Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre doğurganlık oranı, Cumhuriyet tarihinin en düşük seviyesine indi. 2001’de 2,38 olan kadın başına ortalama çocuk sayısı, 2024 itibarıyla 1,51’e geriledi. Bu oran, nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2,1’in çok altındadır. Buna paralel olarak Türkiye’de yaş ortalaması 2000’lerin başında 26 iken bugün 34’ü geçti. Bu durum yalnızca istatistiklerin değil, eğitimden ekonomiye, sosyal güvenlikten kültürel yapıya kadar pek çok alanın kaderini etkileyecek büyük bir dönüşümün habercisidir. Çünkü milletlerin kaderi, genç kuşağının alnında yazılıdır. Genç kuşağı azalan millet, kendi tarihini yazamaz.
Neslin azalması konusundaki yazımız, iki temel soruyu ele alacaktır:
I. Nüfusumuz hangi nedenlerle azalmaktadır? II. Bu durumu, düzeltmek için neler yapılabilir?
I. Nüfusumuz hangi nedenlerle azalmaktadır?
1. GÖÇ: Ülke nüfusunun azalmasının bir kısmı, sürekli olarak göçle yaşanan kayıptan kaynaklanmaktadır. 5 milyon Türk vatandaşının çoğu yoksulluk nedeniyle 152 farklı ülkede yaşamaktadır. Almanya'da yaşayan Türk vatandaşlarının toplam sayısı 1.548.095'tir. TÜİK'in göç verilerine göre bir yılda Türkiye'den yurt dışına göç eden kişi sayısı 2022'de yüzde 62,3 artarak 466 bin 914 olmuştur. Alman vatandaşlığına geçen Türklerin sayısı, 2023’te 10.735; 2024’te ise 22.525 olmuştur.
Türkiye, tarihinin en büyük beyin göçünü son yıllarda yaşamaktadır. Her yıl on binlerce genç, daha iyi bir hayat umuduyla yurt dışına gitmekte ve çoğu geri dönmemektedir. Eskiden gidenler madenlerde, fabrikalarda çalışırdı; şimdi gidenler laboratuvarlarda, üniversitelerde, yazılım şirketlerinde çalışmaktadır. Ülkenin yetenekli gençleri, başka ülkelerde kök salarken, burada kalanlar yaşlanmaktadır. Gidenler artık yalnız “beden gücü” değil, “zihin gücü.” Genç, eğitimli, üretken kuşaklar, daha güvenli ve adil bir hayat arayışıyla yurt dışına yönelmektedir. Sürekli göç verilmesi, nüfusun yalnızca sayısal azalışı değil, niteliğinin değişimi anlamına da gelmekte, toplumun enerjisi, giden kuşakları oranında azalmaktadır.
2. EVLATLIK VE KAYIP ÇOCUKLAR: Soydaşlarımızın gitmek zorunda kaldıkları ülkelerde, çocukları, sudan nedenlerle kendilerinden alınarak gayrimüslim ailelere, bazen ‘eşcinsel ailelere’ evlatlık verilmekte, bu çocuklar çoğu kere kendi ailelerine gösterilmemektedir. Adı, dili, dini değiştirilen bu çocukların sayıları on binleri bulmaktadır. Aileler, çocuklarıyla iletişim kuramamakta çoğu kere izini kaybetmektedirler. Ülkede yabancı oluşları ve yasaları yeterince bilmeyişleri de kendilerini çaresiz bırakmaktadır. Bu yöntemle veya farklı yöntemlerle izi kaybettirilen çocuklarımız nedeniyle insan kaybımız yaşanmaktadır.
Kayıp gelinler: Yurt dışına evlenerek gidenlerden de kaybolan çok sayıda genç kadın bulunmaktadır. Kendilerine ne olduğu ve nerede oldukları bilinmeyen bu genç kadınlar da ülkemizin insan kayıplarındandır. Ülke içinde de kayıp çocukların sayısı çok fazladır.
3. YABANCILARLA EVLİLİK: Yabancılarla evlilikler nedeniyle de ülkemiz insan kaybı yaşamaktadır. Din, dil, kültür, gelenek gibi hiçbir aidiyet unsurunun eğitimi, bilgisi ve bilincine sahip olmadıkları için bulundukları yerlerde herhangi bir yabancıyla evlenerek o ülke halkı içinde kendi milletine yabancılaşmaktadırlar. Kendisine ait ne varsa hepsini yok saydığı bir hayat yaşadığından bu durum da ülkemizin insan kayıplarındandır.
4. CİNAYETLER: Ülkemizde bir dönem, aynı ellerin verdiği silahlarla on binin üzerinde genç, ‘sağ-sol’ diyerek birbirini öldürdü. O dönemde sorumlular, bu durumun önüne geçilmesi için hiçbir şey yapmadıkları gibi darbe gerekçesi oluştursun diye artmasını beklediler. Hayatta kalan gençler de darbe sonrası sağ-sol denilmeden tutuklandı, işkence gördü, kendileri uygulanan ilaçlarla dengesini kaybeden, kısır kalanlar olduğu gibi, insanlıktan çıkacak duruma getirilenler de oldu. Bu sürecin sonunda, bu ülkenin ‘can damarlarında kan’ olması beklenen ‘genç nesil’ kurutuldu, sindirildi, tüketildi. Ülkede egemen olan azgın azınlık da saltanatını sürdürdü. Bugün ise kadın cinayetleri, töre cinayetleri, mafya cinayetleri gibi farklı adlar altında insanlar öldürülmektedir. Anlamlı ve gerekli tedbir alınmayan tüm cinayetler de ülkemizin insan kayıplarındandır.
5. GENELEVLER: Kuşkusuz ki bir toplumun sağlamlığı ‘ahlaki sağlamlığı ile doğru orantılıdır. Ülkemizde, kendilerine devlet tarafından vesika verilen yüz binin üzerinde kadın fuhuş bataklığındadır. Bunların, yaşadıkları hayata tövbe etmelerine, buralardan ayrılmalarına, evlenip çocuk sahibi olmalarına izin verilmemektedir. Genelevlerin varlığı, pek çok genç kız ve kadının fuhuş tuzağına düşme riskinin her zaman bulunduğu bir ortama neden olmaktadır. Buralara sermaye olarak pek çok kız, çocuk yaşta buharlaştırılmakta, 18 yaşına geldiğinde de bu çarkın malı olarak bedeni pazarlanarak üzerinden para kazanılmaktadır. Zina eden bu kadınlara ‘fahişe’ diyen toplum, buraların varlığını paralarıyla ayakta tutan ve buralara giderek zina eden erkeklere ‘fahişe’ dememektedir. Bu da bu korkunç ateş çukurunun kime hizmet ettiğini ortaya koymaktadır. Oysa zina eden kadınlar gibi zina eden erkekler de fuhuş yapmaktadır. Yüz binin üzerindeki kadın, düzgün aileler kurarak çocuk yetiştirebileceği halde, buralarda çocuk sahibi olmalarına izin verilmeden, bedenleri tükenene kadar buralarda tutulmaktadırlar. ‘Seks kölesi’ olarak tutsak edilen bu kadınlar ve onların dünyaya getiremedikleri çocuklar da ülkenin insan kayıplarındandır. (Devletin, kendi vatandaşı olan kız ve kadınları vesikalandırarak bedenlerinin satılmasına neden olacak ortamı meşrulaştırma hakkı yoktur. Bu durum, devlet eliyle yapılan, affı söz konusu olmayan, çok büyük bir zulümdür.)
6. TRANS BİREYLER: Bu kişiler, yaratıldıkları cinsel kimliği reddeden kişilerdir. Bir kısmı bu düşüncelerini ağır ameliyatlarla ve ameliyat sonrası sürekli kullanmaları gereken hormon ilaçlarıyla değiştirme yoluna gitmektedir. Bunlar ilk anda bu yaptıklarıyla ilgi odağı olarak kendilerince bedenleri üzerinde egemen oldukları duygusunu yaşasalar bile uzun süreçte karşılaştıkları şöyle bir durum daha vardır: Trans bireyler hiçbir şekilde çocuk sahibi olamazlar. Bu kişiler ameliyat olurken üreme organları kendilerinden alınmaktadır. Daha sonra pişman olsalar bile yapabilecekleri hiçbir şey bulunmamaktadır. Medya ve dışarıdan para desteği alan dernekler başta olmak üzere bu durumu yaygınlaştırmaya çalışan dernekler, bu pişmanlığa çözüm sunamamakta hatta böyle kişileri görünmez kılmaktadırlar. İşte bu ameliyatları olan kişiler ve onların dünyaya getiremedikleri çocuklar da ülkenin insan kayıplarındandır.
7. EŞCİNSEL BİRLİKTELİKLER: Eşcinselliğin tarihinin çok eskilere gittiği bilinen bir durumdur. İnsanlığın ortak değerleri, bu yönelişe karşıdır. Ancak bugün dünyada, kendilerine ‘gelişmiş, modern, medeni’ diyen toplumlarda, bu durum doğal görülmekte, insanın istediğini yaparak kendisini mutlu edecek hazlarına karşı çıkılmaması gerektiğini savunmaktadır. Bazı ülkeler, bu yönelişlerin sonucu olan birliktelikleri resmi olarak kabul etmişlerdir. Bazı ülkelerdeki kiliseler, papazlarının ve kilise mensuplarının cinsel sapkınlıklarını ‘nikâh’ ile meşrulaştırma yoluna gitmektedirler. Pek çok ülkede birlikte yaşayan eşcinsellere istedikleri takdirde ‘evlat edinme’ yolları kolaylaştırılmış bulunmaktadır. Ülkemizde bu durum yasal değildir ancak yasal olmaması bu durumun olmadığı anlamına gelmemektedir. Eşcinsel olmanın nedenleri ve tüm sonuçları, ayrıca ele alınmalıdır. Konumuz açısından ele aldığımız durum, eşcinsel kişilerin çocuksuz kalmalarıdır. İşte bunların kendileri ve bunların dünyaya getiremedikleri çocukları da ülkenin insan kayıplarındandır.
8. AİLE YAPISININ ZAYIFLAMASI: İnsan için evlilik, ‘hayatı birlikte yaşamak, cinsel isteklerinin helal yoldan giderilmesi, çocuk sahibi olmak’ gibi temel amaçlarla istenilen bir durumdur. Bu durum elbette bir sorumluluk getirmektedir. Bu sorumluluk, kişileri olgunlaştırır ve geliştirir. Dengeli bir yaşamın yolu da ancak iyi bir evlilikle mümkündür. Önceki kuşaklar, eşlerini ‘can yoldaşı, hayat arkadaşı’ olarak ‘Allah’ın emriyle’ birlikte oldukları kişi olarak kabul eder, eşinin sevdiği kişi olmanın ötesinde dostu ve arkadaşı olmayı öncelerlerdi. Kadın ve erkek için evlilik ‘namuslu’ yaşamanın biricik yoluydu. Boşanmayı düşünmeden evliliklerini sürdürmekteydiler. Ancak yıllar içinde pek çok değişim yaşandı. Medya önemli bir güç olarak bireysel, ailevi, toplumsal yaşamın yönlendiricisi oldu. Bilinçli olarak kötü kullanılan medya, aile yapısını zayıflatma konusunda, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüğü yapmaktadır. Sürekli olumsuz örneklerin pompalandığı ekranların karşısındaki kişiler için toplumu ayakta tutan değerlerin çoğu anlamını kaybetti. Gündüz kuşağında, ahlaksızlıkların dizi gibi günlerce ekranda tutulması, ‘eğitimsiz’ ve çoğu kere ahlaken düşük, kötü rol model olacak kişilerin program yapması toplumsal gündemi tahrip ederek değiştirdi. Bu tahribatın bazılarını ele alacağımız farklı şekillerde sonuçları oldu. Medya yoluyla yaygınlaştırılan popüler kültür, ‘özgür yaşam’ı bekârlıkla ve çocuksuzlukla özdeşleştirmektedir. Bunun sonucu olarak genç kuşaklar farkında olmadan, eş ve çocuk sahibi olmanın gerisinde esasında sorumluluk almayı ertelemektedir. Gerçekte çocukları yük ve başa bela gibi gören ve hayatını ancak kendi hazları için yaşaması gerektiğini düşünen bir anlayış sonucu, aile sahibi olmak gereksiz görülmektedir. Söz konusu bu durumlar da nesil kaybına neden olmaktadır.

9. YALNIZ YAŞAM: İnsanların evlenmemeye karar vermeleri ve öyle yaşamalarıdır. Bekâr kız ve erkeklerin bir kısmı, önceki kuşağın anlatmaktan yorulmadığı ‘evlilik sorunları’ içine düşmektense -eğer kendisini geçindirebilecek bir gelire de sahipse evlenerek ‘başına bela almak’ olarak tanımlanan bir sürece girmek istememektedir. Bugün bir yöneliş olarak herkes ‘kendini gerçekleştirmek’ istiyor. Artık birey, kendine yeten, sorumluluk almayan, özgür kalmayı tercih eden bir figür haline geldi. Eş ve çocuk ise bu yeni bireysellikte, çoğu zaman “yük” olarak algılanmaktadır. Yalnız yaşam kararında, çocukların kuracakları aile hayatına uygun şekilde yetiştirilmek yerine, ‘prens ve prenses’ olarak yetiştirilmeleri, bunların sorumluluk almaktan kaçınmaları da etkilidir. Bu anlayıştaki kişiler, cinsel istekleri konusunda da kendilerine hiçbir sorumluluk getirmeyen ilişkiler yoluyla hayatlarını sürdürebildikleri için evliliği tercih etmemektedirler. İşte bu kişiler ve onların dünyaya getirmeleri gereken çocuklar da ülkenin insan kayıplarındandır.
10. EVLENMENİN ZORLAŞTIRILMASI: Evlilikler, iki kişinin birlikte yaşama isteğinin sonucu olarak kurulmak yerine, ailelerin veya evlenenlerin heveslerinin tatmini için yapılmaya başlandı. Bunun sonucu olarak evlilik masrafları, aile desteği olmadığı takdirde, genç bir erkeğin karşılayamayacağı düzeylere yükseldi. Bu destek olmadığı takdirde seçenek evlenmemek oldu. Çünkü mevcut koşullarda genç bir bekârın, medyanın dayattığı görsellere göre -eğer aile büyüklerinin maddi desteği yoksa- evlenebilmesi, ev kurabilmesi, sonraki dönemi sürdürebilmesi mümkün değildir. Çünkü ‘görsellerin’ gerçeklerin yerini aldığı sanal medya dünyasında herkes, kendisinin ne kadar özel bir süreç yaşadığını herkesin görmesini istemekte, lüks bir hayatı hakkı görmektedir. Bu da gençleri evlilikten uzak tutmakta ve elbette bu da neslin azalmasına neden olmaktadır.
11. BOŞAN(AMA)MA: Boşanma konusunda iki açıdan sorun yaşanmaktadır: 1. Kolayca boşanma: Farklı etkenlerle yapılan evliliklerin, daha borçlar bitmeden boşanmayla sonuçlanması. Bu durum insanları evlilik konusunda isteksizleştirmektedir. Çünkü boşanmanın yaşattığı fiziksel ve ruhsal sorunlar, kolayca giderilememektedir. 2. Boşanamama: Boşanma davalarının farklı nedenlerle yıllarca sürmesi, tüm ilişkilerini bitirmek istedikleri kişiyle resmi süreçlerin tamamlanmaması nedeniyle bir türlü tüm ilişkilerin sonlanamaması insanları yıpratmaktadır. Bu da durumu bilenlerin yaşamak istemedikleri bir süreç olmaktadır.
İnsanların kendilerini kusursuz kişi görerek sorgulayıp eleştirmeye yanaşmadığı; muhatabını da kendisini mutlu etmekle görevli ancak yeterince başarılı olamayan kişi görerek suçladığı sürece boşanmalar artarak sürecektir. Pek çok kişi, daha evlenirken boşanma ihtimalini düşünmekte kimi zaman ona göre tedbir almaktadır. Evlenmeden önce veya evlilik sürecinde, kafasının bir yerinde herhangi bir nedenle ‘boşanmak ihtimali’ bulunan evli kişiler, çocuk dünyaya getirmek istememekte bu da neslin azalmasına neden olmaktadır.
12. KADINLARIN EĞİTİM VE İŞ YAŞAMI: Kadınların eğitim düzeyinin yükselmesi, iş hayatına katılımı ve kariyer planları doğurganlığı etkilemektedir. Bu sürecin birkaç belirgin etkisi olmaktadır: 1. Eğitim süresi uzadıkça evlilik yaşı yükselmektedir. 2. Evlilik yaşı yükseldikçe ilk çocuğu dünyaya getirme yaşı yükselmektedir. 3. İlk çocuk, geç yaşta olduğunda, ikinci ve üçüncü çocuğun ihtimali düşmektedir.
Çalışan annelerin büyük kısmı, çocukları dünyaya geldiğinde, bir yanda çalıştığı iş, diğer yanda kendisine bağımlı olan bebek, evle ilgili işler, hayattan beklentileri, eşinin bebekle ilgili sorumluluklar konusundaki tutumu gibi daha önce hayal edemedikleri bir sürü yeni durumla karşılaşmakta ve pek çoğunda çözümsüz kalmaktadırlar. Annelere (ve babalara, çözümler bölümünde önereceğimiz) gerçekçi çözümler sunulmadığı takdirde, çalışan annelerin çoğu, istese de ikinci ve üçüncü çocuk için kendisinde cesaret bulamamaktadır. Bu da nesil azalmasına neden olmaktadır. Çünkü 4 aile büyüğüne 1 torun süreci, neslin 4/1oranında azalması demektir. Bu da toplumu birkaç kuşak içinde iyice tükenmeye ve yok oluşa doğru götürür.
13. SÜREKLİ ERTELEME:
Gençler iki konuda ‘erteleme’ içindedirler:
1. Evliliği erteleme:

Bu erteleme, doğal olarak doğurganlığı da etkilemektedir. Son on yılda evlenme oranı yüzde 30 azalmıştır. İleri yaşta evlilik, çocuk konusunda isteksizliğe neden olmakta, daha az çocuk anlamına gelmektedir. Kimi zaman da yaşı ilerleyen kişiler, yaşa bağlı olarak isteseler de çocuk sahibi olamayabilmektedirler.
2. Çocuk sahibi olmayı erteleme:
Gençlerin çoğu, ‘önce eğitimimi tamamlayayım, işimi garantiye alayım, kariyerimi yapayım sonra çocuk düşünürüm’ yaklaşımına sahip olmaya başlamışlardır. Bu yaklaşım sonucu iki ayrı durum ortaya çıkmaktadır:
1. Evlenen kişilerin, çocuk yapmak için ‘önce düzenimizi kuralım da sonra’ diyerek tanımladıkları o düzen çoğu zaman tam kurulamadığı için çocuk fikri hep ertelenmektedir.
2. O zamanın geldiğini düşünerek çocuk sahibi olan kadınlar, beklemedikleri sorunlarla karşı karşıya kalmakta, bu durum da onları yeniden çocuk yapma konusunda isteksizleştirmektedir. Her iki konuda da erteleme, ülke nüfusunun azalmasına neden olmaktadır.
14. DOĞURMANIN ANLAMINI KAYBETMESİ: Toplumlar, ahlaki ve kültürel zemin üzerinde dururlar. Toplumun ahlaki ve kültürel değerlerinde yaşanan çözülme, doğurganlık oranlarına da yansımaktadır. Bir toplumun çocuk doğurma cesareti, aslında hayat ve ölüm karşısındaki inançlarını da ortaya koyan bir durumdur. Azalan doğumlar, her anlamda azalan güvenin, azalan umudun da yansımasıdır. Bu azalışın, kırsalda ve kentlerde aynı olması: birçok köyde, kasabada, ilçede doğan bebek sayısının, cenaze sayısından az olmaya başlaması dikkatlice ele alınmalıdır.
Doğurganlığın anlamını kaybetmesinde, anne-babaların, kendileri için sayısız fedakârlık yaptığı çocuklarından gördükleri vefasızlık ve sorumsuzluk etkili olmaktadır. Bir sürü anne-baba, yetiştirmek için ömür verdiği bir sürü çocuğu olduğu halde, ihtiyacı olduğunda hiçbirini yanında bulamayabilmektedir. Bunlardan kimileri de gerçekten hiç kimsesi yok gibi, çocuklarının ziyaret bile etmediği ‘Huzurevinde’ yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Bu durumlardaki anne-babalar, ‘Madem yaşlılığımızda böyle yapayalnız kalacaktık, gençliğimizi neden vefasız çocuklar için tükettik?’ diyerek pişmanlıklarını dile getirmekte, bu durum da pek çok kişi için örnek oluşturmaktadır. Bu kötü örnekler, gençler için çocuk dünyaya getirip ömrünü onun uğruna harcamanın anlamsız olduğu düşüncesine yol açmakta, çocuk sahibi olmak istememekte bu da nesil azalmasına ve kaybına neden olmaktadır.
15. TIBBÎ VE CERRAHÎ İŞLEMLER: Bu başlık altında birden çok konuyu ele almak gerekmektedir:
1. Gebelik öncesi doğum kontrolü: İnsanlarda ciddi fiziksel sağlık sorunları ve psikolojik sorunlar oluşturan ‘doğum kontrol’ malzemeleri ülkemizde ‘Ana-Sağlık Merkezi’ veya ‘Sağlık Ocağı’ adlı kuruluşlar tarafından ‘bedava’ verilmektedir. Bu tahribata, ‘spiral’ adı verilen, gebeliği önlemek için kadın üreme organına yerleştirilen doğum kontrol aracı örnek verilebilir. Bu araç, progestin veya bakır içerir, servikal mukusu kalınlaştırır, spermin bir yumurtayı döllemesini veya döllenmiş yumurtaların rahme yerleşmesini önler. Söz konusu kuruluşlar aracılığıyla yapılan bu işlemlerin ve sunulan malzemenin, kimler tarafından, hangi amaçla bedava temin edildiği üzerinde durulmalıdır. ‘Bedava peynir fare kapanında olur’ sözü, düşünebilecek kapasitesi olan herkesi, bu durum üzerinde düşündürmelidir. Bu kurumların duvarında beş altı çocukla ezilmiş, yorulmuş, yıpranmış kadın resmi yanında, bir veya iki çocukla çok mutlu görünen kadın resimleri, insanların bilinçlerine sessiz mesajı yerleştirmekte ve pek çok anne-baba çocuk konusunda tekerleme gibi ‘Bir az iki çok’ sözünü diline dolamış görünmektedir. Bu sözün gerçekleşmesi, ülkemizde nüfusun azalması sorununu ortaya çıkarmıştır.
2. Cerrahi işlemler:
a. Sezaryen: Annenin normal doğum yapamayacağı kesinlik kazandığında başvurulması gereken cerrahi bir işlemdir. Ancak bu işlem, anneye ‘uyutularak doğum sancısı çekmeden’ bebeği kucağına vermeyi vaat ederek sunulur. Oysa annenin bedeni kesilmektedir. Doğum sayısıyla orantılı olarak bu kesikler artabilecektir. Normal doğumda kişi kısa sürede normal yaşama döneceği halde gerçek bir ameliyat olan fakat ‘sezaryen’ adıyla sanki başka bir şeymiş gibi sunulan işlemde anne, uzun zaman acı ve ağrı çekmektedir. Tekrarlanan doğumlardaki sezaryen kesikleri de anneyi yıldırmakta, çocuk sahibi olmaya soğuk bakmakta ya da doktorlar tarafından sakındırılmaktadır. Bu da nesil kaybı nedenlerindendir.
b. Kürtaj: Ülkemizde kayda giren veya girmeyen sayısı belirsiz kürtaj yapılmaktadır. Kürtaj için kişinin istemesi yeterli görülmekte ve oluşmuş olan bebek, anneden parçalanarak çıkarılmaktadır. Kürtajın anne bedenine ne kadar zarar verdiği anlatılmadan işlem yapılmaktadır. Kürtaj, pek çok kadında ciddi fiziksel soruna neden olmasının yanında, kimi zaman da onun bir daha çocuk sahibi olamamasına neden olmaktadır. Hem anne rahminden alınan bebekler hem de kürtaj nedeniyle oluşan sorunlar sonucu bir daha bebek sahibi olamayan kadınlar, nüfus kaybında önemli bir sayıya ulaşmış durumdadır.
c. Rahim alma: Gerçekten gerekli olmayan ve başka türlü tedavisi mümkün olan pek çok durumda doktorlar, ‘rahim alma’ işlemi yapmaktadırlar. Örnek: İki çocuğu olan bir anneye ‘Başka çocuk istemiyorsan rahmini alalım’ diyebiliyor bir doktor, sanki o iki çocuğun muhakkak yaşayacağını, ilerleyen yıllarda annenin yeniden anne olmak isteyebileceğini hiç hesaba katmadan. Bu da nesil kaybı nedenlerindendir.
d. Kordon bağlama: Bu işlem de genellikle sezaryen yapılacak anneye ‘Başka çocuk istemiyorsanız kordonlarınızı bağlayalım’ diyerek teklif edilebiliyor. Bu işlem, kadındaki tüplerin cerrahi yolla kapatılması, tahrip edilmesidir. Duygusal olarak zor zamanlarda sağlıklı karar alamayan anne-babalar, doktorların teşviki ile daha sonra pişman olacakları bu işlemi de yaptırabiliyorlar. Bu da nesil kaybı nedenlerindendir.
16. ÇOCUK YETİŞTİR(EME)ME KORKUSU:
Bu korkunun nedenleri şunlardır:

1. Çocuğu gerektiği gibi yetiştirememe korkusu: İçinde yaşadıkları zaman ve toplum koşulları, bazı kişileri korkuya sevk etmektedir. Çocukları olduğu takdirde onları gereğince yetiştiremeyecekleri endişesi onların kararını etkilemektedir. Akla gelebilen her türlü sorun nedeniyle çocuklarıyla ilgili ciddi sıkıntılar yaşayan ailelerin durumu da insanları çocuksuzluğa yöneltmektedir. ‘Evladın mı var, derdin var’ denilerek çocuklar ‘dert’ olarak tanımlanıp nesilsizlik tercih edilebilmekte, bu da nüfus kaybına neden olmaktadır.
2. Çocuğu yetiştirmekte ekonomik yetersizlik korkusu: Pek çok kimse çocukla ilgili cümleye şöyle başlamaktadır: ‘Çocuk büyütmek artık çok masraflı’. Birçok aile, ‘bez, mama, kreş, sağlık, eğitim giderleri…’ diye başladıkları konuları dile getirerek en çok bir çocuğu düşünebilmektedirler. Her çocuk yeni bir ‘bütçe sorunu’ olarak algılanmaya başlandı. Genç çiftler, ‘bakabileceğimizden fazlasını dünyaya getirirsek çocuklara yazık olur’ düşüncesiyle daha az çocuk sahibi olmayı tercih ediyor. Bu durumun kaygısını aşırı yaşayan eşlere, nesilsizlik de bir seçim olarak sunulmakta her iki anlayış da nesil kaybına yol açmaktadır.
17. GELECEK KAYGISI: Ülkemizde, çocuk sahibi olmama nedenlerinden biri de geleceğe yönelik güvensizliktir. Çünkü doğurganlık yalnızca biyolojik bir konu değil, bir güven göstergesidir. İnsan, bireysel ve toplumsal anlamda geleceğe güveniyorsa çocuk ister. Ancak eğer insanlarda geleceğe yönelik güven duygusu yoksa çocuk sahibi olma isteği de azalır. Herhangi bir kişinin: ‘Bu ülkede çocuk dünyaya getirmeye korkuyorum’ demesi üzerinde düşünülmelidir. Çünkü ülkenin doğum oranı, o ülke halkının kendisine ve ülkesine olan güveninin de göstergesidir. Ülkemizde bir sorun olarak ortaya çıkan nüfus azalmasının ardında, farklı nedenlerle ortaya çıkan güven kaybı da yer almaktadır.
18. KENTLEŞME VE DEĞİŞEN YAŞAM TARZI: Ülkemiz hızla kentleşmekte ve köyler boşalmaktadır. Bu, nüfus artışı açısından doğru, gerekli, sağlıklı bir durum değildir. Köy yaşamında, geniş aile yapısı çocuk bakımını kolaylaştırırken, büyük kentlere göç eden aileler kendilerini çoğu kez yalnız hissediyor. Geçmişte yaşanan yanlışlar nedeniyle bugün evler genişlese bile aileler, hep çekirdek aile olarak tasarlanmakta, kurulmaktadır. Bu durum esasında tüm kuşaklar için çok daha büyük sorunlar barındırmaktadır. Anne-baba, aile büyüklerinin yardımı olmadan çocuk büyütmeye çalıştığında, iş ve ev yükü arasında sıkışmaktadır. Oysa bir bebek büyütmek için bir kişi azdır, muhakkak yardım gereklidir. Kent yaşamının yaygınlaştırdığı çekirdek aileler, bu yardımdan mahrum durumdadırlar. Çocuklar büyürken de bir üst kuşağın eğitimi, anne-babanın eğitiminden daha etkili olabilecekken yeni nesil daha yalnız bir ortamda yetişmektedir. Kent yaşamında küçülen aileler, yoğun iş temposu, trafikte kaybolan saatler, kalabalıklar içindeki yalnızlık, maddi-manevi pek çok konuda hiçbir şeye yetişemediği duygusu ailelerin daha fazla çocuk düşünmesini zorlaştırıyor. Bu değişim de ülke nüfusunu azaltmaktadır.
19. KİMLİK KAYBI: Ülkemiz gençlerinden çok azı şu soruları gündemlerine almaktadırlar: ‘Türkiye’de neler oluyor? Dünyada neler oluyor? Tarihte neler oldu da bugün bu durumdayız? Ülkemizin eski(meyen) düşmanlarının bugünkü plan ve projeleri nelerdir? Neden kendi ülkemizde, istediklerimizi yapmaktan engelleniyoruz? …’ Bu ve benzeri sorular, kişinin zihnen silkelenip kendisine gelmesini sağlayacak sorulardır. Ancak gençlerin büyük bir kısmının gündeminde: ‘Ne yiyelim ne giyelim, nasıl eğlenelim, hangi hazzımızı nasıl tatmin edelim?’ gibi konulardan başka hiçbir konu yok? İnsanımız, ülkede ‘şaşkınlık ve dehşetle’ izlenen ahlâksız pek çok durumun neden hep gündemde olduğunu sorgulamamaktadır? Neden ülkemizde güzel iş-durum-olay-olgular -bilinçlice- gündeme getirilmemekte, gözlerden uzak tutulmaktadır? Medyanın ‘Topluma yararlı olan nedir? Zararlı olan nedir?’ kaygısını gözetmeden her çirkinliği sunmasının amacı nedir? Her olay, durum, olgu, ahlaki sınırlara riayet edilmeksizin gündeme getirilmeli midir? Yoksa ahlâksızlık sayılabilen, toplumda infiale neden olan durumlarla yaygınlaştırılmadan mücadele etmek mi gereklidir?’
Ülkemiz gençleri ‘Ülkeye düşman saldırsa ne yapasınız?’ sorusuna daha önceden istisnasız ‘Savaşırız’ cevabını verirken bugün bazılarının ‘Savaş olmayan bir ülkeye giderim’ cevabı dikkatlice değerlendirilmelidir. Çünkü yaşanmakta olan durumlar, duygu ve düşünceleri tahrip edilmiş olarak iki ayağı üzerinde gezenlerin oluşturduğu, büyük bir mezarlığa neden olmaktadır. İşte bu dikey ölüler, nüfus kütüğünden ‘Öldü’ diye düşülmese bile ülkenin insan kayıplarındandır.
II. Bu durumu düzeltmek için neler yapılabilir:
19 başlıkta ele aldığımız konulardaki çözüm önerilerimiz şöyledir:
1. Göç: Bir ülke, vatandaşına “Gitme, burada kal, daha iyi imkânlar burada da var.” dedirtebildiğinde gerçekten yaşanabilir bir yer olmuştur. Onca yabancıya yaşayabilme imkânı veren ülkemizde, yurt içinde kendi ülkesinin imkanlarından sürgün edilen, yurt dışında kendisi olmak hakkını her gün biraz daha kaybeden insanımız için gereken tedbir alınmalıdır. Geçim kaygısıyla yeni bir yaşam için gurbeti zorunlu olarak tercihin önüne geçilmelidir. Dönüşler kolaylaştırılmalı, yurt dışında bulunup da burada evi ve arsası olmayan, 18 yaş üstü tüm gurbetçilere, altyapısı hazırlanmış yerleşim alanları uygun ödemelerle sunulmalıdır. Çünkü azalan nüfusu artırmanın yolu, ülkeye yabancı göçünü teşvik etmek değil, dağılan milletini toplamak ve kendi nüfusunu artırmak için gereken tedbirleri zamanında almaktır.
2. Evlatlık ve kayıp çocuklar: Yurt dışında farklı nedenlerle ailelerinden alınan tüm çocuklar, ilgili ülke kurumlarından alınıp ailesine verilmeli ya da ülkemize getirilmeli ve burada kendi kültürümüzle yetiştirilmesi için gerekenler yapılmalıdır. Kayıp gelinler araştırılmalı ve bulunmalı, gerekiyorsa ülkemize getirilmeli; kurda kuşa yem olmaktan kurtarılmalıdır. Ülkemizdeki çocuk kayıplarının da nedenleri üzerine gidilmelidir.
3. Yabancılarla evlilik: Bu konuda bilinç oluşturulmalıdır. Özellikle bu nitelikteki aile çocuklarının kimlik kargaşası yaşamasına örnek olacak durumlar değerlendirilerek evlilikte mümkün olan en çok ortak paydaya sahip olunan kişilerle evlilik teşvik edilmelidir.
4. Cinayetler: Yazımızda söz ettiğimiz tüm cinayetler en sert şekilde cezalandırılmalı, insanları suçsuz yere öldürenlerin hayat hakkı devlet tarafından ellerinden alınmalıdır. Bu konuda gerçek bir iyileşme için ‘kısas’ cezası hayata geçirilmelidir.
5. Genelevler: Fuhuş kurumları kapatılmalı, buradaki kadınlar özgürleştirilmelidir. Kadınları, içinde bulundukları olumsuz koşullar nedeniyle bu türlü yollara yönelten kişiler de en sert ve katı şekilde cezalandırılmalıdır. Kadınların, çaresizlikten bu yollara yönelmemesi için de gereken tedbirler alınmalıdır.
6. Trans bireyler: Bu kişilerin durumu, tıbbi ve psikiyatrik incelemeler yapılarak ilgili uzmanlarca karara bağlanmalıdır.
7. Eşcinsel birliktelikler: Bu durum her iki cins için de bir sapkınlıktır. Önlenmesi ve tedavisi için gerekenler yapılmalı, kişi bundan vaz geçinceye kadar toplumsal yaşamdan tecrit gibi yöntemler uygulanmalıdır.
8. Aile yapısının zayıflaması: Aile yapımız, mimari-ahlaki-insanî açıdan yeniden ele alınmalıdır. Üç kuşağın birbirine yakın yaşamasının en doğal ve sağlıklı yaşam olduğu gerçeğinden hareketle ‘yakın-ayrı-yardımlaşılabilen’ ortamlar oluşturulmalıdır. Herkesin kendi sınırlarını bildiği, diğerlerinin haklarına ve özgürlüklerine saygı gösterdiği, üç kuşağın birlikte olduğu, sağlam bir aile yapısı, herkesi kendisine daha iyi hissettirecektir. İmkânlar ölçüsünde aileler genişletilerek torunlar, dede ve nine gözetiminde büyütülmelidir. Küçükler, büyüklere emanet olduğu gibi büyükler de güçleri tükendiğinde yetiştirdikleri çocuklarına emanettir. Gençlere, bu sorumluluk bilinci verilmelidir. Sınırların aşılmadığı geniş aileyi destekleyen sosyal programlar, filmler teşvik edilmelidir. Bu da nesil artışına katkı sunacaktır.
9. Yalnız yaşam: Üniversite eğitimiyle imkânı olan gençler yalnız yaşamaya başlayabilmektedirler. Meslek sahibi olup para kazandıklarında da bu sürmektedir. Bu bir alışkanlık olmamalıdır. Çünkü ‘aile kurmak’ dengeli yaşamın tek yoludur. Toplumun dayanışma ağları, güven duygusu, ailenin oluşturduğu ‘biz’ bilinci zayıfladıkça güçsüzleşmektedir. Güçsüzlük, depresyonun ana nedenidir ve ülkemiz dünyada en çok antidepresan kullanan ikinci ülkedir. Bu nedenle ruhsal sağlığımız için de aile bağlarımızı güçlendirmemiz gerekmektedir.
10. Evlenmenin zorlaştırılması: Aile büyükleri tarafından evlilik kolaylaştırılmalı, gereken destek imkânlar oranında verilmelidir. Evlenecek kişiler de evliliği heveslerinin tatmini olarak görmekten vazgeçip yuva kurdukları bilinciyle hareket etmelidirler. Devletçe de evlilik teşvik edilmelidir.
11. Boşan(ama)ma: Boşanma kararı kolayca alınmamalı, ilerleyen yılların neler getirebileceği iyi düşünülmelidir. Anne-baba için çocuk/lar, boşanmaya engel olacak kadar güçlü ve önemli bir bağdır. Ancak evlilik sürdürülemeyecekse de karı-koca, insanca boşanmalı, karşı tarafı süründürme yolunu tutmamalıdır. Ayrılmış insanlar, boşanamama, mal ayrılığı gibi nedenlerle sorunlu geçmişle yaşamak zorunda kalmamalı, yıllarca yeni bir hayat kurmaktan uzak tutulmamalıdır. Birlikte yaşamak imkansızlaşmışsa boşanma da kolaylaştırılmalı, insanların hayatlarını yeniden kurmalarının yolu açılmalıdır. Boşanılan kişiye ömürlük nafakalar kaldırılmalı, haksız mal paylaşımlarının önüne geçilmeye çalışılmalıdır. Ta ki insanlar boşanma sorunları nedeniyle evlenmekten korkmasınlar.
12. Kadınların eğitim ve iş yaşamı: Nüfusu artan ülkelerin güçlü sosyal devlet uygulamaları bulunmaktadır. Ülkemizde de resmi-resmi olmayan tüm iş yerlerinde, talep sayısı 10’a yükseldiğinde, düşük maliyetli ve kaliteli kreş–gündüz bakım evleri kurulması zorunluluk olmalıdır. Doğum izinleri hem anne hem baba için uzatılmalı, iş güvencesi güçlendirilmeli, istedikleri anda ikisi de yarım gün çalışarak çocuklarını kendileri büyütecek yasal imkâna sahip kılınmalıdır. Mevcut uygulamadaki çalışan anneye 2 yıl ücretsiz izin, çocuk için yeterli değildir. Bu süre üç yıla çıkarılmalı, ayrıca annelere, istedikleri takdirde, çocukları okula başladığı güne kadar ücretsiz izin verilmelidir. Bunun yapılmaması, çalışan annelerin çocuk isteğini sınırlamaktadır. Çalışan annelere esnek çalışma modelleri (kısmi süreli, uzaktan çalışma vb.) sağlanmalıdır. Toplumsal cinsiyet rolleri de yeniden ele alınarak çocuk bakımının yalnızca annenin sorumluluğu olmaktan çıkarılması desteklenmelidir.
13. Sürekli erteleme: Gençler evlenme ve çocuk sahibi olma isteklerini ertelememelidirler. Hayat içinde her iş teker teker yapılmaz. Kişi aynı anda çalışır, evlenir, çocuk büyütür, kariyer yapabilir. Çiftler birbirine yük olmadan, sorumluluk devri yapmadan, birbirine destek olarak bu süreci keyifli hale getirebilirler. Evlenecek gençlere destek olarak devlet de barınma sorununu hafifletecek yeni evlenenler için hazırlanmış uygun kiralı konut projelerini yaygınlaştırmalıdır. Bu durum da hem onların evlenmesine teşvik olacak hem de cesaretlerini artıracaktır.
14. Doğurmanın anlamını kaybetmesi: Evliliğin birkaç nedeninden birisi de çocuk sahibi olmaktır. Çocuk evli çiftleri ‘anne-baba’ yapar ve aralarında kopması zor bir bağ oluşturur. Doğru ve sağlam eğitimden geçen kişiler için çocuk ‘göz aydınlığı ve cennet kokulu cennet kapısı’ olarak tanımlanır. Yaşayanların hakkelyakîn bildiği gibi ‘Her çocuk rızkıyla gelir’. Ailelerin çocukları arttıkça rızıkları da anlaşılmaz bir şekilde artar. (Bazı ülkelerdeki açlık, o ülkelerin zenginliğinin emperyalistlerce çalınması nedeniyledir.) Çünkü her yaratılanın rızkını onu Yaratan hazırlamaktadır. ‘Bana ve anne-babana şükret’ buyuran Yaratıcı, ilginç bir şekilde anne-babaya yapılması gereken şükrü kendisine yaklaştırmaktadır. Bu da bilenler için gerçekten çok büyük bir şereftir.
15. Tıbbi ve cerrahi müdahaleler: Ülkemiz nüfusunu azaltma amaçlı doğum kontrol yöntemlerinin, kaynağı belli fonların devlet kurumları aracılığıyla uygulanmasından vazgeçilmelidir. Kürtaj, ancak annenin hayatı tehlikeye girerse söz konusu olmalıdır. Yoksa ister bir ay ister beş ay olsun bir başka canlının hayatını sonlandırma hakkına kimse sahip olmamalıdır. Sezaryen, çiftlerin veya doktorun isteğiyle değil ancak tıbbi bir zorunluluk olduğu durumlarda uygulanmalıdır. Bu bedenin yara almasıdır. Rahim alma işlemi keyfi soru cevapla değil ancak tıbbi bir zorunluluk olduğunda yapılmalıdır. Bu bir organ eksilmesidir. Kordon bağlama ancak başka çare kalmadığında mümkün olmalıdır. Çünkü bunun geri dönüşü yoktur.
16. Çocuk yetiştir(eme)me korkusu: Önceki kuşakların evlat isteğinin yerini, mevcut resmi ve toplumsal dayatmalar nedeniyle ‘Nasıl bakacağız? Nasıl büyüteceğiz? Nasıl okutacağız? Nasıl evlendireceğiz?’ kaygıları almış durumdadır. Bu kaygılar, ailenin, çocuklarını baş edilmesi gereken sorunlar olarak görmesine neden olmaktadır. Çocuk; giyimi, eğitimi, yönelişleri, kazancı, evliliği ile anne-babanın isteklerini tatmin aracı değildir. Kendi kararlarını vererek yaşamalıdır. Devlet ise aileleri canından bezdiren işsiz gençler ordusunu artıracak 12 yıllık zorunlu eğitim dayatmasından vaz geçmeli, erken yaşlardan itibaren çocukları, mesleki eğitime yönlendirmelidir. Herkes beyaz yakalı masa başı çalışanı olmaya yönlendirilmemeli çünkü bu gerekli bir durum değildir. Meslek sahibi olmak, hayata daha güvenli bakmaya neden olur, bu da nesil artışında etkili olur.
17. Gelecek kaygısı: Yaşanmakta olan nüfus azalması sorununu gidermek için yalnızca doğum teşvikleri, maddi yardımlar yeterli olmaz. Asıl mesele, insanların yeniden bugüne ve geleceğe inanmasını sağlamaktır. Çünkü insanlar, adil bir ortamda, ‘rüşvet, adam kayırma, torpil, ihale, teşvik …’ gibi yol ve yöntemlerle hak ettiklerinden mahrum edilmeden, toplumsal ve bireysel zulme uğramadan yaşamak isterler. Bir ülke için en tehlikeli olan şey, insanların başka ülkelere gitmek istemesinden çok, kendi ülkelerinde kalıp herkesin şikâyetçi olduğu durumların, hiçbir şekilde değişmeyeceğine inanmalarıdır. Sistemin ‘hak ve adalet’ ekseninde kurgulanması zorunludur. Bunun için insanlar ‘ahlaki’ anlamda çok iyi ve sağlam yetiştirilmeli, kimseye muhtaç olmayacak şekilde yaşamlarını kurabilmelidirler. Nüfus azalmasının önüne geçmek için bu ülkede, gençlerin ‘Çocuğum burada huzurla büyür’ diyebileceği bir düzen kurmak gerekmektedir.
18. Kentleşme ve değişen yaşam: Kent yaşamı övgüsünden vazgeçilmelidir. Çünkü kent yaşamı pek çok kişi için ruhsal ve fiziksel sorunların kaynağıdır. Pek çok kişi kentlerin gürültü, kargaşa ve yorgunluğuna dayanamamakta bu nedenle hasta olabilmektedir. Bunalımlara neden olan kalabalıklar içindeki yalnızlıkların nedeni de kentleşmedir. Topraktan ve hayvanlardan uzak bir yaşam, herkesi mutlu edemez. Devlet eliyle alt yapısı hazırlanan köyler, isteyen aileler için uzun vadeli ödemelerle tahsis edilmeli ve insanlar ve özellikle gençler, böyle bir hayatı deneyimlemelidirler. Köy hayatı çocuk yetiştirmeye daha uygun olduğundan bu da nüfus artışına olumlu katkı sunacaktır.
19. Kimlik kaybı: Resmi verilere göre bu ülkenin en az on milyon evladı, dünyanın farklı ülkelerinde çoğu ağır şartlarda hayata tutunmaya çalışırken, en az on milyon yabancı da farklı statülerle ülkemizde bulunmaktadır. Ülkemiz, imkânı olsa pek çok yabancının yerleşmek ve yaşamak istediği bir ülkeyken neden kendi evlatlarına dar gelmektedir? Yurt dışındaki insanımızın bir kısmı, bilgi ve bilinçsizlik nedeniyle kimlik kaybı yaşarken, yurt içindeki insanımızın neden kimlik kaybettiği sorusunun pek çok cevabı bulunmaktadır. Ancak bilinen gerçek, kimlik kaybı yaşayanlar için topraklarımız ‘yurt’ olma değerini de yitirmeye başlamaktadır. İnsanımıza bilinç kazandırmak için tanım ve tarih ezberciliğinden kurtarılmış, bilinen ilk tarihimizden başlatılmış cumhuriyet tarihini de içine alan bir tarih ve edebi zevk verecek bir edebiyat eğitimi verilmelidir.
Sonuç olarak:
Ele aldığımız tüm durumlar değerlendirildiğinde insan kaybımızın milyonları bulduğu ortadadır. Sorumluluk gerektiren konularda, kimsenin ilgilenmemesi, sorumluları aklamaz. Neslimizin doğrudan ve dolaylı azalması konusunda yaşananlar, yalnızca bir tesadüf müdür?
Oysa bilmekteyiz ki Hayatta tesadüf diye bir şey yoktur! Çünkü bu azalma, yalnızca sayısal bir düşüş sorunu değil; toplumun geleceğini, üretim gücünü, aile yapısını, kültürel sürekliliğini doğrudan etkileyen bir süreçtir. Eğer ‘eğitim, ekonomi, toplum ve kültür politikaları’ bir arada ele alınarak gerekenler yapılırsa Türkiye nüfus yapısını koruyabilecek, bugün ve gelecekte, güçlü bir ülke olabilecektir. Biz de bunu arzu etmekteyiz.
Yazarımız Osman Kayaer Emekli Oldu
18.10.2025
İyi bir İNSAN: Aliya|Mehmet Doğan
19.10.2025
Challenge diyen bir Tarihçiye / Fuad Durgun
23.10.2025
Bir cami, bir imam ve cemaat OSMAN KAYAER 28.10.2025
Dindarların Trajedisi YUSUF YAVUZYILMAZ 25.10.2025
Sünnet Üzerine YUSUF YAVUZYILMAZ 19.10.2025
gazze mahkemesi ay’ı RESUL UZAR 21.10.2025