Bir toplumun dili, onun hafızasıdır. Hafızasını kaybeden bir millet, kimliğini de yitirir. Bugün “karı-koca” demeye çekinir hale geldik; yerine “eş” diyoruz. Kulağa modern, tarafsız, hatta kibar geliyor. Ama gerçekten öyle mi? Yoksa, farkında olmadan bizi kimliksizleştiren, cinsiyetsizleştiren bir dil kayması mı yaşıyoruz?
Türkçede “koca” bilge demektir, dağ demektir. “Karı” ise, o dağın başını süsleyen kar gibi saf, temiz ve örtücü olan kadını temsil eder. Kadın ve erkek, birbirinin aynı değil; birbirini tamamlayan iki ayrı cevherdir. Birisi akıldır, diğeri gönül; biri sığınak, diğeri sıcaklık… İşte “karı-koca” ifadesi bu dengeyi, bu tamamlayıcılığı taşır.
Bugünse “eş” kelimesi, bu derin manayı silip süpürmüş durumda. “Eş” sözcüğü, farkları değil benzerlikleri ifade eder. Oysa insan, yaratılış itibarıyla farklıdır; kadın kadındır, erkek erkektir. Farklı olmak, eşitsizlik değildir; tam tersine, hayatın uyumunu mümkün kılan şeydir.
Kelimeler sadece seslerden ibaret değildir; anlam taşır, yön verir. Dilimizi dönüştürenler, zamanla düşüncemizi de dönüştürür. “Eş” kelimesinin aşırı nötr bir biçimde yaygınlaştırılması da bu dönüşümün bir parçası olabilir. Batı dillerinde “husband-wife”, “man-woman”, “mari-femme” gibi ayrımlar korunurken, bizde bu ayrımın silinmesi dikkat çekicidir. Çünkü insan hakları, farklılıkları yok saymakla değil, onları saygıyla korumakla mümkündür.
Üstelik Türkçe ve edebiyatımız, bu zenginliği anlatacak sayısız güzel kelimeye sahip:
Bir kadın, “karım”, “hanımım”, “sultanım”, “zevcem” ya da “refikam” olabilir.
Bir erkek, “kocam”, “beyim”, “efendim”, “reisim” diye anılabilir.
Bu kelimeler birer saygı, sevgi ve aidiyet ifadesidir; soğuk bir “eş” kelimesinden çok daha fazla duygu ve bağ taşır.
Her biri, aile kurumunun içindeki hiyerarşiyi değil, nezaketi ve karşılıklı hürmeti yansıtır.
Kadın ile erkeği aynı potada eritmeye çalışan söylemler, aslında her iki cinsin de fıtratına haksızlık eder. Kadın, doğası gereği zarafet ve merhametin; erkek, dirayet ve koruyuculuğun timsalidir. Ne biri diğerinin üstündedir ne de biri ötekine benzeyerek özgürleşir. Özgürlük, fıtratın inkârında değil, kabulünde saklıdır.
Belki de yeniden hatırlamamız gereken şey şudur: “Eş” olmak değil, “karı-koca” olabilmektir. Çünkü “eş” benzerliği anlatır, “karı-koca” ise birliğin, tamamlayıcılığın ve sevgideki ahengin sembolüdür.
Gerçek aile, iki insanın birbirine benzemesiyle değil, birbirine yürekten eşlik etmesiyle kurulur.
Ve işte o zaman, Furkân Suresi’nde bildirilen dua anlam bulur:
“Rabbimiz! Bize zevcelerimizden ve nesillerimizden göz aydınlığı olacak kimseler ihsan eyle.”
Kelimeleri geri alalım; çünkü kelimeler, insanı geri alır.
Gerçek “kar”ını, gerçek “koca”sını bulma dileğiyle…
Mehmet Altuntaş
1 Kasım 2025 Ankara

ASTP:“Sudan’ın Yaralarını Sarma Vakti”
25.11.2025
Sudan'dan ABD'ye teşekkür
20.11.2025
İçişleri'nden Komünist Başkan'a suç duyurusu
20.11.2025
Feyzullah Akdağ ile Derkenar
23.11.2025
Seyfettin Huca ile Derkenar
09.11.2025
Bir cami, bir imam ve cemaat OSMAN KAYAER 28.10.2025