Dünya gerçekten Platon'un veya Sufilerin iddia ettiği gibi bir gölgeler evreni ise,kendi başına bir varlığı yoksa,varlığı bir başkasına bağlı ise dünya hayatına bu kadar bağlanmanın anlamı ne? Kuşkusuz sadece içinde yaşadığımız varlık dünyasını ele alırsak, her şeyin değişmekte olduğunu savunan ve buradan hareketle doğru bilginin olamayacağını söyleyen sofistler haklıdır. Evrensel ve kalıcı değerler için mutlaka insanüstü bir kaynağı referans almak zorundayız.
Şu bir gerçek ki, ideolojik paradigmamız ne ise olayları onun süzgecinden geçirerek değerlendiriyorsunuz. Gerçekliği asla kuşku duymadığınız ölçünün içinden anlamlandırıyorsunuz. Oysa bütün ideolojiler yanılgıya açık bir ölçüt sunabilirler. İnsan yanılmaz değil ki? Bundan dolayı milliyetçilik, İslamcılık, Kemalizm, sosyalizm size tartışılmaz hakikatler sunamazlar. Onları ancak din konumuna yükseltirseniz, uğruna ölünecek bir değerler sistemi üretirsiniz. Ancak din de bir tanedir ve ancak ona inananların kurtuluşa edeceklerini bildirmektedir.
Bilginin kötülüğü önlediği (bilim, felsefe, edebiyat) yaygın bir kanaattir. Aydınlanma felsefesinin son üç yüz yılda yarattığı bilgi birikimi modern Batı düşüncesini doğurdu. Son üç yüzyılda dünyada olan kıyımlar tarihin her döneminden daha fazladır. Dolayısıyla bilgi ve adalet arasında doğrudan ilişki kurulamaz. Doğru ilişki kurulacak olan bilgi ile ahlak arasındadır.
Kuşkusuz emperyalizm, çok sağlam bilgi sistemi üzerine kuruludur. Emperyalizmin oluşumunda modern bilginin büyük bir etkisi vardır. İnsanı insan yapan bilgi değil, bilgiyi nasıl ve ne şekilde kullandığıdır. Batılıların modern bilginin gelişimi olan son üç yüz yıllık dönemde Afrika ve dünyanın geri kalanını talan ettiler. Bilgi-ahlak ve adalet ilişkisini yeniden tartışmak gerektiği açıktır. İnsanın saldırganlığını, açgözlülüğünü önleyen bilgi değil ahlaktır.
Bir ya da birkaç kişinin davranışıyla bir toplumun tepkilerini değerlendirip genelleme yapmak sorunlu bir yaklaşımdır. Karl Popper'ın deyimiyle tümevarımın imkansızlığıdır bu. Bin tane beyaz kuğu, "bütün kuğular beyazdır" önermesini doğrulamaya yetmez. Çünkü bin birinci siyah olabilir. Bundan dolayı bilimselliğin ölçütü "doğrulamak" değil "yanlışlanabilirlik" olmalıdır. Bin beyaz kuğu, "bütün kuğular beyazdır" önermesini doğrulamaya yetmez, ama bir tane siyah kuğu "bütün kuğular beyaz değildir" önermesini doğrulamaya yeter.
Her medeniyetin özgün parametreleri vardır.
Kuşkusuz medeniyetlerin doğuşu, başka medeniyetlerin birikiminden yaralanma kapasitesi ile ilgilidir. İslam düşüncesinin oluşumunda Yunan'dan yapılan tercüme faaliyetlerinin büyük bir etkisi vardır. Küçük bir Beytü'l Hikme (Hikmet Evi) araştırması bile yeterlidir tercümenin önemini anlamak için. Batı medeniyetinin oluşumunda da İslam dünyasından yapılan eleştirilerin büyük katkısı olmuştur. Kuşkusuz kendi içine kapanan medeniyetlerin sıçrama yapması zordur."
Her insan dünyaya belli bir paradigmanın içinden bakıyor. İslam, Liberalizm, Sosyalizm, Kemalizm, Sünnilik, Alevilik, Şiilik, Milliyetçilik birer paradigmadır. Her paradigmanın kendine özgü bir kavramsal sistemi vardır. Sorun şu: Ya kullandığınız paradigma yanlışsa. O zaman yaptığınız bütün eleştirileri yanlış ölçütle yaptınız demektir. Unutmayın her paradigma kendi içinde tutarlıdır. Bir kavramsal sistemin tutarlı olması doğru olduğu anlamına gelmez. İslam doğru bir paradigma sunduğunu iddia eder. Tercih sizin. Unutmayın yanlış ölçütle doğru sonuç elde edemezsiniz.
Medeniyetlerin doğuşunda tercüme faaliyetleri yaşamsal bir faktördür. İslam medeniyetinin oluşumunda Yunan, Batı medeniyetinin oluşumunda İslam dünyasından yapılan tercümeler birincil önemdedir."
Paradigma tümüyle hakikati dillendiriyor olsa da yine yorum o paradigmanın içinden konuşan insan tarafından yapılacaktır. İnsan ontolojik olarak bilgisi eksik, tarihsel ve sınırlı olduğundan yorum sübjektif olacaktır.
Entelektüel bir tartışma için yeterli bilgi, ahlaki bir dil ve hakikati sadece kendinin temsil etmediği bilincinde olmak gerekir. Yoksa tartışmanın günlük kahvehane diline dönmemesi imkansızdır. Oradan bir şey çıkmayacağı açıktır. Bu tür bir tartışmanın öznesi olmamak gerekir.”
Şunu anlamak gerekir ki, tarihi, din, kültür ve din açısından milliyetçilik-muhafazakarlık ve İslami düşünce birikimi arasında olan yakınlık; kuşkusuz İslam ile sol arasında olmamıştır.
Mustafa Sıbai ve Nurettin Topçu'nun gayretlerine karşın, sol düşüncenin ateist genetiği uzlaşmanın önündeki en büyük engeldir.
Topçu, bu engeli aşmak için sosyalizme yaslanmış, olumlamış, komünizmi ise ateist karakterinden dolayı reddetmiştir. Topçu'nun bu çabasının etkisi dar bir entelektüel camia ile sınırlı kalmıştır."
Devam Edecek
Ebu Ubeyde: Nasrallah'ın yasını tutuyoruz
28.09.2024
HİZBULLAH'IN FİLİSTİN SINAVI | HAZIM KORAL
28.09.2024
Lübnan sınırında ilk sıcak temas
02.10.2024
Tebaa ve İtizalciler | Muharrem Balcı
11.09.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024