı Sadullah Ergin.
Sözleşmenin 18/2. Maddesinde tarafların her biri, çocukla hangi yaşın altında cinsel faaliyetlere girişilemeyeceğine karar verecektir. Türkiye’de cinsel rıza yaşı 18’dir. Bazı ülkelerde cinsel rıza yaş 13 yaşa kadar düşebilmektedir. Yani yasal yaşa/cinsel rıza yaşına ulaşmış ama hala çocuk olan bir bireyin cinsel ilişkide bulunabilmesine imkân tanıyan bir maddeden söz etmekteyiz.12
TCK m. 104/1
Reşit Olmayanla Cinsel İlişki Suçu TCK Madde 104
(1) Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, on beş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikâyet üzerine, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun mağdur ile arasında evlenme yasağı bulunan kişi tarafından işlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, on yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Suçun, evlat edineceği çocuğun evlat edinme öncesi bakımını üstlenen veya koruyucu aile ilişkisi çerçevesinde koruma, bakım ve gözetim yükümlülüğü bulunan kişi tarafından işlenmesi halinde şikâyet aranmaksızın ikinci fıkraya göre cezalandırılır.
Görüldüğü üzere, on beş yaşını doldurmuş ve on sekiz yaşından küçük olan iki çocuk arasında karşılıklı ve rızaya dayalı cinsel ilişkiyi yaptırım altına almayan bu madde, on beş yaşını doldurmuş ama on sekiz yaşından küçük bir çocuk ile karşılıklı rıza dahilinde on sekiz yaşından büyük bir yetişkin birey arasında yaşanan cinsel ilişki suçunu ‘şikâyet şartında da bağlayarak’ yaptırım altına almıştır.13
Çocuklarla yetişkin bireylerin cinsel ilişkide bulunmasının suç olması gerektiğini öngören Sözleşme, iki çocuğun karşılıklı ve birbirleri ile rızaî her türlü cinsel ilişki ve aktivitelerinin yasal yaptırıma bağlanması konusunu düzenleme amacı dışında tutmuştur. Ve dahi yetişkinlerle cinsel rıza yaşına ulaşmış çocuğun rızası dahilinde cinsel ilişkisini de düzenleme amacı dışında tutmuştur. Türkiye Cumhuriyeti de bu düzenlemeyi kabul ve onaylamış, TCK’nda da hüküm altına almıştır. Yani yasal erginliğe ulaşmamış ama cinsel rıza yaşına ulaşmış bir çocuk ile her türlü küçük-büyük bireyin cinsel ilişkide bulunması sözleşmeye göre serbesttir, Taraf Devletlere bu konuda saklı tutabilecekleri bir hak tanınmaktadır.
Sözleşmenin imzacısı ve onaycısı politikacılara bazı sorular elzem olmuştur:
- 25 Ekim 2007 tarihinden bu yana niçin bu mesele gündeme alınmadı?
- ‘Çocukların Cinsel Sömürü ve Cinsel İstismardan Korunması Terimler ve Kavramlar Kılavuzu’ Başlıklı 28 Ocak 2016 tarihli Lüksemburg Raporundaki endişe ve eleştiriler nasıl gözden kaçırıldı?
- Sözleşmedeki sorunlu hükümlere hatta Sözleşmenin tamamına ilişkin eleştirel bir bakış neden oluşturulmadı?
- Toplumumuz, Lanzarote Sözleşmesinin imza ve onay süreçlerinde neden bilgilendirilmedi?
- Çocuk Hakları mücadelesi veren STK’lar Sözleşme içeriği ve Raporda değinilen endişe ve uyarılar hakkında neden topluma bilgi vermedi?
- Devletin siyasal ve bürokrasi yetkililerinin skandal gaflet hatta ihanet niteliği taşıyan bu tür uluslararası düzenlemelerin her türlü olası etki ve uygulamalarının ortadan kaldırılması için gereken üst düzey performansı sergilemesinin gerekliliğini ne zaman anlayacağız?
- Ailenin dağılması ve benzeri, ülkenin beka meseleleri hakkında özeleştiri yapmadan bu sonuçların düzelebileceğine dair öngörü bırakın samimiyeti akıl ve mantık dışı değil midir? 14
Bu durumda yukarıdaki tespit ve hükmümüzü Lanzarote Sözleşmesi için de tekrar etsek abartılı bir duruma düşmeyiz:
İstanbul Sözleşmesini kâğıt üzerinde fesheden devlet iradesi, İstanbul Sözleşmesi ile benzer hükümler taşıyan Lanzarote Sözleşmesi’ndeki iradesinden dönmemiştir. Bu durum devlet aklı ve iradesinin bu sözleşmelerdeki ifsad hükümleriyle pek de ilgili olmadığını göstermektedir. Reel politik aşkına yapılan sözde fesih beyanlarının millet iradesi ile ilgisini kurabilmek gerçekten mümkün görülmüyor.
Beka Sorunumuz
Ne hikmettir ki, beka sorunumuz sadece doğurganlık hızımıza endekslendi. Tüm duyarlılıklar nüfusumuzun yaşlanması, genç nüfusun azalması üzerine ve bir beka sorunu olarak algılandı, algılattılırdı. TÜİK, Türkiye'deki doğurganlık hızı15 grafiğini paylaştı. Toplam doğurganlık hızı, 2001 yılında 2,38 çocuk iken 2014 yılından itibaren aralıksız düşüş eğilimine girerek 2024 yılında 1,48 çocuk olarak gerçekleşti.16
Meşhur sözdür, “Aydınlar sebepleri, sokaktaki insan sonuçları konuşur.” İlginçtir en tepeden aşağıya milletçe sonuçları konuşuyoruz. Daha doğrusu sonuçlara odaklandırılıyoruz. Beka sorunumuzu hazırlayan sebepleri konuşmamıza izin verilmiyor.
6284 sayılı Aileyi Koruma ve Kadına Şiddeti Önleme Kanunu17
Şu tespitler önem arzetmektedir:
“İnsan hakları açısından şiddette ayrım gözetilmemelidir. Kadın kadına veya erkek erkeğe partner yaşayanlar birbirlerinden şiddet nedeniyle şikayetçi olduklarında, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun güvencesinde olacaklar. Eşcinsel bir erkek, eşcinsel partneri, eşcinsel bir kadın, eşcinsel partneri hakkında şiddet atfı ile şikâyette bulunduğunda 6284 sayılı Kanun tedbirleri uygulanacak. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, bu güvenceler Ceza Kanunumuzda zaten vardır. Sözleşmede partner ilişkisi ve aralarındaki şiddet unsurunun ayrıca tadat edilmesi ve güvenceye alınması, partner ilişkisinin güvenceye alınmasıdır. Aynı zamanda teşvik anlamınadır. Öyle ya, homoseksüeller ve zinaya, fuhşa yatkın kimseler için bu Sözleşme can simidi olmuştur. Bu güvence İzmir’de iki homoseksüelin aile fertleri arasında –çocuklar da dâhil– aleni düğün18 yapmalarına da imkân tanımıştır. İstanbul Sözleşmesi bu güvenceyi vermektedir.19
Bir başka garabet, 6284 sayılı Kanun’un dayanak maddesinde (madde 1/a) dayanak yasal düzenleme olarak hala İstanbul Sözleşmesi görünüyor.
Ayrıca Kanun ve uygulamasında babalarla ilgili bir güvence de yok. Bir nevi, babalar aileden sayılmıyor:
“Baba, salt biyolojik bedendir. Ekonomik partnerdir. Ekonomiden ve biyolojiden öte bir değeri yoktur. Bu nedenle hem saygınlığını hem de anlamını kaybediyor. Saygın, tecrübeli, büyük, aileyi evirip çeviren ve sırtın dayanacağı bir çınar olmaktan çıkıyor. Post-modern sürgündür baba. Ailesinden sürgün, saygınlığından sürgün, büyüklüğünden sürgün. Şimdi babanın sürgün zamanları Türkiye’ye de uzandı. Türkiye’de de baba sürgündedir artık. Evinden atılandır. Ev, otoritesizdir, başsızdır. Bütün başların rahat girip çıkmasına açık hale gelmiştir. Artistler, patronlar, şarkıcılar… Çocuklarımız şimdi onların otoritesinde paramparça.”20
6284 Sayılı Kanun, temel bir kanun olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununa ve hukukun temel ilkelerine aykırılıklar içermektedir. Masumiyet karinesinin bir sonucu olan Ceza Muhakemesinin temel prensiplerinden en önemlisi “in dubio pro reo” yani “şüpheden sanık yararlanır”, (affirmanti incumbit probatio) ispat yükü, iddia eden üzerindedir. Suçta ve cezada kanunilik ilkeleriyle, adil ve doğru yargılanma hakkı, lekelenmeme hakkı karşısında 6284 sayılı Kanun’la getirilen düzenlemelerle bu temel haklar ihlal edilmektedir.
İnsanlık tarihinin, tüm semavi dinler ve beşerî sistemlerin belki de tek ortak evrensel ilkesi ibahadır. “Mecelle’de de Küllî Kaidelerden sayılan “aslolan ibahadır” yani “yasaklanmamış, mubah olandır” ilkesidir. Bir diğer deyişle aslolan masumiyettir, yani kanunlarımızda ifadesini bulan “suçsuzluk karinesi”dir. Bir kimse suçu ispat edilene kadar masumdur. Müddei iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Böylesine güçlü ve insanlığa mal olmuş evrensel bir karinenin görmezden gelmekten de öte, hukuka ihanet edercesine kanunlardan çıkarılması maalesef Türkiye’ye nasip olmuştur.
Hukuk tarihinde “DELİL VE BELGE ARANMAZ” şeklinde 6284 sayılı Kanundan başka hiçbir kanun metninde böyle bir hüküm mevcut değildir.21 Yerel Mahkemeler, tedbir talepleri üzerine delil ve belge aranmaksızın tedbir kararı vermektedirler. O kadar ki, evli bir adamla birlikte yaşadığını kabul eden bir sunucu, birlikte yaşadığı adamın nikâhlı eşine, birbirleri aleyhine sosyal medyada fake hesaplardan mesajlar yazılmasını gerekçe göstererek 6284 sayılı Kanun kapsamında koruma tedbiri olarak uzaklaştırma kararı aldırabiliyor.22
6284 sayılı Kanun’un hüküm ve uygulamalarına ilişkin kitap olabilecek kadar eleştiri yapmak mümkündür ancak bir makalenin sınırlarını aşmak da mümkün değil.
SONUÇ
En başta dediğimiz gibi, “ne ki, yasalarla güvence altına alınmıştır, bu artık devlet politikasıdır”. Aile için beka sorunu ve SOS çağrıları yapıldığı günümüzde devlet politikalarında esaslı bir değişiklik görülmüyor. Yasalarda küresel ifsad projelerinin yansıması düzenlemeler yerinde duruyor ve uygulanıyorken, bir başka deyişle devlet politikası olarak kabullenilip uygulanıyorken SOS çağrıları anlamsız kalıyor. Devlet politikası ailenin yıkımından yana düzenleme ve uygulamalar içerirken, samimi de olsa bu bilinçsiz çağrılar muhataplarını ikna etmemektedir. Nitekim nüfus doğum oranlarının sürekli düşmesi bu görüşümüzü doğrulamaktadır. Bu sonuçta ekonomik sıkıntıların ağırlığı inkâr edilememekle birlikte yukarıda değerlendirdiğimiz uluslararası ve ulusal düzenlemeler de önemli etkenlerdir. Basit bir örnekle 16 yaşında porno üretebilip her tür cinsel ilişkiyi rızası (!) dahilinde ve yasal (!) olarak gerçekleştirebilen birey, evliliği ve çocuk yapmayı düşünebilir mi? Bunca ekonomik zorluklar karşısında ve iş yoğunluğunda çalışan anneler çocuk sahibi olmak isterler mi? İsteseler de ne kadar mümkün olabilir? Çalışmayan anne devletten hiçbir yardım almıyorken veya çalışan annelerle eşit şartlarda değilken nasıl üç veya fazlası çocuk yapabilir? En küçük uyuşmazlık veya tartışmada evden konulma, uzaklaştırma kararı alınabilecek eş evlenmeyi ne kadar düşünebilir? Aile içi uyuşmazlıklarda arabuluculuk ve uzlaştırma yöntemlerinin yasaklandığı bir hukuksuzluk sisteminde hala evlenmeyi düşünenlere hatırı sayılır bir madalya yerine geçecek hukuki ve ekonomik güvenceler verilmeli değil mi? En önemlisi de evliliğin sorumluluğunu idrak edememiş bireylere hayat boyu birlikteliğin mahiyeti ve ülkenin doğurganlık oranında gelinen beka sorununu yeteri kadar anlatmadan nikah masasına oturtmak çok önem verdiğimiz(!) ailenin geleceğine bir katkı sağlayabilir mi? Şiddetin en önemli unsuru olan bağımlılıklar hakkında bilgilendirilmeyen toplumun bireyleri evlilik sorumluluğunu taşıyabilir mi? Bu düzenlemeler sağlıklı karşılıkları ile değiştirilmeden sağlıklı sonuçlar beklenmemelidir.
Tepeden aşağıya hala bir kurtuluş ümidi taşımaktayız. Aile birliği oluşturacak bireylerin “zorunlu, sertifikalı” şiddet, bağımlılıklar ve aile konusunda bilgilendirici eğitim kurslarından geçirilerek nikah masasına oturtulması projemizin arkasındayız.
Kendilerini bireysel kimlik düzeyinde de olsa dindar olarak tanımlayan bir kadronun uzun süredir (23 yıl) yönetimde olduğu günümüz Türkiye’sinde, kadın ve aile politikaları feminist algının ağır bastığı bir bakışla yürütülüyor. Bunları sorgulamadan bir sonuca varmak mümkün olmadığı gibi asıl beka sorunumuz, bu kısırlaştırıcı düzenlemeler ve karşılık bulmayan çağrılar olmaktadır.
Muharrem Balcı, 15 Mayıs 2025
----
1 Muharrem BALCI, “2025 Aile Yılı’nda Küresel İfsad Projelerine Bir Okuma”. Diyanet-Sen Kadın ve Toplum Dergisi, Sayı 2025.
2 CEDAW, Madde 5/a.
3 Hande Eslen ZİYA, Türk Ceza Kanunu Değişiminde Kadın Aktivistler: Bir Lobicilik Hikâyesi, https://dergipark.org.tr/tr/pub/sosars/issue/11399/136117
4 Mücahit GÜLTEKİN, İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN İNSANI VE AİLEYİ KORUMAK/Muharrem BALCI, Kitabına Önsöz’den.
5 https://vatandas.jandarma.gov.tr/KYSOP/uzaktan_egitim/Documents/Genelge.pdf
6 Mücahit GÜLTEKİN, a.g.m.
7 Mücahit GÜLTEKİN, a.g.m.
8 Mücahit GÜLTEKİN, a.g.m.
9 “Eğitim Sen’den Ziya Selçuk’a istifa çağrısı”, https://www.gazeteemek.net/egitim-senden-ziya-selcuka-istifa-cagrisi
10 Muharrem BALCI, İstanbul Sözleşmesi Feshedilse ne olur, edilmese ne olur?
https://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/tce/1102.pdf
11 Ebubekir Esad BAŞ, Lanzarote Sözleşmesinin Hukuki Tahlili,
https://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/tce/1074.pdf
12 Ebubekir Esad BAŞ, a.g.m.
13 Ebubekir Esad BAŞ, a.g.m.
14 Ebubekir Esad BAŞ, a.g.m.
15 Toplam doğurganlık hızı, bir kadının doğurgan olduğu dönem olan 15-49 yaş grubunda doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade etmektedir.
16 https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Dogum-Istatistikleri-2024-
17 Resmî Gazete Yayım tarihi 20/3/2012
18 İzmir’de Eşcinsel Düğün Merasimi, https://twitter.com/arabul_mesut/status/1185888114860052480?s=20
19 Muharrem BALCI, İNSANI VE AİLETİ İSTANBUL SÖZLEŞMSİNDEN KORUMAK, s. 83.
20 Ergün YILDIRIM, Babanın Ölümü: Evden Sürgün Yiyen Adam, http://www.haber7.com/yazarlar/ergun-yildirim/2941798-babanin-olumu-evden-surgun-yiyen-adam/?detay=1
21 6284 s. Kanun m. 8/3 (3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.
22 Ece Erken, Benan Mahmutyazcıoğlu hakkında uzaklaştırma kararı aldırdı,
"Online tetikçi pazarı oluştu"
05.09.2025
Papa, katil Herzog ile görüştü
05.09.2025
Mehmet Doğan ile Derkenar
17.08.2025
İKTİDAR VE SERVET YUSUF YAVUZYILMAZ 08.09.2025
Kaybetmek Yok Hep Kazan-Kazan FEYZULLAH AKDAĞ 09.09.2025
Harabe Binalar ve Virane Bağlar OSMAN KAYAER 11.09.2025
Umut; Varlıktan Bilgiye… ABDULAZİZ TANTİK 13.08.2025
Musa'nın Haykırışı KADİR ÇİÇEK 20.08.2025
Türk'üm Demek Ayıp Mı? YUSUF YAVUZYILMAZ 19.08.2025