New York'ta bu yılki BM Genel Kurulu geçmiş yıllara nazaran oldukça renkli, hareketli ve bir o kadar da önemli olaylara sahne oldu. Genel Kurul Gündemine de, bu vesileyle orada bulunan devlet adamlarının etkinliklerine Filistin ve Gazze damgasını vurmuş oldu. Genel Kurul’da Gazze ile ilgili özel oturum bütün dünyaya bir İsrail meselesini enine boyuna bütün tarihiyle, günümüzle ve sorunun bütün kökenleriyle anlatmaya vesile oldu.
İsrail işgal devleti kuruldu kurulalı bu kadar çok eleştiriye maruz kalmadı, işgal ve yayılma politikalarındaki saldırganlık, gasp ve ihlaller hiç bu kadar gündem olmadı. Sonraki günlerde, oturum dışı bütün etkinliklerde de yine Gazze gündemiyle biraraya gelen devlet adamları Filistin davası konusunda yepyeni bir havayı teneffüs etmiş oldular. 150’nin üstünde devlet Filistin devletini tanıdığını ilan etti.
Bu ilanlarının gerekçeleri başlı başına İsrail’e yönelik suçlamalar, Filistin davasının ise haklılığının geç de olsa teslim edilmesiyle ilgili haklılık argümanlarını ifade ediyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 8 İslam ülkesinin liderleriyle birlikte Trump’la yaptıkları toplantının da tek gündemi Gazze idi. Endonezya, Pakistan, Katar, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’nin liderleri veya Dışişleri Bakanları ilk defa bu tarz bir girişimle Gazze’deki İsrail saldırganlığını durdurmak için bir ABD başkanıyla bir araya gelmiş oldular.
Görüşmenin çok etkili ve faydalı olduğu anlaşılıyor. Bu görüşme için uzun süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir hazırlık içinde olduğu biliniyordu. Bilahare Washington DC’de Trump’la yapılan toplantıdan hemen sonra Trump Netanyahu’ya hitaben “Yeter artık, dur” diye seslendi ve bir soru üzerine İsrail’in şu anda tam gaz çalıştığı “Batı Şeria’nın ilhakına izin vermeyeceğini duyurdu.
Trump bu, söylediğini yapar mı, yapabilir mi, Netanyahu’nun “itaatsizliği” karşısında durumu öngörüp bir tedbir alır mı? Bilinemez. Ama buraya kadarki bütün bu gelişmelerin ara toplamına baktığımızda Filistin Davasının bugün bütün dünyanın tanıdığı, bildiği ve hak verdiği bir dava haline gelmiş olduğunu görüyoruz. Bu yılki BM Genel Kurul toplantısı bu süreçte bir dönüm noktası olarak öne çıkmıştır.
Peki bütün bunlar neyin eseri? Hiç kuşkusuz 7 Ekim 2023 tarihinde harekete geçen Aksa Tufanı’nın etkileri bunlar. Gazze’de büyük kayıplar oldu, oluyor. Soykırımcı İsrail barbarlığı onbinlerce çocuğu daha hayatının başında hunharca katletti, katletmeye devam ediyor. İki yıldır bomba yağdırmadığı gün, saat olmaksızın Gazze’yi insanlığın bütün ayarlarının test edildiği bir alan haline getirdi. Gazze’ye karşı bütün barbarlığıyla harekete geçen soykırımcı güç bu vesileyle bütün insanlık için bir tehlike oluşturduğunu herkese gösterdi.
Lübnan, İran, Suriye, Yemen, Tunus, Katar, derken artık telaffuz etmekten çekinmediği arz-u mevud hedefleriyle bölgedeki bütün ülkelere bir tehdidi iyice yakınlaştırdı. Bu tehdide karşı ise fiilen karşı koyan Hamas’tan başka bir silahlı güç yok. Bu demokratik, modern ve “normal” görünümlü ülkenin altında tam bir barbar canavarın yattığını dünyaya gösteren ve bütün dünyayı bu tehdide karşı uyaran, uyandıran da Hamas oldu. Hamas verdiği onurlu savaşla sadece kendi savaşını vermiyor, bütün insanlığı, dünyayı esir almış bu tehdide karşı uyarıyor, uyandırıyor.
Hal böyle iken tam da bu uyarıların neticesinde Filistin’i tanımak üzere bugünlerde oluşmakta olan emsalsiz katılımın sergilediği bir şuursuzluk da bu tanımanın nasıl bir aldanış veya aldatışı beraberinde getirdiğine dair kaygıları da uyandırıyor. Bu insanlık düşmanı katiller sürüsüne karşı bütün insanlar ve ülkeler elleri kolları bağlı dururken bir tek Hamas Gazze halkını koruyor, bir tek Hamas fiilen karşı duruyor. Ama Filistin devletini tanıyacaklarını bugün lütfen ilan edenler bu tanımayı Hamas’ın dışlanması şartına da bağlıyor.
Sahada İsrail tanıyacakları bir devlet için en temel iki şartı yok ediyor: İnsanları katlediyor veya sürüyor ve toprağı ele geçiriyor. Bugün Filistin’i tanıyanlar topraksız ve halksız bir devleti tanımış oluyorlar. İsrail bırakın Gazze’yi Batı Şeria’yı ilhak etme planını hızla devreye sokarken, tanınacak bir Filistin devletini fiilen kadük hale getirmeyi hedeflemiş oluyor.
Tanınmakta olan devletin bugün fiilen başkanı olan Mahmut Abbas’ın BM’de yaptığı konuşmada 7 Ekim’i kınaması ve Hamas’ı silahlarını kendilerine teslim etmeye çağırması ise tam bir kara mizah örneği. Filistin davasının bugün bu kadar büyük bir prestij kazanmış olması Hamas’ın iki yıldır verdiği şanlı mücadele sayesinde. İngiltere, Fransa, Kanada ve birçok Avrupa ülkesi bugün Filistin devletini tanıma noktasına geldilerse bu, Hamas’ın fiilen ortaya koyduğu mücadele sayesinde oluyor. Onların Hamas’ı dışlamayı düşünmesi hadi normal diyelim de, Mahmud Abbas’ın Hamas’a yaptığı çağrı haddinden fazla gülünç olduğu gibi Filistin davasını temsil meşruiyetini de tamamen yok ediyor.
Maalesef İslam ülkelerinin önemli bir kısmı da aynı noktada. Hepsinin gerekçeleri malum. Bugün birçoğu Hamas’a İsrail’den farklı bir gözle bakmıyor. Hatta el altından İsrail’in Hamas’ı yok etmesini dört gözle bekliyorlar ve bu yüzden Siyonist gücün başarısızlığı bunlar için tam bir hayal kırıklığı etkisi yapıyor.
Filistin devletinin tanınmasını Hamas’ın dışlanması şartına bağlamanın esasen hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Hamas kimsenin Filistin’den koparıp dışlayabileceği bir örgüt, bir aparat, bir organ değil, bizatihi Filistin’dir. Öyle olmasaydı, Filistin davası Abbas gibilere kalmış olsaydı zaten çoktan bitmiş olurdu.
Hamas için en iyi tabir, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği ve herkesin gözüne sokulması gereken gerçektir: O kendi vatanını işgalci gasıplara karşı savunan bir Kuva-yı milliye hareketidir. Meşruiyeti de, organik varlığı da bundan ileri gelir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Gazze çağrısı
29.08.2025
ÇARE ARAMALIYIZ! ORHAN GÖKTAŞ 28.08.2025
Terörsüz Türkiye Terörsüz Ortadoğu AHMET GÜRBÜZ 31.08.2025
KONYA OLAYI VE AYRIMCILIK YUSUF YAVUZYILMAZ 31.08.2025