metrika yandex
  • $41.53
  • 48.58
  • GA4970

Haberler / Yazı Dizisi

İrfandan Damlalar 28 - Türk Musikisinin Şahikası / Ahmet Hakan ÇAKICI

21.08.2025

Nefes nefese kapıdan içeri adımımızı atarken İsra Suresinin ilk Ayeti1 okunmaya başlamıştı bile.

Daha birkaç sene evvel uyandırılan Bursa Mevlevihanesinin iki katı da tıklım tıklım dolmuş, gözler pür dikkat mi'râc-hanların üzerinde toplanmıştı. Arka taraflarda bir yer bulup halının üzerine bağdaş kurup oturduğumuzda mi'râc-hanlar;

Evvel Allah âdını yâd eyleriz
Dil dil olmuş kalbi dil-şâd eyleriz ‘
diyerek Miraciyenin ilk beytini okumaya başlamışlardı bile.

Ahmet Hakan Çakıcı

Mi’raciyye

Hazreti Peygamberin Mi’raç hadisesini konu edinen Mi’raciyeler, 1925 tarihine yani tekkelerin kapatılma hadisesine kadar Osmanlı coğrafyasının pek çok yerinde okutulurmuş. Cumhuriyetin ilk yöneticilerinin okunmasına müsaade ettiği tek dini eser olması sebebi ile dini musikimizin sığınmış olduğu Mevlid-i Şerif'in haricindeki tüm eserler gibi2, Mi’raciyeler de (Diyanet Yetkilerinin haricinde okuması yasaklanmıştı3) gaybıyete mahkûm edilmiş ve unutulmaya yüz tutmuşlardır.

Hâlbuki Türk dinî mûsikisinde mi‘rac ilâhileri ayrı bir grup oluşturacak kadar zengindir. Mi‘râciyye okumak özel bir tavır kabul edildiğinden mi‘rachanlık da kendine has özel ve önemli bir tavır olarak gelişmiştir.

Öyle ki, Beyefendi bu eseri tanımlarken, “O kadar büyük bir zenginliğe sahiptir ki, o dönemlerde bir kişinin musiki bilgisini Miraciyye meşk ettiniz mi? diye sorarak tartarlarmış. Onu meşk eden, hazmedip icra edebilen kimse musikimize vukufiyet kesbetmiş kabul edilirmiş. Hatta İstanbul kiliselerinde zevklerini yükseltmek için papazlara dahi talim ettirildiğini işitmiştim.4” Der. 

Tekkelerin kapatılmasından sonra bilinen ilk mi’raciyye okumasının 12 Mayıs 1951’de Aziz Mahmud Hüdâyî Âsitânesi’nde İsmail Gavsi Erkmenkul, Hopçuzâde Mehmet Şakir Çetiner, Hâfız Hasan Hilmi Başaranel ve arkadaşları tarafından icra edildiği kaydedilmiştir.

Aynı heyette yer alan son mi‘râc-han Şakir Çetiner Bey ve arkadaşları Miraç Kandili günlerinde mümkün olduğunca düzenli olarak İstanbul’da Sünbül Efendi ve Tophane Kādirîhâne Camii’nde, Bursa’da İbrâhim Paşa Camii’nde icra ederek mi‘râciyye okuma geleneğini 1980’lere kadar getirebilmişlerdir. Yazılmış pek çok Miracname içinde icra ettikleri genelde Miracnamelerin en meşhuru ve ‘şah’ eseri olarak kabul edilen İstanbul Galata Kuledibi Mevlevihanesi’nin şeyh efendilerinden Kutbü’n-nayi (Neyzenlerin kutbu ) unvanına layık görülen5 Nâyî Osman Dede’nin eseridir.

Dedenin Mi’raciyye’yi, Şeyh Mehmed Nasûhî Efendi’nin ricası üzerine Üsküdar Doğancılar’daki tekkede okunması için insanı hayrete düşürebilecek kadar kısa bir sürede kaleme aldığı rivayet edilir.

Prof. Süleyman Erguner Bey’in, “Dünyada ikinci bir örneği yok” dediği, Türk musikisinin şahikası” olarak tanımladığı6 bu eser, yedi bahri (bölümü) yedi farklı makamda (Segâh, müstear, dügâh, nevâ, sabâ, hüseynî, nîşâbur) bestelenmiştir.

1888 yılından itibaren Safiye Hanımın vakfiye etmesi ile her sene Bursa Mahkeme Hamamı Camii’nde de (İbrahim Paşa Camii) irad olunmaya başlanan Mi’raciyyenin, -Vakfiyenin senedi gereği- eserde geçen Hz Paygamber’e Miraç’ta süt verildiği rivayetini konu edinen

Ahmet Hakan Çakıcı
Bir tabakla geldi üç kâse anâ
Biri hamr ü biri süt birisi mâ

Didi Cibrîl 'Eyle birin ihtiyâr
Böyledir emr-i Hüda ey bahtiyâr'

Hikmeten ol sûret ü ma'nâ-hüner
Nûş edip süt, kılmadı hamre nazar

Hamd edip Cibrîl didi "Ey azîz
Hamdülillâh eyledin kârın temiz

Hamri nûş etseydin ey hikmet-güzîn
Cümle fâsık olur idi mü'minîn

beyitlerinin okunması esnasında misafirlere süt dağıtımı yapılması gerekirmiş. Tekkelerin kapatılıp Vakıf Mallarına el konulması ile bu gelenek de unutulup gitmiş.

Ahme Hakan Çakıcı

1958-60’lar gibi Beyefendinin özellikle amcası Ziya Eşrefoğlu Bey ve ahbapları İstanbul’dan Bursa’daki dergâha gelerek Miraç gecesinin sene-i devriyelerinde bu geleneği ihya etmek istemişler.

Erken yaşlarında bu meclislerin içinde yer alan Safiyüddin Erhan Bey’de amcasının ve arkadaşlarının uyandırdığı Miraciye okuma geleneğini devam ettirmek ve Safiyye hanımın vasiyetini ihya etmek için birkaç gönüldaşı ile harekete geçmiş. O meclislerden elinde bulunan 1700'lü yıllardan bugünlere ulaşan üslubun son icralarının ses kayıtlarını Tanburi Cüneyt Bayraktar Bey’e dinleterek, meşk geleneğinin son temsilcilerinden Hubcuzade Şakir Çetiner'in okuduğu tavırda notaya alınmasına vesile olmuş.

Beyefendi, Miraciye’yi notaya döken Cüneyd Bayraktar Bey, ilerleyen yaşına rağmen Nail Kesova, Hafız Murat Taştekin, Yalovalı Asaf Bey ve şimdi isimlerini hatırlayamadığım bir kaç gönül ehli ile ciddi uğraşlar vererek 8 saatlik Miraciye programını kısaltıp iki saatlik bir program haline getirmişler. Bu hali ile eserin ilk icralarından biri 2004 yılında Fatih Camiinde okunmuşken daha olgun bir hali 2021 yılında Ayasofya Camii Kebir’inde icra olunmuştur7.

O Zevk Kalmadı

Ancak güftesi yüksek bir dille kaleme alınmış Miraciye ne yazık ki bugünün kulaklarına çok yabancı geldi.

“ZAKİR” olarak değil de bir “TV veya sinema seyircisi” gibi eyleme dâhil olmadan, manasına nüfuz etmeden zikri dışardan “seyreden”, olaya “seyirci olan” misafirlerin, her mısranın nihayetinde söylenmesi adet edinilmiş “sallû aleyh” ibaresini dahi beraberce söyleyebilmeleri mümkün olamadı. 

Nitekim icraya girişildiğinde tıklım tıklım olan salon bir saat geçmeden boşaldı.

Bugünün zevklerine uymayan makamı ile, kulaklarına alışılmamış ve yabancı gelince misafirler, vakit kaybetmek istememiş olmalılar ki, meşk dinlemeyi ve Mevlevihaneyi terk ettiler. İcranın sonlarına doğru Beyefendi ve işe emek verenler salonda neredeyse birbirleri ile baş başa kalıverdiler.

Öfkelenmişti Beyefendi, “Madem işiniz vardı niye geldiniz? Madem geldiniz neden verilen emeğe hürmet etmiyorsunuz? Hadi bizim ve mi’rachanların hatırı yok, Allah Resulü’nün de mi üzerinizde bir saatlik hatırı yok! Onu anlatıyor, onu meth ediyor yahu!” diye geriye kalan üç beş kişiye söylenivermişti.

Anlamadığı ya da tercih etmediği bir konu bile olsa “bu insanlar bu kadar çalışmışlar, emek verip masraf etmişler, bir ücret ya da menfaat karşılığı olmadan beni ağırlamak için rahatlarından olmuşlar” deyip verilen “emeğe ve salih niyete” hürmeten, hazırlanan programı sonuna kadar sabırla dinlemek de yüksek bir ahlak gerektiriyor.

Gözlerinin önünde icra edilen, kulaklarının işittiği, ellerini uzatsalar dokunabilecekleri emekleri takdir edemeyenlerin, kıymeti takdir edemese de hiç değilse “gayrete” saygı gösteremeyenlerin, hiç görmedikleri, işitmedikleri, dokunmadıkları bir Peygamberin eylemlerini anlamasını, takdir ve takip etmesini beklemek beyhude değil midir?

Sıra dışı, kaliteli, ortalamayı aşan işlerin tamamı vasati halkın beğenisini aşan işler değil midir? Pek çok toplumda “deha” düzeyindeki insanlara sorunlu, uyumsuz, aksi, ahmak, deli gözü ile bakılmaz mı?
Eğer toplum kendini aşan işlere, değerlere, kaliteye, zevke, ilme, âlime saygı ve hürmet göstermez, onlara değer vermezse yüksek işlerin, yüksek zekâların, yüksek sanatların o toplumda yetişmesi yetişse bile konaklaması mümkün olur mu?

Âlimleri bile şehevi bir ZEVK alma maksadı ile dinliyor günümüz insanı.

Ahmet Hakan Çakıcı

“Sizi dinlerken çok zevk aldım” diyor. Hâlbuki ilim çevredekilere ZEVK vermek onların nefsi arzularını tatmin etmek ya da şehevi bir hazza ulaştırmak için değil, istifade etsinler diye verilir. İlim sabır, sıkıntı, meşakkat, tekrarlar, azim ve fedakârlıklar ile elde edilir; şehevi veya nefsi arzuları tatmin ederek değil. Dünyevi bir zevke endekslenmiş ilim olamaz. İnsanlara böylesi zevkler vermeye çalışanlara âlim değil; ancak palyaço, komedyen ya da stanupçı gibi isimler verilebilir.

Ne yazık ki, “kendi” rahatını, konforunu KUTSAL bilen, arzularını tatmin etmeyi ya da zevk almayı sapkın bir takıntı haline getiren modern insan, böylesi yüksek ahlak ve nezaket için gerekli olan sabra ve fedakârlık hissine sahip değil.

Söylenmeye devam etti Beyefendi: “Miraciyye'nin sanat değeri ile kendimizi hazırlarsak daha büyük bir aşkla Efendimizin Miraç'ındaki sırra daha kolay yaklaşırız. Ancak Miraciyye'yi yaymak için evvela onu hazmedecek dört okka insanlara ihtiyacımız var.”

İşte galiba sorun da bu; o DÖRT okka insanlar artık yok…

Sonsöz

“Anlamıyoruz diyorlar; dinlemeyen neyi anlamış ki bu yüksek dili anlasın?” diye kendi kendine söylenmeye devam etti beyefendi.

Derleyen: Ahmet Hakan Çakıcı
Muharrem 1447/ ALANYA


 

Zeyl: Yazıyı tashih etme lütfunda bulunan Zeynep Hanım, “Miraciye icrası bir musiki konseri değildir. Bu, bir milletin kalbinin sesi, bir aşkın zikri, Resûl'e olan özlemin yakarışıdır. Bugün Batı’nın cazibesine kapılıp kendi değerlerine kulaklarını tıkayan insanımız, yalnızca bir sanattan değil, kendi kökünden, kendi ruhundan da uzaklaşmaktadır. Mirâciyye’yi anlamak; Peygamber sevgisini, musikînin hikmetini ve bir milletin irfanını kavramaktır. Bu ses bizim sesimizdir. Onu duymayan kalp, başka tınılarda teselli arar ama asla huzur bulamaz” notunu ilave etti.

1 İsra Suresi 1. Ayet-i kerime: سُبْحَانَ الَّـذٖٓي اَسْرٰى بِعَبْدِهٖ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذٖي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاؕ اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ 

Meali:  Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.

2 İfade Safiyüddin Erhan Bey’e ait

3 Bu ülkede bir şeyin Diyanet İşlerine tevdi edilmesi o işin unutulması, unutturulması anlamına geliyor olması da üzerinde konuşulması gereken bir başka önemli mevzu.

4 https://www.yenisafak.com/hayat/miracin-sirrina-miraciyyeyleereriz-3177170

5 https://www.habername.com/haber-unutulan-mirac-gelenegi-bursada-123-yildir-suruyor-61548.htm

6 https://www.fikriyat.com/yazarlar/ismail-gulec/2023/02/17/nayi-osman-dedenin-miraciyesi

7 https://www.youtube.com/watch?v=uWARodijSC4

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş