Kur’ân’ın kadın hakları ve adalet eşitlik kavramları Nebi’nin vefatından sonra çarpıtılarak, tekrar geriye döndürülmüş, kazanımlar kaybedilmişti. Bu hususu bir sahabe şöyle ifade etmişti: İbn Ömer (r.a.) şöyle diyor: “Biz Peygamber (s.) zamanında hakkımızda vahiy indirilir korkusuyla hanımlarımıza karşı söz söylemekten ve istediğimiz gibi davranmaktan çekinirdik. Ancak Peygamber (s.) vefat edince istediğimizi söylemeye ve rahat davranmaya başladık.”
.Allah Resûlü’ne gelen vahyin Mekke’de inen bölümü genellikle temel ve evrensel gerçeklere işaret eder. Bu ayetlerin ortak özelliklerinden biri de insanlığın temel sorunlarına ve sorularına ilahi çözümler ve cevaplardır.
Vahiy bir taraftan muhataplarının inanç ve iman dünyalarını ve kavramlarını inşa ederken bir yandan da insanlığa hedefler gösteriyor, onları maddi ve manevi güçlü bir ıslaha hazırlıyordu. Medine’de ise vahyin hayata uygulanmasıyla insanlığa bir örnek toplum, bir örnek düzen gösteriliyordu. Medine’de kurulan örnek toplum ve düzen; o coğrafya ve çağda mevcut insan potansiyeliyle nebinin öğretmenliği ve çabalarıyla sınırlı gücüyle kurabildiği örnek bir düzendi.
Ancak bu örnek; insanlığın ulaşabildiği en iyi örnek miydi? Veya insanlığın son aşaması mıydı? Nebi ve onun sahabesinin bütün çaba ve gayretlerine rağmen bu toplumda da insanlığın yaradılıştan getirdiği zaaflar ve zayıflıklar elbette vardı. Yanlışsız insan olamayacağı gibi yanlışsız ve günahsız bir toplum da mümkün değildi. Ancak İslâm, sıfırdan bir topluma değil hataları ve yanlışlarıyla yaşayan bir topluma inmişti. Kur’ân inananları vahiyle boyadı, inanç ve kavram dünyalarını yeniden inşa etti. Ancak iş uygulamaya gelince işin içine yanlışlar, zaaflar, günahlar girecekti.
Nebi’nin insan olarak gücü sınırlıydı, görevini en iyi şekilde yapsa da insanın ve toplumun değişmesi ve bu değişimi sonsuza kadar devam ettirmesi de sınırlı olacaktı. Neticede Kur’ân ve Nebi’nin uygulamaları cahiliye toplumunu bir noktadan çok daha iyi bir noktaya gelecek şekilde ıslah etti. Ancak insanlığın, Rabbimizin gösterdiği nihai hedefe ve noktaya tam ulaştığı söylenemez. Örneğin Beled suresinde Rabbimiz insanlığa zor, ancak zirveye varacak yol olarak gösterdiği akabe: İnsanlığı kölelikten kurtarmak, yoksulluğu kaldırmak hedefleri hiçbir zaman hiçbir dönemde tamamen ortadan kaldırılamayacak hedeflerdir.
Ancak bir toplum bu hedeflere ne kadar yaklaşırsa o ölçüde ıslah olmuştur.
Mekki bir sure olan Beled suresinde insanlığa hedef olarak gösterilen insanlığı kölelikten kurtarma hedefi, Medine’de büyük ölçüde başarılmışsa da tamamen sıfırlanamamıştır.
Cahiliyeden kalma örfi dirençle, kabileler, toplumlar arası hukuktan kaynaklanan sebeplerle kölelik tamamen kaldırılamamıştır. Köle stoku azatlarla, anlaşmalarla, zekât harcamalarıyla, kölelik sebeplerinin ortadan kaldırılmasıyla büyük ölçüde azaltılmasına rağmen tamamen bitirilememiştir.
Halifeler döneminden sonra saltanat döneminde, savaşlar tekrar köle almak ve satarak gelir elde etme amacına yönelince, neredeyse sona ermek üzere olan kölelik tekrar canlandırılmıştır.
Aynı olaylar kadın hakları ve aile için de tekrar etmiş, Kur’ân’ın kadın hakları ve adalet, eşitlik kavramları Nebi’nin vefatından sonra çarpıtılarak tekrar geriye döndürülmüş, kazanımlar kaybedilmişti. Bu hususu bir sahabe şöyle ifade etmişti:
İbn Ömer (r.a.) şöyle diyor: “Biz Peygamber (s.) zamanında hakkımızda vahiy indirilir korkusuyla hanımlarımıza karşı söz söylemekten ve istediğimiz gibi davranmaktan çekinirdik. Ancak Peygamber (s.) vefat edince istediğimizi söylemeye ve rahat davranmaya başladık.” (Buhârî, Nikah, 81)
Bu sebeple, bugün ve geçmişteki yanlış uygulamaları, tarih içinde İslâm topluluklarının kadına ve aileye bakışını değil, vahyi/Kur’ân’ı ve Resûlüllah’ın uygulamalarını esas alarak İslâm’ın kadın, aile ve evlilik konusuna bakışını anlamaya çalışalım.
Kadın ve Erkek Yaratan Allah’tan başka bütün yaratılanlar çift kutupludur. Kadın ve erkek, insan neslinin çift kutbu ve çift ayağıdır. Kadın ve erkek birbirinin rakibi değil tamamlayıcısıdır. Eşler birbirlerinin eksik yanıdır.
Kadın ve erkek insanlık çadırının birbirine yaslanan iki direğidir. Eşler arasında sevgi ve merhamet, Allah’ın fıtrata yerleştirdiği duygulardır. Evliliğin amaçlarından biri, bu vesileyle aile içinde huzur bulmaktır. Eşlerin eksik duygularını sevgi ve merhametlerini huzurlarını tamamlamaktır. (Rûm Suresi 21)
Evliliğin ikinci amacı; üremek, çoğalmak insan neslini devam ettirmektir. Bu da evliliğin biyolojik tarafıdır. Bütün canlı varlıklar gibi insanda neslini devam ettirmek amacındadır. (Şûrâ Suresi 11)
Evlilik ve ailenin bu iki amaç ve hedefini birbirinden isteyerek ayırmak, insanın doğasına ve ilahi amaca aykırıdır.
Kadın ve erkek birlikteliği sadece duygusal tatmin veya sadece üreme olursa o evlilik eksik kalmıştır. Batı medeniyeti kadın erkek cinselliğini sadece duygusal tatmine bağlayıp evlilik kurumunu yıpratmıştır.
Batı işgücü açığını kapatmak için kadınları aileden soyutlayıp iş ortamına çekerek yalnızlaştırmış, çocuk yapmanın kadının kariyerinin önünde bir engel olduğunu, aile hayatının kadının özgürlüğünün yok olmasına sebep olduğunu iddia ederek kadını fitri misyonundan koparmıştır. Batı felsefesi ürünü olan feminizm, kadının erkekleri düşman ve rakip görmesine, aileden kopmasına sebep olmuştur.
İslâm dünyası ise, Nebi’nin vefatından sonra kadın haklarındaki ilerlemeyi, aileyi geliştirmeyi bir yana bırakmış, eski geleneksel kadın-erkek ilişkilerine dönmeye başlamış, kadınların toplumdaki yeri tekrar cahiliye dönemine doğru gerilemiştir.
Kur’ân ayetleri değişmediğine göre bu geri gidişe gerekçe olarak uydurma hadis ve rivayetler üretilmiş, kadın kutsallarla tekrar arka plana itilmiştir.
Kur’ân ayetleri de bu görüşlere uygun olarak tefsir edilmeye çalışılmış veya görmezden gelinmiştir. Bu sebeple biz bu incelememiz de mihenk olan Kur’ân’da kadın ve evlilik üzerinde durmaya çalışacağız. Öncelikle bu konuya, en fazla yanlış anlaşılan veya anlamı kaydırılan kavramlardan başlamak konuyu doğru anlamak için şarttır. Kavramların anlamını doğru anlamak için Kur’ân bize iki yol tavsiye etmiştir.
Bu yolardan birincisi, her kavramı Kur’ân’ın bütünlüğü içinde diğer benzer Kur’ân ayetleriyle açıklamaktır.
Buna Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsir etmek diyebiliriz. İkincisi ise, Kur’ân ayetlerinin (mesâni) yani ikişerli bir sistem içinde yine Kur’ân tarafından açıklanmasıdır. Bu ikişerli sistem her kavramın zıt kavramları ve benzer kavramları olduğunu bilerek bu kavramları anlamayı gerektirir. Yine Kur’ân’da aynı kavramın veya açıklamanın tekrarlarına da dikkat etmek doğru bir anlamlandırma için gereklidir.
İtaat (Boyun Eğme) Kadın erkek ilişkisinde yanlış yorumlanan ayetlerin başında Nisâ suresi 34. ayet gelmektedir: ‘Erkekler kadınları, Allahın kendilerine onlardan daha fazla bağışladığı nimetler ve sahip oldukları servetten yapabilecekleri harcamalarla koruyup gözetirler.
İslâm dünyası Nebi’nin vefatından sonra kadın haklarındaki ilerlemeyi, aileyi geliştirmeyi bir yana bırakmış, eski geleneksel kadın-erkek ilişkilerine dönmeye başlamış, kadınların toplumdaki yeri tekrar cahiliye dönemine doğru gerilemiştir. Kur’ân ayetleri değişmediğine göre bu geri gidişe gerekçe olarak uydurma hadis ve rivayetler üretilmiş, kadın kutsallarla tekrar arka plana itilmiştir.
Dürüst ve erdemli kadınlar, gerçekten Allah’ın koru(nmasını buyur)duğu mahremiyeti koruyan sadık ve itaatkâr kadınlardır. Kötü niyetlerinden korktuğunuz kadınlara gelince, onlara (önce) nasihat edin, sonra yatakta yalnız bırakın, sonra darabe edin(dövün), bundan sonra itaat ederlerse onları incitmekten kaçının. Allah gerçekten yücedir, büyüktür’. (Nisâ Suresi 34)
Öncelikle bu ayette geçen kavramlardan ‘itaat ederlerse’ kavramı üzerinde duralım: Birçok geleneksel tefsirde bu itaatin kocaya olduğuna işaret edilmektedir. Ancak kadınların itaati kocalarına değil Allah’adır. 33. surenin 35. ayetinde: Allaha teslim olan, itaat eden erkekler ve kadınlar denilmektedir (gânitîne vel gânitâti). İtaat, bu ayette erkek ve kadınlar için ortak bir emirdir. ‘Gânita’ emri her iki cins için de Allah’a yönelik olup ‘birbirlerine itaat’ yani ‘gönülden teslim olma’ gibi bir anlamı yoktur.
Yine ahiretteki pişmanlıkları anlatan 33. surenin 66. ayetinde: “Yevme tugallebu vucûhuhum finnâri yegûlûne yâ leytenâ eta’nallâhe ve eta’nerrasûle.” Yani “Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygamber’e de itaat etseydik! derler.” Tâ-Hâ suresi 123’te: “İkiniz buradan inin düşman olarak. Benden size bir rehber gelirse kim benim rehberime uyarsa gânit ve gânita olun.
İyi kadınlar Allah’a itaat eden kadınlardır. Kimsenin olmadığı yerde kendilerini korusunlar.” Bu sebeple Nisa suresi 34’deki ayette: “Allah ben sizi koruyorum.
Siz de kendinizi koruyun. Sizde itaat edin.’ Allah’ın onları korumasına karşılık dürüst ve erdemli kadınlar, gerçekten Allah’ın koru(nmasını buyur)duğu mahremiyeti koruyan sadık ve itaatkâr kadınlardır.’ denilmektedir. Üstünlük (Efdâliyet) Farklı Özellikler Nisâ suresi 34’te geçen klasik tefsirlerde ‘yönetici-hâkim’ olarak manalandırılan ikinci kritik bir kavram; ‘kavvâm’dır. Kavvâm kelimesi Kur’ân’da 5. surenin 8. ayetinde ‘gözetici-koruyucu’ anlamında kullanılmıştır (adaleti ayakta tutanlar, koruyanlar gözetenler: adaletin üstünde olanlar değil).
Nisâ suresi 32. ayette: “Birbirinize üstünlük kılan şeyleri istemeyin!” denilmiştir. Bu ayet; erkek veya kadınların bazı yönlerden birbirlerinden üstün olduklarını gösterir. Erkeklerin kadınlar üzerinde bir derecesi vardır, denirken, mirasta iki hisse almaları, çok evlilik ruhsatının işaret edildiğini düşünebiliriz. Kadınlar için mehir almaları, ev ve aile için harcama yapmamaları, çocuk yetiştirmeleri, şefkat ve merhametleri, duygusal davranmaları da onlara verilen doğal efdâliyet(üstünlük) olarak görülebilir.
O hâlde “Birbirinize üstünlük kılan şeyleri istemeyin!” denilmesi, erkeğin erkek gibi kadının da kadın gibi olmalarına, birbirlerinin rollerini çalmamalarına, birbirlerine üstünlük taslamamalarına bir işarettir. Ra’d 4. ayette geçen efdâliyet; “Biz yiyecekte onları üstün(farklı üstünlükler) kılıyoruz.”
Yiyeceklerdeki farklı özelliklere işarettir. Sebe’ 10. ayette geçen “Davud’u üstün kıldık.” tabiri Davud Peygamber’in diğer resûllerden üstün olduğunu değil farklı bazı vasıflarda, örneğin güç ve devlet yönetimi gibi bazı üstün özelliklerine işarettir.
Türkçe meallerin birçoğu, ayetin ilk cümlesini “Erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler” biçiminde yanlış olarak çevirmişlerdir. “Kavvâme” kelimesini Kur’ân boyunca “gözetmek, dikkat etmek, ayakta tutmak” diye çeviren bu meallerin (4:135; 5:8; 4:127; 2:229; 20:14; 55:9) sıra kadına gelince aynı kelimeye “hâkim, yönetici” diye anlam vermeleri, erkek despotluğunun Kur’ân çevirilerine yansıtılmasının bir örneğidir.
Erkeklerin kavvâm olmaları onların, toplumun emniyet ve güvenliğini sağlamak görevi ve özelliği ile yaratılmış olduklarını belirtmektir.
Erkeklerin kavvâm olmaları, kadınların itaat edeceği yönetici veya hâkim oldukları anlamına gelmemektedir. Kadınlar ise toplumun ve çocukların yetiştirilmesi ve eğitimiyle O hâlde birbirinize üstünlük kılan şeyleri istemeyin, denilmesi erkeğin erkek gibi kadının da kadın gibi olmalarına, birbirlerinin rollerini çalmamalarına, birbirlerine üstünlük taslamamalarına da bir işarettir.
Cahiliyeden Feminizme Kadın, Erkek ve Aile görevli şefkat ve merhamet özellikleri ve üstünlükleri ile öne geçmiştir.
Nuşûz
Nisâ 34’de diklenme anlamında çevrilen kelime nuşûz kelimesidir. Nuşûz kadınlara has bir kavram değildir. Kur’ân erkeklerin de nuşûzundan bahseder. (Nisâ 128)
Nuşûzundan korktuğunuz: diklenme ve başkasında gözü olan anlamında bu kelime iki ayette geçer Nisâ 128’de erkek kalıbıyla; “kocasının nuşûzundan korkarsa; (gözü başkasında veya terk edecek, boşayacak anlamlarında) ikisinin arasında sulh yapmalarında günah yoktur.” der.
Nefisler kıskançlık için hazır yaratılmıştır. Kıskançlık, başkasında gözü olmasına delalettir. Kadının nuşûzu: kadının kendisini gerektiği gibi fuhuştan ve yatağa başkasını almaktan koruyamamasıdır yani ırzını korumamasıdır.
Yani saliha olmamasıdır. Nisa 34’te geçen: “Onlara nasihat edin. Yataklarınızdan ayrılın!” emri bu sebeple verilmiştir. Nebi Veda Hutbesi’nde: “Açık bir fahişelikle gelirlerse başka. Onu yaparlarsa yataklarında yalnız bırakın.” diyerek bu ayeti işaret etmiştir. Nuşûz hâlinde yani zina şüphesi ve teşebbüsü hâlinde bir kadının yatağını ayırmak ona bir ceza değildir.
Çünkü erkek te kadından ayrılmış o da ceza çekmiş olur. Yatağı ayırmak; zina şüphesinde kadının hamile kalıp kalmadığını ve bu gerçekse doğacak çocuğun nesebinin tayini bakımından bir tedbirdir.
O hâlde nuşûzun burada zina teşebbüsü ve şüphesi olarak kullanıldığını anlayabiliriz. O hâlde darabe sadece zinaya yaklaşan veya ırzını koruyamadığına dair kuvvetli belirtileri olan kadınlara karşı bir tedbirdir diyebiliriz.
Veda Haccı’nda Kadınların Durumu ‘Kadınlar hakkında Allah’tan korkunuz. Çünkü siz, onları Allahın emaneti olarak aldınız. Allahın sözü uyarınca ırzlarını kendinize helal edindiniz. Onların, sizin yatağınıza, istemediğiniz bir kimseyi yatırmamaları, sizin onların üzerindeki haklarınızdandır.
Eğer böyle bir şey yaparlarsa hafifçe onları darabe yapın. Sizin de onların geçimlerini ve giyimlerini sağlamanız, onların sizin üzerinizdeki haklarındandır. (Müslim Hac B. 19 H. 147) Nur suresinin 6. ayetinde: Kocanın karısının zina yaptığına dair kendisinden başka şahit yoksa kadının inkâr yeminiyle zina cezası uygulanamaz.
Kocaya da iddiasında ısrarlıysa ayrılmaktan başka bir cezaya da müsaade edilmemiştir.
Nisâ 34’te ayetin devamında ise; ‘eğer itaat ederlerse başka yol arama.’ denilerek Allaha itaat etmeleri hâlinde ayrılmaktan başka bir yol aranmaması, kadına şiddet uygulanmaması veya daha ağır bir duruma muhatap kılınmamasına dikkat çekilmiştir.
Kur’ân’ın açıklama yöntemlerinden olan mesâni yani ikişerli sistemle Nisâ 34, Nur suresinin 6. ayetiyle açıklanmıştır.
Darabe Nisa 34’te geçen ve birçok klasik tefsirde ‘dövmek’ olarak manalandırılan darabe kelimesi çok anlamlı bir kelimedir. Drb kelimesi her iş için kullanılır. ‘Koymak’, ‘yürümek’, ‘deveyi yürütme’ anlamına geliyor.
Vadribûhunne: eski tefsirlerde dövün olarak manalandırılıp sonra da ‘ama’ deyip ifadeyi yumuşatılmaya çalışılıyor. Semboliktir deniyor. Mendille veya havluyla veya misvakla vurun, diyorlar. Ata; ‘zina tespiti hâlinde’ diyor. Resûlüllah’ın uygulamalarında bu yok, Nebi’nin örnekliğinden ve hadislerden dolayı dövülmez diyorlar. İbni Aşur; dövme burada Kur’ân’ın indiği dönemdeki toplumun uygulamasına dayanıyor diyor. Kocanın karısını dövebilmesi için o dönemde toplumda ayıpsa yapmayın diyor
Oysa “darabe” kelimesi çok anlamlı bir kelime olup Kur’ân’da bağlamına göre farklı anlamlara gelir: Seyahat etmek, dışarı çıkmak: 2:273; 3:156; 4:101. Vurmak: 2:60,73; 7:160; 8:12; 20:77; 24:31; 26:63; 37:93. Dövmek: 8:50; 47:27. Ortaya koymak: 43:58; 47:27. (Örnek) vermek: 14:24,45; 16:75,76; 16:112; 18:32,45... Sorumluluğu kaldırmak: 43:5. Mahkum olmak: 2:61. Kapamak, vurmak: 18:11. Örtmek: 24:31. Açıklamak: 13:17.
Hukuk; kuralların cebren uygulanmasıdır. Ancak görgü kuralları ve geleneklerin cebri bir yaptırımı yoktur. O hâlde hukuktan bahsetmek kuralların güçle uygulanmasından bahsetmektir. Bu sebeple aile hukukunun ihlalinde de günümüzdeki hukukta da kamu gücü kullanıldığı gibi İslâm Hukukunda da güç kullanılır. Bugün çocukların icra ile teslimi veya alınması, eşe yaklaşmama cezası, kelepçe, tutuklama, hapis vs. fiili bir tedbir ve müdahaleye işaret eden birer uygulamadır.
Bu sebeple ‘darabe’ kelimesi de bütün anlamlarıyla hukuki bir kavram tedbir ceza olarak kullanılabilir. Çünkü ‘darabe’ fiili çok anlamlı olmasına rağmen, bütün manalarının ortak özelliği fiili bir müdahaleye işaret etmesidir. O hâlde darabeyi nuşûz hâlindeki (zinaya teşebbüs etmiş veya edecek, yani zinaya yaklaşacak veya 4 şahitle ispat edilemeyen kuvvetli zina şüphesi) kadına ‘fiili müdahale’ olarak anlamak doğrudur.
Bu fiili müdahale darabenin çok anlamlı yapısından dolayı çok farklı olabilecektir. Örneğin çıkartmak ve yürümek anlamını esas alırsanız, nuşûz hâlindeki (zinaya teşebbüs etmiş veya edecek, yani zinaya yaklaşacak veya 4 şahitle ispat edilemeyen kuvvetli zina şüphesi) kadını ‘evden çıkarın, uzaklaştırın’ anlamı verilebildiği gibi kapamak-örtmek anlamından zinaya teşebbüs eden kadınları ‘evlerine kapayın, zinaya müsaade etmeyin’ anlamı da verilebilir. Bütün anlamları gerek tedbiri olarak, gerekse ceza olarak bir fiili müdahaleyi işaret eder.
Bu müdahale yani darabe iki amaçla yapılabilir:
1. Bir kötülüğü ve günahı (zina ve zinaya yaklaştıran filleri) engellemek amacıyla tedbir olarak (emri bil maruf nehyi anil münker veya hadisteki gibi bir kötülüğü ‘elle düzeltmek’, aşırıya kaçmadan gerektiği kadar müdahale ederek, onurunu kırmadan, fiili müdahale yapmak, yani güvenlik kuvvetlerinin tedbiren kullandıkları fiili müdahale yetkileri gibi önleyici bir hukuk tedbiri olarak.
2. Ceza olarak; darabe fiili müdahale, bir ceza ise; o zaman bu cezayı kamu otoritesi verecektir. Kişiler bireysel olarak fiili müdahale ve ceza veremez. Kamu otoritesinin de günümüzde icra dairelerinin uyguladığı fiili ceza ve tedbirler gibi. Bu sebeple darabeyi kocanın uygulayacağı bir ceza olarak göremeyiz. Darabe kelimesi çok anlamlı olduğundan çok çeşitli uygulamaları olabilir.
Ancak darabenin ‘dövme’ manasında bir uygulaması, Peygamberimiz’in uygulamamasından dolayı kabul edilemez.
Kur’ân’ın hayata en güzel uygulamaları O’nun tarafından gerçekleştirilmiştir. Nebi eşleriyle zaman zaman sorun yaşasa da onlardan hiçbirini dövmemiş, onlara bir fiske dahi vurmamıştır. Nisâ suresi 34. ayetinin örnek bir uygulaması Nebi’nin eliyle yapılmıştır.
Bilindiği gibi Hz. Aişe’ye yapılan zina iftirası üzerine Nebi bu durumu eşinin nuşûz şüphesi olarak değerlendirmiş, olayı araştırmaya başlamış, Nisâ suresi 34’te emredildiği gibi yatağını ayırmış, Aişe’yi babası Ebu Bekir’in evine göndermiştir. Nisâ suresi 34’ü ve ‘darabe’yi yatağını ayırmak ve babasının evine göndermek olarak uygulamıştır.
Nebi Allah’ın emirlerinin bir uygulayıcısı olarak darabe emrini ‘dövme’ olarak asla yorumlamamıştır. Eğer darabe klasik tefsirlerin yaptığı gibi sadece ‘dövme’ anlamında bir kelime ve Allah’ın emri olsaydı, Nebi bu emri tereddütsüz uygular ve eşi Hz. Aişe’yi döverdi.
Nebi Hz. Aişe’ye bir fiske dahi vurmamıştır. Ayrıca ümmetini ve sahabelerini, eşlerine karşı şiddet uygulamamaları konusunda uyarmıştır. “Sizden biriniz karısını köleyi döver gibi dövmeye kalkışıyor. Belki de o akşam onunla aynı yatakta yatacaktır.” (Buhârî, Tefsîrul sure (91)1; Müslim, Cennet 49)
“Birçok kadın Muhammed ailesine gelerek kocalarını şikâyet ediyorlar. Kadınlarını döven o kimseler, sizin hayırlınız değildir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh 42. Ayrıca bkz. İbni Mâce, Nikâh 51) buyurmuştur.
Kaynak: Umran Dergisi
Cihannüma’dan Gazze Raporu
19.11.2025
Zirai ilaçlar, reçete ile satılacak
19.11.2025
Surelerin Mesajları: KALEM SURESİ -2 OSMAN KAYAER 18.11.2025
YAHUDİ Mİ DEDİNİZ? SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 19.11.2025
İyi Öğretmen Kimdir? YUSUF YAVUZYILMAZ 23.11.2025
Ulucanlar Cezaevi MEHMET YAVUZ AY 24.11.2025
Bir cami, bir imam ve cemaat OSMAN KAYAER 28.10.2025