metrika yandex
  • $41.53
  • 48.58
  • GA4970

Haberler / Yorum - Analiz

Kaderin Vapuru Necip Fazıl ve Abdülhakim Arvâsî Buluşmasının Psiko-Biyografik Tahlili / Hasan Karademir

09.09.2025

Türk irfanının en derunî ve çilekeş dehâlarından Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in hayatı, 1934 senesinde, sıradan bir vapur yolculuğunun perde arkasında tecelli eden bir iç devrimle paramparça oldu ve yeniden ihyâ edildi. Bu, salt bir dinî bağlanma değil; varlığın sırrına eren bir arayışın, psiko-biyografik bütün katmanlarıyla ele alınması gereken bir “kader buluşması”ydı. Onun Abdülhakim Arvâsî Hazretleri ile mülâkâtı, modern bir ruhun metafizik gerçeklikle nasıl buluştuğuna dair emsalsiz bir hikâyedir.

Bohemden Metafizik Çıkmaza: “Çile”nin Mayası

1934 öncesi “Kaldırımlar Şairi”, Paris’teki bohem hayatı, içki ve kumarın girdabında sürüklenen, derin bir ruhî boşlukta kıvranan bir entelektüeldi. Bahriye Mektebi’ndeki tasavvufa dair ilk okumaları (Semerâtü’l-Fuâd, Dîvân-ı Nakşî) metafizik bir merakın tohumlarını atmış olsa da, bu merak, onun içindeki uçurumu kapatmaya kâfi gelmemişti. Bu devrin şiirlerindeki varoluş sancısı, Kierkegaard'ın tanımladığı türden bir "kaygı" (angst) ve "umutsuzluk" (despair) halidir. "Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum; / Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum" mısraları, bu umutsuzluğun poetik ifadesidir. Burada "saat" metaforu, mekanik ve anlamsız bir ilerleyişi, yani içi boşaltılmış bir zamanı temsil eder. Şair, bu anlamsız akışın içinde donakalmış, pasifize olmuştur. "Gökyüzünden habersiz uçurtma" imgesi ise muazzam bir yabancılaşmayı resmeder: Uçurtma, metafizik bağlamdan (gökyüzü) kopmuş, sadece rüzgârın etkisiyle sürüklenen, yönünü ve anlamını yitirmiş bir varlığa dönüşmüştür. Bu, modern insanın trajedisidir; her şeye kadir olduğunu zanneden benlik (ego), nihayetinde kendi hudutlarına çarparak parçalanmaktadır. Bu haliyle Üstad Necip Fazıl, sadece kendi neslinin değil, modernleşme sürecindeki tüm bir aydın zümresinin kolektif ruh halinin de bir numunesi, bir "archetype"ıdır (Jung). Bu dönem, onun için bir "karanlık gece of the soul" (ruhun karanlık gecesi) evresidir; bir çöküş ki, ancak onun kadar derin bir çöküş, Arvâsî ile buluşmanın getireceği radikal dönüşüm için gerekli zeminî hazırlayacaktır.

Vapurdaki Yolcu ve “Büyük Temel Çivisi”: Ruhî Bir Kırılma Anı

Dönüm noktası, Beylerbeyi’ne giden bir vapurda, ona Abdülhakim Arvâsî’den bahseden isimsiz bir müridle yaptığı sohbet oldu. Bu an, hayatında mutlak bir “ruhî kırılma noktası”ydı. Ağa Camii’ndeki o ilk karşılaşma ise, bir tanışmanın ötesinde, bir teslim oluştu. Arvâsî’nin “yakıcı bakışları” karşısında adeta cezbe haline giren Üstad Necip Fazıl, o anı “Bana yakan gözlerle, bir kerecik baktınız; / Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız!” sözleriyle tasvir eder. Bu, Jungyen psikolojideki “bireyleşme” sürecine benzeyen bir dönüşümün başlangıcıydı. Rasyonalist zihni, Arvâsî’nin “Bu iş kitapla olmaz. Akılla da varılmaz. Hiç yemeğin lezzeti çatal bıçakla aranıp bulunabilir mi?” sözleri karşısında çözülmeye başladı. Bu, sadece bir reddiye değil, bilinenden bambaşka bir bilme ve var olma biçimine yapılan radikal bir davetti.

Benliğin Yeniden İnşası: “Ben Atıldım, Öz Ağzımdan Kafatasımı Kustum”

Üstad Necip Fazıl'ın Abdülhakim Arvâsî ile münasebeti, "mürşid-mürid" rabıtasının kemâl mertebesine bir numunedir. Bu, psikolojik bir bağlanmanın ötesinde, metafizik bir intisap ve "seyr ü sülûk" yolunda bir teslimiyettir. Kendini "gemide bir paspas" olarak tavsifi, "fenâ fi'ş-şeyh" makamının tezahürüdür; müridin, mürşidin varlığında benliğini eriterek Hakk'a vasıl olma yolundaki ilk temrinidir. Buradaki "paspas" metaforu, İbn Arabî'nin "fakr" (mutlak yoksunluk) mefhumuyla da örtüşür: Varlık iddiasından soyunmak, ancak bu suretle Hak'tan gayrı her şeyin istilâsından kurtulmak.

"O ve Ben"de geçen "Benlik dediğin, işte o, senin 'ben' dediğin şey… Onu at!.." hitabı, tasavvuftaki "tahliye" (nefsi boşaltma) safhasının ta kendisidir. Mürşid, müridine "ene"yi (benlik) atmasını emrederek, onu "kesret" (çokluk) dünyasından "vahdet" (birlik) âlemine çağırır. Üstad Necip Fazıl'ın "Ben atıldım; öz ağzımdan kafatasımı kustum" mukabelesi ise, bu tahliyenin şiddetini ve radikalliğini gösterir. "Kafatası", akıl ve madde ile tahdit edilmiş "kesif benlik"in bir remzidir. Onu kusmak, aklın hâkimiyetinden kurtulup "kalp" ile bilmenin ("marifet") yolunu açmaktır. Bu, "fenâ" halinin cismânî ifadesidir; nefsin ölümü ile hakikî hayata doğuş.

Arvâsî’nin “Nasip meselesi!” ısrarı, sûfîlerin "kader"e bakışını yansıtır. Nasip, ilâhî taksimâtın bir cilvesi olup, kulun çabası ("kesb") ile Hakk'ın takdirinin ("kazâ") buluştuğu noktadır. Bu, psikolojik bir "dışsal kontrol" meselesi değil, "tevhid" akîdesinin bir gereğidir: Kul, kesbden müstağnî olmadığı gibi, Hakk'ın taksimâtına da râzı olmalıdır. Üstad Necip Fazıl, "nasip" mefhumuyla, kendi aklının ve iradesinin sınırlarını idrak ederek "acz"ini itiraf etmiş, bu itiraf ise onu "hakikî hürriyet"e ulaştırmıştır. Zira sûfîlere göre, kulun kendi aczini bilmesi, Hakk'ın kudretini tanımasının ilk adımıdır.

Netice itibarıyla, Üstad Necip Fazıl'ın Arvâsî ile olan münasebeti, sûfî geleneğin kadim "seyr ü sülûk" yolculuğunun modern bir tezahürüdür. "Fenâ fi'ş-şeyh" ile başlayan bu yolculuk, "fenâ fillâh" ve nihayet "bekà billâh" ile kemâle erer. Bu, benliğin yok oluşu değil, Hak tecellîsinde aslî kimliğine kavuşması, "Öz"e dönüşüdür.

Sanatta ve Düşüncede Yeni Bir Dil: Büyük Doğu’nun Doğuşu

Üstad Necip Fazıl'ın Arvâsî ile tanışmasının tecellisi, yalnızca şahsî bir tekâmül değil, İslâmî bir mütefekkir olarak bütün bir düşünce ve sanat iklimini yeniden inşa etme hamlesidir. Bu dönüşüm, "Büyük Doğu Mecmuası"nı, bir "irfan ve direniş manifestosu" hâline getirmiştir. Onun sanatı, artık Batı'nın bireyci ve trajik varoluş sancısının bir ifadesi olmaktan çıkarak, "İslâm'ın estetik ve fikrî direniş zeminine" dönüşmüştür.

"Çile" şiiri, bu radikal dönüşümün poetik bir beyannâmesidir. "Ve uçtu, tepemden birden bire dam; / Gök devrildi künde üstüne künde..." mısraları, yalnızca kişisel bir çöküşü değil, modernizmin seküler "gök"ünün çöküşünü ve yeni bir "İslâmî ontolojik düzen"in zuhurunu müjdeleyen remizlerdir. Bu, İBDA zuhurunda sonradan “Kendinden zuhur memurluğu ve mecburluğu” olarak anlatılacak olan ve eski benlik ve onu kuşatan maddeci dünya yıkılırken, yerine "Hakk'ın nazarıyla" bakan bir şair ve mütefekkir doğmaktadır.

Büyük Doğu Mecmuası, bu doğuşun kurucu zeminidir. Üstad Necip Fazıl, Arvâsî'nin vefatından sonra dahi onun ruhaniyetini "her dem başucunda hissederek", bu mecrayı bir "fikir ve aksiyon ocağı"na dönüştürmüştür. Büyük Doğu, yalnızca bir dergi değil; "İslâm'ın emir subaylığı"nı üstlenmiş, modern dünyanın seküler tahakkümüne karşı "red ve teklif"i bir arada yürüten metafizik bir harekettir. Burada sanat, "hikmet"in; siyaset, "ahlak"ın; düşünce, "iman"ın hizmetindedir.

Üstad Necip Fazıl, burada "mücerret fikir istidatlı bir müslüman" olarak temayüz etmiştir. Onun mütefekkir kimliği, Batı'nın kuru rasyonalitesine ve Doğu'nun pasif mistisizmine karşı, "İslâm'ın özüne dönük, diriltici ve aksiyoner" bir düşünce tarzını temsil eder. Büyük Doğu, "imanı, aklı ve sanatı" aynı potada eriterek, modern Müslümanın idrakine hitap eden yeni bir "dil" ve "üslup" inşa etmiştir. Bu dil, hem akademik camiaya hem de sokaktaki adama hitap edebilecek derinlik ve sadeliktedir.

Netice itibarıyla, Büyük Doğu fikriyatı, Üstad Necip Fazıl'ın şahsında, bir mütefekkirin "dava adamı"na dönüşümünün abidevî bir örneğidir. O, yalnızca kendi "çile"sini değil, bir milletin "travma"sını da omuzlayarak, "İslâmî diriliş"in hem fikrî hem de estetik temellerini atmıştır. Büyük Doğu, onun için bir "fikir ve aksiyon mektebi"dir; bu mektepte yetişen her mütefekkir, "mücerret fikir" ile "İslâmî istikamet"i aynı potada eritmekle mükelleftir.

Netice: Varlık ve Anlam Yolculuğunda Bir Kılavuz

Üstad Necip Fazıl’ın hikâyesi, psikoloji ve maneviyatın kesişiminde anlam kazanır. Viktor Frankl’ın “anlam arayışı” teorisinin mükemmel bir örneğidir. Frankl’a göre insan, anlam uğruna bile ıstırap çekebilir; Üstad Necip Fazıl’ın çilesi, bu mânâyı bulduktan sonra daha da derinleşmiş, lâkin bir gaye kazanmıştır. Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin zirvesine koyduğu “kendini aşma” (self-transcendence) halidir yaşadığı. Bu buluşma, sadece bir şairin değil, bir neslin ruh haritasını değiştirmiş ve modern Türk düşüncesinde bir dönüm noktası olmuştur.

Üstad Necip Fazıl’ın, vefatından evvelki meşhur sözü, “Demek böyle ölünürmüş!”, nihai teslimiyetin ve eriştiği ruh olgunluğunun en yalın ifadesidir. Bu, ölüm korkusunun yenilgisidir; çünkü ölüm, artık yok oluş değil, asıl ve ebedi varlığa, “Bekà Billâh”a bir vasıta, bir “vesîle” olarak idrak edilmiştir.

Üstad Necip Fazıl’ın Abdülhakim Arvâsî ile olan yolculuğu, sadece geçmişe dair tarihi bir hatıra değil, anlam, kimlik ve varlık arayışındaki her modern insan için daimî surette canlı kalacak bir kılavuz, bir mir'ac haritasıdır. Bu harita, insanın önce kendi nefsinde, sonra tüm kâinatta Hakk’ın tecellilerini okuyabilmesi için bir yol işareti vazifesi görür.

Hasan Karademir

Yorum Ekle
Yorumlar (2)
Mehmet bety | 10.09.2025 05:23
Necip Fazıl hidayetinden evvelde içki kullanmamıştır
Nazım Erol | 09.09.2025 23:14
Güzel bir makale.Allsh razı olsun.