metrika yandex
  • $32.5
  • 34.84
  • GA18240

BAĞDAT İZLENİMLERİ (Bağdat Selam Diyarından Tefrika ve Hüzün Diyarına Dönüşmüş)

Prof. Dr. ENVER ARPA
30.04.2018

Bağdat Harap Olmuş

 

Yaklaşık iki yıl önce bir görev seyahati kapsamında Bağdat, Kerbela ve Necefi ziyaret etmiş ancak güvenlik sorunları sebebiyle Bağdat’ta ziyaret etmeyi arzu ettiğim yerlerin hepsini gezme imkanı bulamamıştım. Bu defa ise Bağdat Üniversitesi’nin düzenlemiş olduğu Uluslararası bir sempozyumda tebliğ sunmak üzere gittiğim Bağdat’ta tebliğ sunma dışında bir görevim yoktu ve şehri yakından tanımak, istediğim yerleri ziyaret etmek için yeterli zamana sahiptim. Çalıştığım üniversitede görev yapmakta olan Iraklı bir dostumuzla birlikte bu seyahate çıkmıştık. Onun Iraklı olması seyahatimizi daha da verimli hale getirdi.

 

İlk gün Cumhuriyet Caddesi ve Mütenebbi Caddesi gibi şehrin merkezi sayılan yerlerini gezdik. Daha doğrusu gezmeye çalıştık. Zira mevcut haliyle şehri gezmek oldukça zordu. Ülkede yaşanan iç savaşın olumsuz etkileri Bağdat’ı yaşanmaz hale getirmiş. Güvenlik amacıyla kaldırımlara kurulan yüksek beton bariyerler; sevkiyat için hazırlanan malzemeler veya malzeme yüklü uzun el arabaları yürümeyi zorlaştırıyor. Kaldırımların önemli bir bölümü dükkan sahipleri veya seyyar satıcılar tarafından işgal edilmiştir. Sokaklarda bulunan eski eşyalar, enkaz yığınları, kazılar şehri bir harabeye çevirmiş bulunmaktadır. Binaların tamamı neredeyse harabe haldedir. Caddeler örümcek ağı gibi kablolarla örülmüştür. Belediyecilik hizmetleri yok denilebilecek bir düzeydedir. En temel hizmetler bile yerine getirilmiyor. Ülkede yaşanan işgallerin ve iç çatışmaların bunda elbette büyük payı vardır. İşgalden sonra oluşan istikrarsızlığın her alana etkisi olmuştur. Milletin umudu büyük oranda yok edilmiştir. İnsanlar gelecekleri hakkında büyük bir kaygı içerisindedirler. O yüzden kimse bir şeye el atmak istemiyor. Ancak ne olursa olsun şehirlerin efendisi sayılan Bağdat bu hale gelmemeliydi. Kamu kurumları bir şekilde şehire sahip çıkmalıydı. Bunu başaran şehirler bulunmaktadır. Sözgelimi Gazze, işgalci İsrail’in neredeyse periyodik hale getirdiği acımasız ve yıkıcı saldırılarına rağmen her defasında şehri yeniden imar ederek canlandırmayı başarmaktadır. Tabi oradaki birlik ve beraberliğin bu imar faaliyetinde önemli bir rol oynadığına da işaret etmemiz gerekiyor. Bağdat da aynısını yapabilirdi ancak bu esenlik diyarını sarsan o korkunç tefrikacılık giderilmesi zor bir karmaşaya sebep olmaktadır.

 

Bağdat’ın edebiyat sokağı ve kitapçılarıyla ünlü Mütenebbi caddesi bile seyyar satıcıların ve el arabalarının istilası altındadır. Esnaf, satışların iyice düşmesinden şikayetçidir. Kitap satışları iyice azaldığı için cadde seyyar satıcılara kalmıştır. Sokağı gezerken aynı karmaşayı burada da hissediyorsunuz. Kitapçılarda DAİŞ karşıtı eserlerin ve Şii düşünceye ait kitapların ağırlığı dikkat çekmektedir.

 

Özetle söylemek gerekirse şehri dolaşırken kitaplardan okuduğumuz Bağdat ile hiç alakası olmayan bir manzara ile karşı karşıya kaldık. Yüreğim sızladı. Saddam’ın Kuveyt’i işgaliyle başlayan bu istikrarsız süreçte Bağdat’ta taş üstüne taş konmamış. Güzellikler diyarı Bağdat yerini yarı açık bir cezaevini andıran bir barikatlar şehrine bırakmış. Yollar, kampüsler, camiler, turistik mekanlar, şehrin neredeyse tamamı, boyu 3 metreyi bulan barikatlarla çevrilidir.

 

Bağdat Siyaseti Zor Durumda

 

Saddam döneminde uygulanan baskıcı yönetimden dolayı etnik ve mezhebi ayrılıklar gün yüzüne fazla çıkamıyordu. Saddam’ın devrilmesinin ardından açığa çıkan mezhepçi bloklaşma ülkeyi derin bir Şii-Sünni kutuplaşmasına sürüklemiş bulunmaktadır. Siyasi alandaki bazı yanlı politikalarla iyice derinleşen bu kutuplaşma ülkeyi her geçen gün derin bir kaosa sürüklemektedir. Siyasi istikrarsızlığın hakim olduğu bu süreçte başa gelen hükümetlerin, yolsuzlukların önüne geçmede başarısız olması, ülkede arzulanan ekonomik gelişmeyi sağlayamaması, halkın refah düzeyinin giderek kötüleşmesi, insanları isyan edecek bir noktaya getirmiştir. Şehirde hangi kesimden olursa olsun kimlerle konuşursanız yöneticilerden şikayetçi olmaktadırlar; kaynakların verimli kullanılmayıp heba edildiğini dile getirmektedirler. Ülkede Mayıs ayında parlamento seçimleri var. Bu yüzden caddeler, sokaklar adayların resimleriyle doludur. Şehir -tabir caizse- reklam panoları veya adayların posterlerinin işgali altındadır. Durum böyle olunca kiminle konuştuysak söz bir şekilde siyasete ve bu tür eleştirilere getirildi. Konuştuğumuz hemen herkes seçimlerin formalite olduğunu, yönetimin yine Amerika tarafından belirleneceğini dile getirdi. Öyle görünüyor ki bu algıyı daha uzun yıllar gidermek zor olacaktır. Kimsenin seçimlerden bir beklentisi yok. Yapılan eleştirilerin çoğuna hak vermemek mümkün değil. Zira ağır maddi külfetler gerektirmeyen bazı hizmetlerle bile bu şehir daha düzenli ve bakımlı hale getirilebilirdi. Bina sahipleri geleceği öngöremedikleri için yapılara masraf yapmamaktadırlar. Kimse binasının basit bakım ve onarımını dahi yapmıyor. Ancak kamu kurumlarının bu hizmetleri yerine getirmemelerinin ikna edici bir izahı yoktur.

 

Tefrika Bağdat’ın En Büyük Musibeti Haline Gelmiştir

 

İki yıl önce gerçekleşen seyahatimizde güvenlik sorunları had safhadaydı. Musul’u işgal ederek güç kazanan DAİŞ’in ülkede başvurduğu eylemlerin etkisi her tarafta hissediliyordu. Sık sık bombalama eylemleri yaşanıyordu. Sokaklarda dolaşmak oldukça tehlikeliydi. Bu defa DAİŞ ülkede önemli oranda etkisiz hale getirildiği için nisbi bir iyileşme söz konusu idi ancak gruplar arasındaki güvensizlik yine de had safhadaydı. Sünnilerle Şiiler arasındaki gerilim maalesef derinleşerek devam ediyor. Bunun olumsuz etkilerini her alanda hissediyorsunuz. Bunun önüne mutlaka geçilmelidir. Bu güzel ülkenin barışa, kardeşliğe, birlikte barış içinde yaşamaya ihtiyacı var. Herkesin birlikte yaşaması için tüm imkanlar mevcut, ancak yaşanan ayrılık milletin belini bükmüş vaziyette. Şii kesimde nisbeten bir umut hali sezilirken Sünni kesimde kahredici bir umutsuzluk durumu söz konusudur. Selam beldesi, ilim menbaı, binbir gece masallarının diyarı olan Bağdat, ülkede yaşanan işgallerden ve ardından uygulanan başarısız politikalardan sonra maalesef tefrikanın, etnik ayrımcılığın, mezhepçiliğin üzüntü verici bir uygulama alanına dönüşmüştür. DAİŞ’in ülkede geriletmesiyle nisbeten zayıflamış olsa da Irak’taki ayrımcılık ve şiddet hala endişe verici boyutlarda seyretmektedir. Halk büyük bir tedirginlik içindedir. Hala her yerde canlı bomba riski bulunmaktadır. Bu yüzden çok sıkı güvenlik tedbirleri alınmaktadır. Daha önce farklı mezhep ve kültürlerin bir arada yaşama imkanı bulduğu Bağdat’ta şimdi maalesef etnik ve mezhebi ayrılık kol gezmektedir.

 

Modern İşgal Devam Etmektedir

 

Amerika sözde ülkeden ayrılmış gibi görünse de varlığı hala açıkça hissedilmektedir. Etrafı bariyerlerle çevrili ve yeşil alan diye isimlendirilen geniş bir bölgede genellikle yabancı misyonlar yaşam sürmektedir. Yeşil bölge, diplomatik misyonlar ve devlet çalışanlarının dışında girişlere kapalıdır. Buraya girerken Amerikalı görevliler tarafından köpeklerle sıkı bir kontrole tabi tutuluyorsunuz. Kontrol noktasından içeriye girince bambaşka bir dünyayla karşılaşıyorsunuz. Bölgenin cadde ve sokakları tertemiz ve geniş yeşil alanları bulunmaktadır. Yürüyüş yollarından farklı sportif etkinliklerin yapılabildiği alanlara kadar her türlü tesisler mevcuttur. İnsan derin bir üzüntüye kapılıyor. Aynı şehir içinde bu denli bir farklılık olmaması lazım diye iç geçirmekten başka elden bir şey gelmiyor. Oradaki hizmetler de Iraklılar tarafından yapıldığına göre bu hizmetlerin aynısı diğer bölgelerde de yapılabilirdi. Ama her nedense yabancılara layık gördüğümüz hizmetleri kendimize layık görmüyoruz.

 

Abdulkadir Geylani Külliyesi

 

Bağdat’ta dini turizmin en önemli merkezlerinden biri Abdulkadir Geylani Külliyesidir. İslam dünyasının en ünlü mutasavvıflarından biri olan bu yüce zatın kabrine vardığınızda karmaşık duygular yaşıyorsunuz. Tahsil hayatınızda, akademik hayatta, bilimsel etkinliklerde, hayatın hemen alanında bir şekilde ismini duyduğunuz, dünyanın pek çok bölgesinde müritleri bulunan, tasavvuf dünyasının en önemli önderi sayılan bir zatı ziyaret etmenin heyecanı tarif edilemeyecek düzeyde oluyor. Ne var ki Külliye’nin kapısına vardığınızda duyduğunuz heyecanı sarsan bir uygulamayla karşılaşıyorsunuz. Yaşanmakta olan güvenlik sorunları nedeniyle kontrollerden sonra ancak içeri girebiliyorsunuz. Biz de arama noktasından geçtikten sonra içeriye girebildik.

 

Geylani Külliyesi, 2003 yılı Nisan ayında gerçekleşen bir bombalı saldırıda önemli oranda hasar görmüştür. Onarım çalışmaları hala devam etmektedir. Geriye kalan bölümün restorasyonunun TİKA tarafından yapılacağını duyduğumuzda büyük bir memnuniyet duyduk. TİKA’nın Bağdat başta olmak üzere Irak’ın genelinde önemli hizmetlere imza attığını bu arada ifade etmeliyim. Külliye, revaklı odalarla çevrili geniş avlusu, farklı renk ve desenlerle süslemeli türbesi ve camisiyle ihtişamlı bir görünüme sahiptir. Geylani’nin medfun bulunduğu bölüm göz kamaştırıcı bir ihtişama sahiptir. Beyaz pirinç profillerle çevrili türbe oldukça etkili bir görünüme sahiptir. Duvarlar ve tavan parlak cam ve sedeflerle süslenmiştir. Sünni inanışta kabirler genellikle bu kadar abartılı şekilde süslenmemektedir. Şiilerde ise tam tersi bir durum söz konusudur. Türbeler, makamlar aşırı derecede tezyin edilmektedir. Sanırım burada Şii geleneğin bir etkisi söz konusudur. Ziyaretimiz namaz vaktinden uzak bir zaman dilimine denk geldiği için kalabalık fazla değildi. Türbeyi ziyaret etmekte bir zorluk çekmedik. Geylani hazretlerini selamlayarak Fatiha okuduk ve türbeden ayrıldık. Türbe girişinin sol tarafında Geylani’nin iki oğlu da medfundur.

 

 

Külliyenin idarecileri Türk olduğumuzu farkedince ısrarla bizi çaya davet ettiler. Israrlarını geri çevirmeyip kütüphane müdürünün odasında biraz sohbet ettik. Çaylarımızı içerken Külliye ve Irak’ın genel durumu hakkında bilgi edinmeye çalıştık. Anlatılanlara göre Kadiri tarikatının şimdiki genel mürşidi, Abdulkadir Geylani’nin 30. kuşaktan bir torunuymuş. Odada mürşidin ve kardeşlerinin resimleri asılıydı. Kısa bir sohbetten sonra İmam-ı Azam Hazretlerinin medfun bulunduğu Azamiye Külliyesine geçmek üzere Geylanî Külliyesi’nden ayrıldık.

 

Azamiye Külliyesi

 

İmam-ı Azam hazretlerinin ismine nisbetle Azamiye Külliyesi olarak isimlendirilen bu külliyede İmam-ı Azam’ın türbesi, büyük bir cami, şeriat fakültesi, fıkıh konseyi, kütüphane vb. müştemilat bulunmaktadır. Külliyeye vardığımızda haliyle tarifsiz bir heyecana kapıldım. İbadet hayatımızı kendi görüşlerine göre tanzim ettiğimiz bu yüce zatı tekrar ziyaret edecek olmaktan büyük bir mutluluk duydum. Cami ve türbe ziyaretinden önce fakültenin dekanı ile buluştuk. Mütevazi odasında bizi sıcak bir şekilde karşılayan dekan ve bazı öğretim görevlileriyle kısa bir sohbette bulunduk. Dekan Türk hocalarla çekindiği resimleri göstererek Türkiye hakkında övgülerde bulundu. Türkiye’nin İslam dünyasının umudu haline geldiğini dile getirdi. Hocalar, ülkedeki mevcut tefrikacı ve ayrılıkçı tutumlardan, yaşanmakta olan kaotik ortamdan oldukça muzdariptiler. Yaşanmakta olan gruplaşmaların şiddet ortamının oluşmasında ve camilerin bombalanmasına kadar varmasında önemli oranda etkili olduğunu dile getirdiler. Azamiye külliyesinin de 2003 yılında bombalandığını ve büyük hasar gördüğünü ifade ettiler. Bu yaşananların düşmanlıkları körüklediğini ve Iraklı Sünnileri çok zor duruma düşürdüğünü dile getirdiler.

 

Kazımiye Külliyesi

 

Azamiye külliyesinden bahsetmişken ismini İmam Musa Kazım’dan alan Kazımiye Külliyesinden de bahsetmek gerekiyor. Bir önceki seyahatimde ziyaret etme imkanı bulduğum Kazımiye Külliyesi kelimenin tam anlamıyla göz kamaştırıcı bir görünüme sahiptir. Klasik mimarinin izlerini taşıyan ve sahip olduğu ortamıyla az da olsa eski Bağdat’ı andıran uzun bir caddeden geçtikten sonra Kazımiye Külliyesine varıyorsunuz. Binlerce kişiyi alacak büyüklükte olan caminin içine girdiğinizde büyüleyici bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. Suriye’de bulunan Seyyide Zeynep Camisi, Kerbela’da bulunan Hz. Hüseyin Külliyesi vb. başka mekanlarda da görmüştüm. Şiiler türbe ve camilere inanılmaz derecede önem vermektedirler. Milyarlarca lirayı bulan harcamalarla yakuttan, gümüş ve altından süslemelerde bulunmaktadırlar. Kazımiye’ye girdiğinizde de inanılmaz bir görüntüyle karşılaşıyorsunuz; gözleriniz kamaşıyor. Nakışlar, süslemeler çok ihtişamlı duruyor. İmam Kazım’ın türbesi ise kelimelerle anlatılamayacak kadar ihtişamlı. İnsanların türbeye gösterdiği saygı ve sevgi inanılmaz boyutta. İbadet edenler, ağlayanlar, türbelere ellerini sürenler, atkılarıyla silmeye çalışanlar, bizim epey yabancısı olduğumuz görüntüler oluşturmaktadırlar. Kazımiye’de İmam Musa Kazım’ın yanısıra torunu Muhammed Cevad’ın kabri de bulunmaktadır. Kazımiye Külliyesi Şii dünyanın çok önem verdiği mekanlardan biridir. İçi, dışı her tarafı ziyaretçilerle doludur. Kazımiye dışarıdan gelen Şiilerin ziyaret etmeden gitmedikleri mekanlardan biridir.

 

Külliyenin ana binasının dışında Ebu Hanife’nin talebesi olan İmam Ebu Yusuf’a ait türbe de bulunmaktadır. Türbe ve üzerindeki küçük mescit daha önce müstakil bir yapı iken sonradan Külliyenin ihata duvarlarının genişletilmesi sonucu Külliyenin içinde kalmıştır. Kazımiye’ye dahil olunca Sünni ziyaretçileri tükenmiş olan bu büyük zata gereken önemin verilmediği görülüyor. Musa Kazım ve Muhammed Cevad’ın türbeleri ihtişamdan göz kamaştırıyorken Ebu Yusuf’un türbesi maalesef döküntü bir haldedir. Bir kez daha kardeşliğin, beraberliğin ne kadar önemli ve lazım olduğunu derinden hissettim ve büyük bir üzüntüye kapıldım.

 

Mezhepçilik Sadece Sünnilik ve Şiilikle Sınırlı Değil

 

İlk seyahatimde çok istememe rağmen güvenlik sorunları nedeniyle İmam-ı Ahmet bin Hanbel’i, müfessir Taberi’yi ziyaret edememiştim. Bunun hüznünü hep taşıyordum. Bu defa daha seyahate çıkmadan bu zatları ziyaret etmek için girişimlerde bulundum. Iraklı dostuma mutlaka Ahmed b. Hanbel’i ziyaret etmek istediğimi söyledim. Onun talebimizi ulaştırdığı Bağdatlı dostlarımız espriyle “Türkler Hanefî değil mi, Ahmed b. Hanbel’i neden ziyaret etmek istiyor” demişler. Ben mezhep imamları arasında bir fark bulunmadığını; İmam-ı Şafii ile İmam-ı Azam’ı daha önce ziyaret ettiğimi; imkan bulunursa İmam Ahmed. b. Hanbel’i de ziyaret etmekten büyük bir memnuniyet duyacağımı ifade ederek ısrar etmiştim. Ancak bir sorun vardı; bu mübarek zatın kabrinin nerede olduğunu kimse bilmiyordu. Uzun bir sorgulamadan sonra nihayet yerini öğrendik. Aslında merkezi sayılabilecek bir bölgede bulunan bu zatın kabri ilgisizlikten dolayı bilinmiyordu.

 

Araçla “Meydan” diye tarif edilen bölgeye kadar gittik. Kabir buranın yakınında bulunan bir sokakta bulunuyormuş. Araçtan inerek dar sokaklardan geçip tarif edilen yere doğru ilerledik. Ben Geylaniye ve Azamiyye kadar olmasa da buranın da büyük bir yer olduğunu, çok sayıda ziyaretçisinin bulunacağını düşünmüştüm. Dar ve oldukça bakımsız, tenha sokaklardan geçince bu düşüncemin gerçek olamayacağını anlamaya başladım. Ama yine de en azından Ahmediye isminde bir geniş caminin ve türbenin bulunacağını düşünüyordum. Türbenin kapısına vardığımızda ise tam anlamıyla bir hayal kırıklığı yaşadım. Dar ve bakımsız bir ara sokakta, etrafı yüksek binalarla çevrili, yıkıntılar arasında bulunan küçük bir avluyla çevrili oldukça bakımsız bir türbeyle karşılaştık. Girişte muşamba afişlerle yazılmış “Ahmed b. Hanbel Türbesi” yazısı vardı. Avlunun içerisinde bekçiye ait bir karyola bulunuyordu. İmamın kabri alt katta bulunuyormuş; üstte yapılan çok mütevazi kabir eski kumaşlarla örtülmüş. Gelen ziyaretçilerin namaz kılmaları için kabrin yanına konulan alüminyum ayraçlarla küçük bir alan oluşturulmuş ve ziyarete gelenler burada namaz kılıyor.

 

Azamiye, Geylaniye, Kazımiye külliyelerinden sonra böyle küçük ve bakımsız bir türbeyle karşılaşınca derin bir üzüntü duydum. İmam-ı Ahmed’in onlardan geri kalır bir tarafı yoktu. Hadis ekolünün önderi sayılan Ahmet b. Hanbel, dört mezhepten birinin imamıydı ve İmam-ı azam kadar değerli bir ilim adamıydı. Doğru bildiği düşünceleri uğruna çeşitli eziyetlere katlanmış ve ömrünün önemli bir bölümünü hapiste geçirmiştir. Ancak onun bu diyarda fazla tabiileri yoktu. Bağdat’ta yaşarken saygıyla karşılanan İbn Hanbel öyle anlaşılıyor ki sonraları Rey Ekolü’nün hakim olduğu bu diyarda fazla rağbet görmemiştir. Tarihte yaşanan mezhepçilik sadece Sünni Şii ayrımcılığıyla sınırlı kalmamış, zaman zaman Sünni mezhepler arasında da gerginlikler oluşmuştur. Bu yüce imam da “Kur’an mahluk değildir” dediği için ağır işkencelere ve hapis cezalarına maruz kalmıştır. Vefat ettiği Bağdat’ta tabiileri bulunmayınca mezarı da gereken ilgiyi görmemiştir. Selefiliğin ilk dönem imamlarından sayılan İbn Hanbel’in kabrinin bu derece bakımsız kalmasında onun türbe ziyaretleri konusundaki olumsuz tutumunun da etkisi var mı bilmiyoruz. Ancak sebep ne olursa olsun tarihteki münakaşalar tarihte bırakılmalıydı ve bu imamın kabri de diğerleri gibi onarılıp koruma altına alınmalıydı. Türbenin bekçisi, Saddam zamanında geniş çaplı bir proje hazırlandığını ancak Amerika işgalinden dolayı bunun gerçekleşmediğini ifade etti.

 

Saddam’ın başka dini projelere de önem verdiğini ve Bağdat’ın Sünni kesiminde büyük bir cami inşaatına başladığını biliyoruz. Bir büyük kubbesi ve Allah’ın 99 ismini temsil etmesi için 99 küçük kubbesi bulunan bu cami de maalesef işgalden sonra yarım kalmış ve kaderine terk edilmiştir. Halihazırda da inşaatının tamamlanması için herhangi bir girişimin olmadığı ifade edildi. Saddam’ın Ahmet b. Hanbel türbesine yönelik bu projeyle dini turizmi geliştirmek istediği tahmin ediliyor. Zira verilen bilgilere göre Hindistan başta olmak üzere çeşitli ülkelerden Ahmed b. Hanbel’in kabrini ziyarete gelenler bulunmaktadır.

 

Bağdat Üniversitesinde İlim Adamlarıyla Buluşma

 

Seyahatimizin asıl sebebi Bağdat Üniversitesinin geleneksel hale gelen Uluslararası bir sempozyumunda tebliğ sunmaktı. 25 Nisan 2018 tarihinde sabah erken saatte Üniversiteye vardığımız için 1 saatlik boş bir zamanımız vardı. Bunu değerlendirmek üzere Üniversitenin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü ziyaret ettik. Bölüm başkanı ve hocalarla sohpet ettik ve bölümün faaliyetleri hakkında bilgi aldık. Bölümde 400 civarında öğrenci, 33 öğretmen bulunduğunu öğrendik. Bölüm başkanı Kayseri’de tahsil görmüş Iraklı bir Türkmen’di. Bölümün bu denli rağbet görmüş olması ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin geleceği açısından umut vericiydi.

 

Saat 10’da Üniversitenin merkez kampüsünde başlayan sempozyumun açılış töreni oldukça renkli geçti. Rektör ve Eğitim Fakültesi Dekanının konuşmalarının ardından katılım belgeleri dağıtıldı. Dekan konuşmasında Türkiye’ye verdiği önemi belirtmek amacıyla Türk katılımcıları özellikle zikrederek teşekkür etti. Belgeler verilirken Filistinli iki katılımcının ardından 3. sırada bizi davet ettiler. Türkiye’nin adı zikredildiğinde salonda derin bir alkış koptu. Iraklıların Türkiye’nin katılımına büyük önem verdiklerini böylece görmüş olduk. Törenin ardından ilgili salona alındık. Gerek Iraklı arkadaşımızın ve gerekse benim sunduğum Türkiye’deki Arapça eğitimiyle ilgili tebliğler büyük bir ilgi gördü. Dinleyici hocalar çeşitli sorular sorarak konuyu detaylandırmaya çalıştılar. Moderatör hoca bize ekstra zaman verdi, hatta istediğimiz kadar konuşabileceğimizi ifade etti. Tebliğlerimizi sunduktan sonra izin isteyerek ayrıldık.

 

Kısa bir süreydi ancak hüzün ve neşe karışımlı bir Bağdat seyahati yaşadık. Çarşıyı, pazarı, tarihi mekanları gezme şansı bulduk. İnsanların kederine az da olsa tanıklık ettik. Üniversite camiasıyla bir araya gelme ve müzakerelerde bulunma fırsatı yakaladık. Fazla güvenlik kaygısı duymadan sokakları dolaştık; kafelerde çay kahve içtik. Bir önceki seyahatimize kıyasla daha yaşanılır bir Bağdat’la karşılaşmanın hazzını yaşadık. İnsanların az da olsa rahat nefes almaya başladıklarını görmek bize büyük bir mutluluk verdi.

 

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş