1930 yılının Ekim ayında dönemin Maliye Bakanı Şükrü Saracoğlu, beraberindeki heyetle ABD'ye gidip 10 milyon dolar borç alıyor. "Borç alan buyruk alır" klişe sözünden yola çıkarak ifade edecek olursak, o tarihten itibaren ABD ile "sömürge" (ağa-maraba) ilişkimiz devreye giriyor. İlerleyen süreçte sadece ekonomik olarak değil, eğitim, kültür ve askerî alanda da ABD'nin tahakkümü altına girmiş olduk. Marshall Yardım Planı (ekonomik olarak bağımlılık), Fulbgrith
Anlaşması (eğitim sisteminde bağımlılık) ve NATO (askerî alanda bağımlılık) sömürge sürecinin temel taşlarıdır...
Merhum Erbakan Hoca’mız, başbakan olduğunda, "Bana ne Amerika'dan" deyip ABD'den bağımsız politikalar sürdürmeye çalıştı ve birçok alanda muvaffak oldu. Erbakan'ın bağımsızlık adına sürdürdüğü siyaset anlayışını biz 1974-1975 yıllarında da görmüştük. Bildiğiniz üzere 1963-1964 yıllarda EOKA Terör Örgütü Kıbrıslı soydaşlarımıza ve din kardeşlerimize yönelik katliam yaptığında dönemin "İnönü Hükümeti" Ada'ya "Barış Harekâtı" yapmak için karar alıyor. Bu kararı haber alan sömürgesi olduğumuz ABD, hemen tepkisel bir tavır içerisinde harekete geçiyor. Dönemin ABD Başkanı Lyndon Baines Johnson, "Barış Harekâtı" teşebbüsümüze ilişkin ültimatom içerikli Türkiye'ye iki adet tehdit mektubu gönderiyor. (Üstelik bu mektupların içeriğinde sadece tehdit değil tahkirat ve aşağılayıcı bir üslup var.) Mektupların muhatabı dönemin "İnönü Hükümeti" hiçbir itirazda bulunmadan derhâl geri adım atıyor. 1974 yılında EOKA Terör Örgütü Kıbrıs'ta tekrar katliama girişince dönemin koalisyon ortağı Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan harekete geçerek Kıbrıs'a çıkarma yapılması gerektiğini Başbakan Bülent Ecevit'e söylüyor.
Ecevit, İsmet İnönü'nün talebesi olması hasebiyle, "Hayır, çıkarma yapamayız, ABD tekrar tepki verir, ben İngiltere'ye gideyim Başbakan James Callaghan ile görüşeyim bu iş diplomasi ile hâllolsun" diyor. (Ada Osmanlı döneminde borç mukabilinde İngiltere'ye kiraya verildiği için Ecevit, "İngiltere'nin Ada üzerinde garantörlük hakkı var, bu nedenle askerî harekâtta bulunamayız" gerekçesi ile Erbakan'ın "Barış Harekâtı" fikrine karşı çıkıyor.) Ecevit, İngiltere Başbakanı James Callaghan ile görüşmeye gidince teamül gereği Ecevit yurda dönene kadar başbakanlık misyonunu Erbakan yüklenmiş oluyor. Erbakan "Başbakan" sıfatıyla dönemin Genelkurmay Başkanı Semih Sancar ile görüşüp ABD, İngiltere ve Ecevit'e rağmen Barış Harekâtı kararı alıyorlar. 20 Temmuz 1974 tarihinin sabahı Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs'a ayak basıyor. Kısacası yürekli insanların karşısında 6. Filo tehdidi işe yaramıyor. Hırsını alamayan ABD Türkiye'ye ambargo uygulamaya koyuluyor. Bu ambargoya misilleme olarak Erbakan, Ecevit'le anlaşıp bütün ABD üslerini (25 Temmuz 1975 tarihinde) kapatıyor.
Beş yıl sonra büyük şeytan ABD'nin buyruğu ile 12 Eylül 1980 tarihinde Askerî İhtilal yapan diktatör Kenan Evren iki hafta içerisinde üsleri tekrar açtı. Kenan Evren'in bizim toplumumuza yapmış olduğu en büyük ihanet budur. ABD hegemonyasından kurtulma yolunda ilerlerken böylesi bir pespaye ihanete maruz kaldık. Kenan Evren diktatörünün ihaneti üzerine tekrar ABD'nin tahakkümü altına girmiş olduk...
Bizim bu satırlarda dikkat çekmek istediğimiz husus, Merhum Erbakan Hoca’mızın ABD emperyalizmine karşı gösterdiği irade ve tavırdır. Bazı siyasîler, "İşte efendim, ABD çok güçlü, biz ABD'ye karşı bir şey yapamayız, ABD'nin hışmına uğramamak için onunla iyi geçinmeliyiz. NATO'dan çıkamayız" gibi teslimiyet ve zillet içerikli beyanatlarda bulunuyorlar. Üstelik ASELSAN'yla, ROKETSAN'ıyla, İHA'larımızla, SİHA'larımızla ve KORAL Hava Savunma Sistemleri'mizle askerî envanterimizi güçlendirmiş olduğumuz böylesi bir dönemde bu zillet içerikli sözler dile getiriliyor. Oysa Merhum Erbakan Hoca’mız ABD üslerini kapattığı dönemde askerî envanterimiz son derece zayıftı ve NATO'ya/ABD'ye bağımlıydık. Buna rağmen ABD'ye restimizi çekmiş üsleri kapatmıştık. Demek ki, bu işler iman ve irade meselesiymiş.
Şimdiki siyasîlere bakıyoruz, ABD ile diplomatik ve ticarî ilişkileri had safhada. En son Şarm el-Şeyh Ateşkes Toplantısı'ndan önce ABD'de bir araya geldiler. Arap ülkeleri liderleriyle birlikte Trump'ın huzurunada oval masa toplantısı yaptılar. Trump hepsine tek tek övgüler yağdırdı. Akabinde Türkiye heyeti Trump ile tek başına görüşme yaptı. Trump kendine özgü şarlatan üslubuyla bizimkilerle adeta dalga geçti: "Bakın şunlara, ne kadar kolay idare edilebilir insanlar. Bunları koyamayacağımız film seti yok. Hollywood'ta böyle yakışıklı jönler yok." Bu sözler ne anlama geliyor? "Biz bunlarla öyle güzel filmler çeviririz ki, Hollywood filmlerine taş çıkartırız. Bunlar benim sözümden çıkmaz. Baksanıza bunlara hepsi benim sözümü dinlemeye hazır." O ara Trump melunu Erdoğan'ı işaret ederek, "Erdoğan çetin ceviz ama benim dostum, ne dediysem yaptı” ifadesini kullandı ve Erdoğan’a teşekkür ederek sözlerini şöyle sürdürdü: "Kendisinden bir takım taleplerim oldu, hepsini yerine getireceğinden eminim." Bir başka demecinde ise, "Kendisine söylemedim ama söylesem hiç kuşkusuz yapar" diyor. Ayrıca Trump, Halkbank üzerinden de bir hatırlatmada bulundu.
O ara Erdoğan'ın Trump'tan bir takım talepleri oldu. Bunlar, F-16'ların yedek parçaları ve parası teslim edilmiş (ortak üretim olan) F-35'lerin teslimatı ilişkin taleplerdi. Erdoğan bu meseleleri hatırlattığında Trump, alaycı bir üslupla tebessüm ederek cevap verme ihtiyacı bile duymuyor. Trump melununun bir başka talebi ise doğalgaz satışına ilişkindi. Elbette bu da kabul ediliyor ve 20 yıllık kontrat yapılıyor. İran'dan 191 liradan alınan doğalgaz ABD'den 600 küsur liraya alınacak. Ayrıca ABD'nin Boeing firmasından 225 adet uçak sipariş verildi.
Bu sözleşmeler sonucu ABD ile ticarî hacmimiz 100 milyar doları geçmiş oluyor. Erdoğan ABD'ye gitmeden önce bir beyanatında, "ABD ile ticaret hacmimizi 100 milyar doların üzerine çıkarmayı hedefliyoruz" demişti. İki parça ile bu hacim aşılmış oldu. Fakat burada bizim dikkatimizi çeken husus, ticarî mutabakat üzere alınan karar gereği ABD'nin bize satacağı ürünlere gümrük muafiyeti getirilirken, bize ise gümrük uygulanıyor. Asimetrik ticaret bu olsa gerek! Bu bile ABD'nin üzerimizdeki tahakkümünü ibraz etmeye yetiyor. Bir başka garabet örneği ise şu: ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Koordinatörü (aslında Suriye Valisi) Tom Barrack New York’ta katıldığı bir toplantıda Trump dönemindeki Türk-Amerikan ilişkilerini tek cümleyle özetledi: “Onlara ihtiyaç duyduklarını verelim: Meşruiyet…”
Şimdi bu sözler ne anlama geliyor? Çok açık ve net olarak ifade edecek olursak, ABD emperyalizmine boyun eğmeyen ülkeler onlar nezdinde illegal oluyor, o aşağılık melunlara boyun eğenler ise zilleti tercih ederek "tahakküm altına girdikleri için legal kisvesiyle" büyük şeytan ABD nezdinde "meşruiyet" kazanmış oluyor. Bunun başka bir anlamı olamaz. Meşruiyetini küresel emperyalist olan kan içici ABD'den almak elbette kabul edilebilir bir durum değil. Bu sözlere mutlaka itiraz mahiyetinde diplomatik bir cevap verilmeliydi. Sayın okuyucumuz, itiraz edilse ne olur? Vakıa olarak Türkiye'nin 1950 tarihinden itibaren durumu bu. Elbette bunun 1930'lara dayanan geçmişi de var. Yazımızın başında bu durumu belirtmiştik. Şunu da ifade etmiş olalım ki, bu zillet elbisesini giyip ABD boyunduruğu altında olan sadece Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri değil, bunların arasında Endonezya'dan tutun Pakistan'a kadar birçok Müslüman ülke var. Düşünebiliyor musunuz, Şarm el-Şeyh Ateşkes Toplantısı'nda, Endonezya Devlet Başkanı Prabowo Subianto Djojohadikusumo yaptığı konuşma esnasında şu zillet içerikli sözleri kullandı: "Batı Asya'da huzur ve barış istiyorsak öncelikli olarak İsrail'in güvenliğini teminat altına almalıyız." Sanki 77 yıldan beri sürekli saldıran, sürekli katliam yapıp işgal ettiği toprakları genişleten İsrail değilmiş gibi konuşuyor. Batılı siyasîlerin sürekli dile getirdiği argüman gibi: "İsrail'in kendini savunma hakkı var." Yahu hangi savunmadan, hangi güvenlikten söz ediyorsunuz? Sürekli saldıran o, sürekli katliam ve soykırım yapan o ama onun güvende olması lazımmış, onun kendisini savunma hakkı varmış! Lânet olsun sizin mantığınıza, lânet olsun sizin anlayışınıza. Bu caniler sadece şu son iki sene içerisinde Gazze'de taş üstünde taş bırakmadılar, 25 bini çocuk olmak üzere 70 binin üzerinde insanı katlettiler. Enkazlar kalktıkça ölü sayısı belki 100 bini, hatta 200 bini geçecek. Kısacası bu iki yıllık süreçte Gazze halkı çok büyük bir soykırıma maruz kaldı, ölü sayısı belli değil, yüzbinlerce yaralı var. Gazze bütün altyapısıyla enkaz yığınına dönmüş bunlar İsrail'in güvenliğinden söz ediyorlar. Bir ABD'li Emeki Albay Wilkinson kadar olamadılar. Wilkinson diyor ki: "Sadece Ortadoğu'da değil, bütün dünyada huzur olması için İsrail yok edilmelidir." Elbette bu olmalı ama işin aslı olarak İsrail'siz bir dünya için ABD hegemonyasına son vermek gerekmektedir. Eğer ABD Siyonist çeteye arka çıkmasa, Siyonist çete işgal ettiği o topraklarda 24 saat barınamaz. Trump bizzat, "İsrail bizim vekil gücümüzdür, bu yüzden biz İsrail'e en gelişmiş silahilarımızı veriyoruz" diyor. Gazze'de katledilen her masumun kanında ABD'nin eli var. Netanyahu ile Trump arasında hiçbir fark yok. İkisi de cani, ikisi de kan içici. Yapılan canavarlık için ikisi de birbirine muhtaç. Netanyahu'dan ne kadar nefret etmek gerekiyorsa Trump'tan da o derece hatta daha fazla nefret etmek gerekmektedir. Fakat bakıyorsunuz Şarm el-Şeyh toplantısında Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif, verdiği silah desteğiyle Gazze’yi yakıp yıkan Trump’a Nobel Barış Ödülü verilmesi teklifinde bulundu. Bu utanç verici bir durum değil mi? Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif bu kahredici teklifte bulunurken hemen yan tarafta bulunan İtalya Başbakanı Meloni büyük bir şaşkınlık içerisinde gözlerini patlatarak avucuyla ağzını kapattı. Meloni ve dünya kamuoyu nasıl şaşkınlık yaşamasın ki? Kan içici Netanyahu canavarına en büyük desteği veren bir meluna "Nobel Barış Ödülü" verilmesi teklif ediliyor. Müslüman ülkelerin başında böylesine teslimiyetçi piyon yöneticiler varken ümmet olarak bizim ABD tasallutundan kurtulmamız mümkün mü? Şu hâlde bizim öncelikli olarak meşruiyetini ABD'den alan teslimiyetçi yöneticilerden kurtulmamız gerekmektedir. Bizim İmâm Humeynî gibi, bizim Necmettin Erbakan gibi liderlere ihtiyacımız var. Merhum Erbakan Hoca'mız 25 Temmuz 1975 tarihinde ABD'nin bütün üslerini kapattı. İmâm Humeynî ise 11 Şubat 1979 tarihinde emperyalist ABD'yi İran coğrafyasından kovdu. Bu işi bütün Müslüman ülke liderleri yapmalı.
Mesele, ABD'nin bölgemizden kovulma meselesidir. Ümmet olarak ABD'nin tasallutundan kurtulmalıyız. 1979 yılında İran bunu başardı.
Ama diğer Müslüman ülkelerin durumu içler acısı. Hâlâ birçok siyasetçi ve onlara payandalık yapan gazeteci zevatın ABD hegemonyasını kabullenmiş hâlleri var. Kısacası statükodan, yani içerisinde bulunduğumuz ve "reelpolitik" diye adlandırılan zillet içerikli hâlimizin devamından yana olan yığınlar var. Her şeyden önce şunu bilmiş olalım ki, ümmet olarak Allah Teâlâ bizim hâlimizden memnun değil. Zira yeryüzündeki misyonumuzdan yüz çevirmiş durumdayız. İslâm'ın önerdiği medeniyetten fersah fersah uzaklaşmışız. Bizim öncelikle Allah Teâlâ'nın rızasına uygun değişim ve dönüşüme ihtiyacımız var. "Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez." (Rad: 11)
İslâm'ın hukuk sistemi ile insicam içerisinde olacak bir müesses nizam oluşturmak ödevindeyiz. İslâm Birliği tesis edilmeli ki müesses nizama kavuşmuş olalım. Böylesi bir yapılanma ABD tasallutundan kurtulmayı da beraberinde getirecektir. Zira, İslâm'ın en büyük özelliği antiemperyalist bir yapıyı önersemiş olmasıdır. "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, iyi olanı tesis eder, olumsuz olanı bertaraf edersiniz." (Al-i İmrân: 110) Ayette geçen iyilik olgusu her türlü güvenliği ve her türlü bayındırlık hizmetini içermektedir. Kötülüğün bertaraf edilmesi ise her türlü sosyal olumsuzluğu içerdiği gibi sömürü düzenlerinin bertaraf edilmesini kapsamaktadır. Bu nedenle diyebiliriz ki, İslâm ümmeti olarak ABD'nin tasallutu altında olmamız en büyük olumsuzluğu ifade etmektedir.
İngiltere’de Zirvede Hangi Türkler Var?
30.09.2025
Kabine bugün toplanıyor
29.09.2025
Dindarların Trajedisi YUSUF YAVUZYILMAZ 25.10.2025
Sumud: Dünyanın Vicdanı YUSUF YAVUZYILMAZ 06.10.2025
Atasoy Ağabey/Ak Saçlı Bilge TALİP ÖZÇELİK 15.10.2025
Üstad'ın Psikanalizi Dr. MEHMET SILAY 09.10.2025
Cumhuriyet Sonrası İslamcılık YUSUF YAVUZYILMAZ 12.10.2025