metrika yandex
  • $42.38
  • 49.23
  • GA41400

Cumhuriyet Sonrası İslamcılık

YUSUF YAVUZYILMAZ
12.10.2025

Kuşku yok ki, Cumhuriyetten sonra İslamcılık, özellikle Tek Parti Döneminde uygulanan devleti tamamen (Laiklik) , halkı ise olabildiğince dinden uzaklaştırma (sekülerleştirme) projesine bir tepki olarak gelişti. Kuşkusuz bu tepkisellik, hatalı davranışlara da yol açmış olabilir. (Cumhuriyet ve demokrasiye karşı hilafet saltanat modelini savunmak gibi.) Ancak Tek Parti dönemi pratiği, İslamcıların devletle barışmasını engelledi ve aralarındaki farklılığı derinleştirerek tahkim etti. Dahası Cumhuriyet modernleşmesi Mehmet Akif ve Said Nursi gibi Kurtuluş Savaşını desteklemiş ve aktif olarak katılmış kişileri bile siyasal merkezden uzaklaştırdı. Bununla da kalmadı İslamcıları sistem dışına itti. " Milli mücadele yıllarında Mustafa Kemal'in din adamlarına yakınlığı birçok tanıklıkla desteklenen bir gerçektir. Milli mücadelenin dinin hilafet gibi siyasal bir temsiliyle birlikte toplumsal bir halas hareketi olarak görülmesi; din adamlarının savaştaki yararlılık ve katkıları ile diğer dinsel göndermeleri milli direnişi dini bir hareket yapmaktaydı... Savaş sonrası konjonktürde devlet ve toplumsal yapının yeniden inşa ameliyesine girişilmesi ile birlikte kurucu zihniyetin dini perspektifiyle din adamlarının beklentileri arasındaki açık mesafe iki taraf arasındaki Milli Mücadelenin pekiştirdiği ittifakı çözmeye doğru itmiştir." ( Şerife Şimşek, Din ve Kadastro, Mahya yayıncılık, s: 24-25)

Türkiye muhafazakar dindarlığının ve İslamcılığın " Cumhuriyet karşıtı " olarak tanımlanması, onların düşüncelerinden çok itildikleri pozisyon ile ilgilidir. Oysa İslamcıların Cumhuriyet modernleşmesini eleştirileri ise son derece haklı nedenlere dayanmaktadır.

Komünizm, Tek Parti Dönemi uygulamaları, şeriat gibi korkular, siyasetteki kamplaşmayı uzun zaman tahkim etti; hala büyük ölçüde tahkim etmeye devam etmektedir. Bu kamplaşmanın doğal sonucu olarak toplumun bir kesimi diğer bölümünü düşman olarak görmeye başlamıştır. Bu durum siyasetteki bölünmenin epistemolojik temelini oluşturur. Böylece siyasette müzakere ve diyaloğun yerini düşmanlık dili aldı. Siyasal alanı vatan hainliği, mürteci, gerici, cumhuriyet düşmanı gibi suçlamalar konsolide etmeye başladı.

Türkiye modernleşmesi dini tümüyle reddetmek yerine ondan faydalanmaya çalışmıştır. Din, devletin bekası için kullanılan bir araca indirgenmiştir. Atatürk'ün Elmalılı Hamdi'ye Kur'an tefsiri yaptırmasının temel nedeni, İslami öze dönüş çabası değil, devletin meşrutiyetine dini bir temel oluşturmak amacıyla idi. DİB'nın kurulması da aynı amaca matuftur.

İlk meclisin açılışından itibaren İkinci grup olarak görev alan ve muhalefet görevini üstlenen İslamcılar, 1924 yılında tasfiye edilince, farklı arayışlara yöneldiler. İslamcıları sessizliğe iten nedenlerden biri de, İstiklal Mahkemelerinin hukuk dışı yargılamalarıdır. Bu mahkemeler " adaletin tesisi için değil, rejimin meşruiyetini pekiştirmek ve muhalefeti tasfiye etmek amacıyla araçsallaştırılmıştır. Yargılamalar yalnızca siyasal düşmanların cezalandırılmasını değil, aynı zamanda kitlelere gözdağı verilmesini ve rejim sadakatinin sahneye konulmasını hedeflemiştir. " (İstiklal Mahkemeleri, Beyan Yayınları, s: 46) Nitekim Cumhuriyet tarihinin ilk muhalif partisi olan TCF, mahkemelerin takibinden kaçamamıştır.

İslamcılar, mevcut koşulları göz önüne alarak köklü bir değişikliğe gittiler. Siyasal merkezde yerlerinin olamayacağından hareketle toplumsal merkeze yöneldiler. Uzun süren suskunluk dönemi Tek Parti baskısının sona ermesiyle farklı bir aşamaya geçildi. İslamcılar, kendilerini sağ muhafazakar milliyetçilik içinde ifade etmeye başladılar. Başlangıçta zorunluluktan kaynaklanan bu tercih zaman içinde, İslam’ın muhafazakarlaşması ve sağcılaşması gibi önemli bir soruna da yol açacaktır. Öyle görülüyor ki, gelinen noktada başlangıçta konjonktürel olan bu tercih zaman içinde dinin sağcılaşması, milliyetçileşmesi ve muhafazakarlaşması gibi olumsuz bir sonuç doğurdu. Bugünlerde bu yönelimin olumsuz sonuçlarını yaşıyoruz.

            Tek parti döneminden itibaren siyasal çevreden uzak tutulan dindar kitleler çevrede biriktirdikleri enerjiyle siyasal merkeze doğru yürümeye başladılar. Bu yürüyüşte merkezi oluşturan Kemalist elitin toplumu okuma konusundaki yetersizliği ve İslamcılara cevap üretmedeki yetersizliği de etkili olmuştur. Laiklik, bir özgürlük aracı değil, merkezdeki modern ulusalcı elitleri koruyan, anı zamanda müslüman kitleleri merkezden uzak tutmayı amaçlayan bir kalkan olmuştur. 28 Şubat bu mücadelenin sahnelendiği tarih kesitidir.

Siyasal merkezden uzaklaştırılan İslamcılık uzun süre toplumsal merkezde var olma savaşına girdi. Bu süreçte halkı yönlendirecek alimlerin azlığı tasavvuf ve tarikat çevrelerini öne çıkardı. Zaman içinde üretilen bu dindarlık anlayışı da gerçek İslam'ın önünde bir engele dönüştü.

Özal Dönemi ile yükselişe geçen İslamcılar,  toplumsal merkezde biriktirdiği muazzam enerjiyle siyasal merkeze doğru harekete geçtiler. Ak parti bu hareketin sonucudur. Ak parti iktidarı tüm yönleri ile tartışılacak ve değerlendirilecektir. Ancak görünen o 'ki, uzun süren iktidar deneyimi yeniden bir sağ muhafazakar milliyetçiliğe dönüşün işaretlerini fazlasıyla veriyor.

Bugünün İslamcılarının önünde salt Modern ulus devletin ürettiği milliyetçilik, ulusalcılık, sağcılık ve muhafazakârlık sorunlar yok, aynı zamanda geleneğin ürettiği rivayetçi, literal, aklı dışlayan, özgürlüğü yok sayan kaderci din anlayışla da mücadele etmek zorundalar.

Öte yandan, Türkiye siyasetinde mağduriyet söylemi, siyasal mücadelenin temel kavramı olmuştur. Ancak mağdurların siyasal iktidarı, aşırı kutuplaşmış ve birbirlerini düşman olarak gören farklı siyasal anlayışlar dolayısıyla özgürleşme yerine intikam alma davranışına yönelmiştir. Bunun temel nedeni kutuplaştırıcı dilin hala siyasette iş görmesidir. Asıl işlenen korku, ötekiler geldiğinde yaşanacaklardır. Kitleler bu negatif dil üzerinden mobilize edilir. İslamcılar negatif dil üzerinden değil, insanların vicdanına hitap eden ahlaki bir dil geliştirmekle yükümlüdür.

            Toplumda özgürlükler konusunda ortak bir anlayışın yerleşmemesi, her iktidar değişikliğinde köklü değişimlere sebep olmaktadır. Bu dönemlerde hukuk, adaleti sağlamak misyonundan uzaklaşarak muhalefeti terbiye etmek amacıyla araçsallaştırılmaktadır. Bu durum hukukun ideolojik bir varacak dönüştüğünü göstermektedir. Bu yüzden İslamcılar kendisi gibi inanmayan toplum kesimleriyle vicdan temelinde ortak hareket etmenin yollarını aramalıdır. (Hılfu’l fudul örneği)

Yaşadığımız dönemin en büyük sorunu Müslümanların özgürlük adına kabul edilebilir bir proje geliştirememiş olmalarıdır. Tam tersine, uzun yıllardır, İslam toprakları baskı ve sömürünün diyarları olmuştur.

Ziya Paşa'nın aşağıdaki ifadeleri bu gerçeği dile getirir.

"Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kaşaneler gördüm

Dolaştım mülk-i İslam'ı bütün viraneler gördüm"

(Küfür diyarını (Batıyı) gezdim, orada bayındır şehirler, köşkler gördüm

İslam ülkelerini dolaştım bütün viraneler gördüm) Müslümanlar kendi bölgelerini dünyada ezilenler için sığınılacak bir özgürlükler diyarı yapmalıdır.

Müslümanlar dünyaya örnek olacak bir özgürlük tasavvuru geliştirmekle yükümlüdür. Modern aydınlanma düşüncesi, özgürlüğü insanın Tanrı'nın egemenliğinden kurtulmak olarak tanımlar. İslam ise içten ve dıştan gelen her türlü baskı araçlarından uzaklaşarak Allah'a bağlanmasına özgürlük adını verir.

Özgürlükten söz edebilmek için, insanın önünde seçim yapabileceği en az iki seçenek olmalıdır. Bu seçeneklerden birini seçmek ve yapılan seçim doğrultusunda eylemde bulunmak özgürlük için olmazsa olmazdır.

Modern özgürlük anlayışı, özgürlüğün önündeki engellerin bireyin dışından geldiğini savunur. Oysa İslam, bizzat insanın nefsi arzularının da özgürlüğün önünde bir engel olarak görür. Bu yüzden arzu ve isteklerini ilah edilenleri eleştirir. Modern özgürlük öznenin dışsal bir baskı olmaksızın nefsin isteklerine göre davranmasını özgürlük olarak görürken, İslam bunu özgürlüğün önünde bir engel olarak görür. Bu iki farklı anlayışa işaret eder. "Modernlikle birlikte, imansız-ahlaksız akıl, zulmü ve sömürgeciliği meşrulaştırırken, akılsız ve düşüncesiz iman da edilgenliği ve teslimiyetçiliği meşrulaştırdı."(Atasoy Müftüoğlu, Hiçliğin Kıyısında, Mahya Yayınları, s.94)

İslamcılar, iktidar sorunu üzerinde de düşünmelidirler. “Ak Parti'nin 20 yılı aşan iktidar deneyimi dindarların demokrasi, laiklik, Kemalizm ve Türk milliyetçiliği algısını ne ölçüde değiştirip dönüştürdü?” sorusu analiz edilmeye değer bir sorudur.

Geçmişte başarılı bir muhalefet dili geliştiren İslamcılığın, nasıl bir iktidar dili geliştirdiği sorgulanmalıdır. Bu anlamda “Ak partinin 20 yılı aşan iktidarı, dindarların devlet algısını ve anlayışını nasıl ve ne yönde değiştirdi?” sorusu cevaplanması gereken hayati derecede bir sorudur.

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Memedali | 12.10.2025 11:44
Tespit yerinde "Bugünün İslamcılarının önünde salt Modern ulus devletin ürettiği milliyetçilik, ulusalcılık, sağcılık ve muhafazakârlık sorunlar yok, aynı zamanda geleneğin ürettiği rivayetçi, literal, aklı dışlayan, özgürlüğü yok sayan kaderci din anlayışla da mücadele etmek zorundalar"