bir toplumun düğününe bak, cenazesine bak. bence o toplumun inanç dünyası, kadim kökleri, medeniyet kodları hakkında kalın ciltler dolusu söz söylemeden bize gerçeği gösterecek ipuçları verir.
işte bu yüzden düğün de, cenaze de sıradan bir mesele değil.
bunlar, bir toplumun inanç haritasını gösteren en canlı aynalardır.
ve bu aynaya baktığımızda gördüğümüz manzara şudur:
biz, hızlıca kendimize yabancılaşıyoruz.
çünkü düğün ve cenaze, bir toplumun hem sevinç anını hem de en ağır yasını nasıl yaşadığını ortaya koyan turnusoldur.
sevinci nasıl yaşadığına bak, hüznü nasıl taşıdığına bak.
işte orada görürüz inancın derinliğini, edebin zarafetini ya da yozlaşmanın, savrulmanın ne kadar ilerlediğini.
ve işin acısı şu ki, düğünlerimizdeki bu savrulma sadece bir ayrıntı değil. toplumun içinden geçtiği ruh hâlinin aynasıdır.
çünkü düğün, sadece iki gencin bir araya gelişi değildir; iki ailenin, iki soyun, hatta iki dünyanın birleşmesidir.
orada sergilenen tavır, aslında bir medeniyetin aynadaki yansımasıdır...
hayır hayır, ben dindarlık iddiası olmayan sıradan,
akıntıya kapılmış kalabalıkların düğün merasimlerinden bahsetmiyorum.
benim dikkat çektiğim ve üzülerek söylemeliyim ki,
bir zamanlar islâm’a dair hassasiyetleriyle anılan, evladını kur’an mekteplerinde yetiştiren,
“islâmî camia” diye andığımız ailelerin düğünlerine bakıyorum;
gördüğüm manzara içimi burkuyor.
son yıllarda düğünlerimiz bize çok şey söylüyor… hem de acı acı söylüyor.
bir zamanlar, baba ocağı evden gelinlikle çıkarken evladının veya eşinin mahremiyetini korumak için etrafına battaniye gerilen, edep ile salavat ile yol alan ailelerin çocukları,
bugün düğün salonlarında gürültülü, zamanın moda müzikleri eşliğinde, çoğu kez ölçüsüz, alkışlar arasında erkek kadın karışık ortamlarda
seküler dünyanın yaptığı benzer ritüellerle evleniyorlar.
damadın boynunda papyon, gelinin en gösterişli, çok özel, sadece müstakbel eşine özel olan gelinlik içinde meydanda, sahnenin ortasında bir gösteri ortasında…
ve biz, bu manzaraya bakıp hâlâ kendi kendimizi avutuyoruz:
“gençler işte… ne yapalım, bu çağ böyle… din elden gitmez…”
din elden gitmez, doğru. ama giden bir şey var: hassasiyet.
kaybolan bir şey var: dindarlığın vakarı, edebi, sükûtu.
insanın en mutlu anı da en hüzünlü anı da aslında bir imtihandır. ve imtihan, bazen sevinçle gelir, bazen hüzünle.
ben düğünlerin müslümanların eğlenmesi, sevinç duyması, göz aydınlığı olacak gençleri evlendirmeleri esnasında eğlence yapmasın demiyorum ki...
tam aksine düğün yeri eğlence yeridir. erkek kadın ayrı ortamlarda kendi örfü neyse öylece eğlenmesi yakışık olandır.
ama ah! şimdi diyorum ki dostum:
biz hangi ara kaybettik bu dinginliği?
hangi ara “benim çocuğumun düğünü de onlarınkine benzesin” psikolojisine teslim olduk?
hangi ara mahremiyetin kıymetini, edebin zarafetini bu kadar ucuzladık?
daha kötüsü, dindar bir ailenin çocuğu ebeveyne rağmen
nasıl uyduruk düğün programlarını kendine yakışır kabul eder?
hiç mi düşünmez bu gençler?
dindarlığı hayatın merkezine koymuş baba, annesi
böylesi bir taşkınlıktan sıkılır, üzülür, hatta yıkılır? bilmez mi bu gençler?
oysa bizim medeniyetimizde düğün dua idi, zikirdi.
damat evine gelirken semaya dua yükselir, tekbirler getirilir; “ya rabbi, bu yuvayı kur’an ile, iman ile mamur eyle” diye aminler yankılanırdı.
“din elden gitmez” diyoruz. elbette gitmez. ama şunu bilelim ki, dinin hayata taşındığı zemin kayarsa, dindarlık algısı erozyona uğrarsa, geriye sadece isim kalır, ruh kaybolur.
hatırlayalım, aziz kur’an’ın ifadesiyle:
“onlar ki dini oyun ve eğlence edindiler…” (a’râf, 51)
şimdi bir çıkış arayacaksak,
önce şu gerçeği kabul etmeliyiz:
toplumsal dejenerasyonun ilk adımı, küçük tavizlerle başlar.
düğünde verilen küçük bir taviz, nesillerin kültürel kodlarını değiştirir. sonra o kodlar, başka bir kuşağın zihinlerinde “normal”leşir. böyle böyle, yavaş yavaş, usul usul özümüzden uzaklaşırız.
işte biz, dini değilse bile dini yaşamanın edebini oyun ve eğlenceye kurban ediyoruz.
çünkü modern hayatın “eğlen ya da yok ol” baskısı, zihinlerimizi teslim aldı. oysa eğlenmek haram değildir; haram olan ölçüyü kaybetmektir.
şimdi taziyeler bile bir çeşit sosyal etkinlik. kalabalıklar, telefonlar, kameralar… ölümün bile sükûtu kayboldu.
ökkeş yani diyorsun ki:
biz bir şeyleri unuttuk. ölümü unuttuk. ölümle yüzleşmeyi, ölümü tefekkür etmeyi, ölüm üzerinden hayatı anlamayı unuttuk.
düğün de imtihandır, cenaze de.
biz ise bu imtihanın dilini unuttuk.
dedi ve sustu.
paylaşmaya değer gördüğünüz yazılarımın dilediği kısmı dahil dostlarınıza ikrama açıktır.
bir gönle daha temas etmek iyidir. valla!
"Online tetikçi pazarı oluştu"
05.09.2025
Papa, katil Herzog ile görüştü
05.09.2025
Mehmet Doğan ile Derkenar
17.08.2025
İKTİDAR VE SERVET YUSUF YAVUZYILMAZ 08.09.2025
Kaybetmek Yok Hep Kazan-Kazan FEYZULLAH AKDAĞ 09.09.2025
Harabe Binalar ve Virane Bağlar OSMAN KAYAER 11.09.2025
Umut; Varlıktan Bilgiye… ABDULAZİZ TANTİK 13.08.2025
Musa'nın Haykırışı KADİR ÇİÇEK 20.08.2025
Türk'üm Demek Ayıp Mı? YUSUF YAVUZYILMAZ 19.08.2025