ALİYA VE ARKADAŞLARINDA YOL HARİTASI VE GELECEK TASAVVURU
Vefat Yıldönümünde Aliya İzzetbegoviç’ e İthafen….
Üstad Av. Muharrem Balcı’nın Kaleme aldığı, Hukuk Okumaları Grubu Derslerinde Anlatılanların 'Ders Notları' şeklinde Kitaplaştığı ve Hukuk Vakfı’nca Yayınlanan Eser'in Bazı bölümlerini İlginize sunuyoruz:
NEDEN ALİYA?
11 Temmuz 2009 Srebrenica katliamının 14. yıldönümünde Bosna’ya gittim. Bu zaferin, 250 bin şehidin şahadetinin altında yatan temel düşünceyi oradan buraya yansıtan pek olmadı. Buraya gelip oradaki ruhu hamasi veya mazlumiyet, mağduriyet olarak değil de, bu insanların dayandığı teorik dayanaklar neler, bunlar sistemli şekilde anlatılmış değildi veya ben rastlamadım. Gelir gelmez Aliya ve Arkadaşlarında Yol Haritası ve Gelecek Tasavvuru çalışmasını yaptım. Bu konuşma o çalışmanın bir özetidir.
Aliya ve Arkadaşları Kur’an’a ve Sünnete, İslâm kültürüne dayanıyorlar; tarihi perspektifleri var. Ayrıca bunları, iki önemli eserde cisimlendirmişler. Birincisi, Aliya’nın Doğu ve Batı Arasında İslâm adlı eserinde, ikinci İslâm Beyannamesi / İslami Beyanname’de.
70’li yıllarda, özellikle de 80’li yılların başında biz, bu beyannameden haberdar olmuştuk. Ne hikmettir o zaman bu eser Türkçeye bir türlü çevrilmemişti. Biliyorsunuz birkaç yıl önce çevrildi, çok iyi bir çeviri de değil ve üstelik de Aliya ile yapılan röportajların arkasına yerleştirilerek ve bir ticari kaygıyla basılarak, tabii ki öneminden de koparılarak önümüze gelmişti. Bu iki çalışmadan yola çıkarak, Avrupa’nın ortasında 1463 yılından beri (dikkatinizi çekerim) İslâm ümmetinin şerefli bir parçası hala yaşıyor. Nasıl yaşıyor? Ben onu bu iki eserde ağırlıklı olarak gördüm. Tabi ki, Aliya ile yapılan röportajlar burada önemli dayanaklar; ama işin teorisini Aliya Doğu ve Batı Arasında İslam kitabında ve bir gurup arkadaşıyla kaleme alıp 1970 yılında yayımladıkları İslâmi Beyanname’de görüyoruz.
Aliya (Allah rahmet eylesin) ve arkadaşları 16-17’li yaşlarında, Adriyatik kıyılarında yaptıkları yürüyüşlerde uzun uzun düşünürlermiş; ciddi olarak ‘Bu milletin hali ne olacak!’ diye, birbirlerine sorarlarmış. Ve Aliya, 16 yaşındayken arkadaşlarıyla beraber kendilerinden önce kurulmuş bulunan ‘Meladi Muslumani’ [Müslüman Gençler] isimli kulübe üye oluyor. Bu kulüp hala Başçarşı’da faaliyette.
Bosnalı Müslümanların İslâm’ı kabulleri 1463’lere, 550 sene önceye dayanır. Bu insanlar Avrupa’nın göbeğinde Katoliklerle iç içe bunca yıl yaşamışlar ve bu yaşamlarında da, bu kimliklerini muhafaza etmişler. Bu gerçekten çok önemlidir. Kimliklerini muhafaza ederken ellerinde birtakım imkânlar da var. En önemli imkân, İslâm. Ve İslâm’ın onlara kazandırdığı kimlik ve şahsiyetler. Bir yere kadar bu böyle gelmiş; fakat son 150-200 yıl (Osmanlının çekilmeye başlamasından itibaren) onlar için bir kâbusa dönüşmüş. Ancak bu kâbustan onları çıkaran, yine kimlikleri.
Ve Aliya’yı okuduğumda aynı sloganları, aynı kavramları ben de kullandığımı, Aliya’daki düşüncenin bende de var olduğunu gördüm. Bu aynı kaynaktan beslendiğimizi ifade ediyor! Aliya’da Seyyid Kutub var, Aliya’da Mevdudi, Takiyuddin en-Nebhani, Afgani var, Abduh var, Pan İslâmizim var, İslâmcılık var; yani bugün, hani bizim Müslüman entelektüellerin ‘bağırsak temizliği’ yaptığı İslâmcılık var ya… Aliya’da bu güne kadar, tam anlamıyla var.
Kitabımı hazırlarken bir hususun eksik olduğunu anladım ve ertesi yıl tekrar Bosna’ya gittim. Aliya’nın arkadaşlarından ve halen de Meladi Muslumani (Müslüman Gençler) teşkilatının başında olan İsmet Kasumagiç ile görüştüm.
Kasumagiç’e sorduğum soru şudur: “Bosna’nın sokaklarını gezdim. Bosna devriminin ipuçlarını göremedim. Belki de zaman geçtiği için fark edemedim. Bosna Mucizesi’nin altında yatan temel düşünce nedir? Balkanlar’da Melamilik ve Bektaşilik dışında önemli bir akım yok. Bu iki akım da bir devrim yapabilecek konumda olmamışlardı. Nedir sizleri etkileyen düşünce?
Biraz düşündükten sonra cevapları: “1946’larda öğretim üyesi idim. Bir Arap geldi, küçük bir de kitabı vardı. Onu alıp Ömer Behmen’e gittim. Aliya’yı da çağırdık. Birlikte 1,5 yıl çalışma yaptık. Çok önemli bilgiler edindik ve hayatımıza geçirmiştik” dedi. O değerli insanın ismini ve kitabını sordum, hatırlayamadı. Meladi Muslumani’deki gençlere sordum, onlar da bilemediler. Üzüntü ile Türkiye’ye geri döndüm. Zira Aliya ve Arkadaşlarını araştırıp yazacakken, onların düşüncelerine etki eden düşünce sistemini bulamamıştım. Gerçi Aliya’nın kitabından ve İslâmi Beyanname’den, düşüncelerinin Afgani-Abduh ekolü ve çizgisinin var olduğu pek aşikârdı. Fakat bahsettiği insanı öğrenmeden kitap tamamlanamıyordu. İstanbul’a gelince Akif Emre’ye sordum. Zira Aliya ve Arkadaşlarını, mücadelelerini, Türkiye’de en iyi bilen Akif Emre’dir. Akif’in cevabı bir kere daha sarstı. Zira o muhteşem adam, benim Yöneliş Yayınları’ndan hayat hikâyesini yayınladığım Şekip Arslan’dı. (Batı’ya Karşı İslâm: Şekip Arslan’ın Mücadelesi, William Cleveland, Yöneliş Yayınları, İstanbul 1991) Ve kitap tamamlanmış oldu.
Aliya ve arkadaşlarını size anlatabilmem için, Doğu ve Batı Arasında İslâm kitabının çok kısa vurgulu özetlerini yapmam lazım.
TEBAA VE İTİZALCİLER
Aliya, Doğu ve Batı Arasında İslâm adlı kitabında, iki tip insan modeli çiziyor:
‘İtaat edenler’ ve ‘karşı çıkanlar.’ Yani, ‘tebaa ve itizalciler’. “İnsanlar var ki, güçlü iktidarlara hayrandırlar; disiplini ve ordularda görülen, amiri ve memuru belli olan düzeni severler. Yeni kurulan şehir semtleri, sıraları dosdoğru ve cepheleri hep aynı olan evleriyle onların zevklerine uygundur. Müzik bandoları, formaları, gösterileri, resmigeçitleri ve bunlar gibi hayatı ‘güzelleştiren’ ve kolaylaştıran şeyleri beğenirler. Bilhassa her şey ‘kanuna uygun’ olsun isterler. Bunlar tebaa zihniyetli insanlardır ve tabi olmayı; emniyeti, intizamı, teşkilatı, amirlerince methedilmeyi, onların gözüne girmeyi severler. Onlar şerefli, sakin, sadık ve hatta dürüst vatandaşlardır. Tebaa iktidarı, iktidar da tebaayı sever. Onlar beraberdir, bir bütünün parçaları gibi. Otorite yoksa bile tebaa onu icad eder.” (Doğu ve Batı Arasında İslâm, s. 253)
“Öbür tarafta mutsuz, lanetlenmiş veya lanetli ve daima gayri memnun bir insan grubu vardır. Bunlar hep yeni bir şey isterler; ekmek yerine daha ziyade hürriyetten, intizam ve barış yerine daha ziyade insanın şahsiyetinden bahsederler. Geçimlerini hükümdara borçlu olduklarını kabul etmeyip; bilakis, hükümdarı da kendilerinin beslediklerini iddia ederler. Bu daimî itizalciler umumiyetle iktidar sevmezler, iktidar da onları sevmez.”
Ne gibi, biliyor musunuz? Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının çıkıp ‘İnsan Hakları Örgütleri, Gazze’de insanlar öldürülürken ne yaptı?’ demesi gibi; iktidar, onları sevmez:
Tebaa, otorite, itaat, kalkışmak, itizal etmek, yanında durmak, kölelik, boyun eğmek, Tanrıya tapmak; bunların her biri hukukun temel kavramlarıdır. Ve Aliya, bu düşünceleriyle klasik veya geleneksel bir Müslüman tipi değil; aksine, mücadeleci bir Müslüman tipi çiziyor. Aliya’nın çok iyi bir hukukçu olduğunu da biliyoruz. Aynı zamanda iyi bir felsefeci ve iyi bir mücadeleci de.
DİN VE DEVRİM
Aliya ‘Din ve Devrim’ başlığı altında işte bu seçenek işaretlemeyi anlatıyor.
“Din de, devrim de acılar ve ıstıraplar içinde doğar.” Hani Peygamberimizin bir hadisinden bahsederler ya, ‘İslâm, gariplerin dinidir’ diye: “İkisi de refah ve konfor içinde yok olup gider.” Yani ‘konformizm’ denen şey dini de çürütüyor, devrimci anlayışı da. “Din de, devrim de gerçekleşirken, kendini boğacak müesseselerini, strüktürlerini (yani lehinde ve aleyhindeki temel argümanlarını da) doğurur.”
Bir inanç sistemi veya devrim gerçekleşirken kendi müteradifini, kendi karşıtını yaratır. Kendini bozacak temel argümanlarını da yaratır. Nedir? Dini bozan argümanlardan bir tanesi ‘konformizm.’ Devrim için de aynı şey söz konusu. Ve resmi kültürler; yani resmi devlet statüsünde ortaya konan olaylar ne dînîdir, ne de devrimcidir. Yani ne bir Tanrısal anlayıştan ne de devrimci bir anlayıştan beslenir; onlar ihtiyaçtan beslenir, menfaat veya başka şeylerden”. Çok iddialı şeyler söylüyor Aliya; ama bütün bunlar, Aliya ve arkadaşlarının düşüncesini oluşturuyor, o mücadele düşüncesini. Aliya’nın resimlerini gören Müslümanlar, Aliya’yı tanımlarken; Türkiye’deki laik, bürokrat veya siyasi tiplerle karıştırırlar, benzeştirirler.
“Devrime karşı olanlar dinde bulunmuşlarsa”; yani bir devrimci / inkılabi düşünce sahibi olmayanlar, bir dini cemaatin/topluluğun içersinde olmuşlarsa; “o zaman ancak resmi dinde; yani kilisede, manastır ve hiyerarşide, diğer bir ifadeyle müesseseleşmiş sahte dinde bulunmuşlardır.” Yani ‘gerçek din, devrimi reddetmez’ anlamında bir söz. ‘Bir yandan devrime veya inkılabî düşünceye karşı çıkıyorsunuz; bir yandan da kendinizi dindar ya da işte dinci veya İslâmcı olarak telakki ediyorsunuz’; o telakkinin, aslında sahte bir din telakkisi olduğunu söylüyor: “Ve tersine sahte devrim, strüktür, bürokrasi olarak devrim her yerde müttefikini keza strüktür ve bürokrasi şeklini alan dinde bulmuştur. Devrim/değişim, yalan söylemeye ve kendi kendine hıyanet etmeye başladıktan sonra” –ki, biz buna ‘sağcılaştıktan/sağcılaşmaya başladıktan sonra’ diyoruz– “Sahte dinle müşterek bir dil bulabilmiş demektir.” Hangi din ve devrimci harekette olursa olsun, devlete ve bürokrasiye yaklaşan her türlü devrimci hareketin geleceği noktanın, sahte dinle buluşma olduğunu; yani bizim güncel ifademizle “sağcılaştığını” anlatıyor.
Vefatının Yıldönümünde Bilge Kral Aliya’yı Rahmetle Anıyor ve Bizlere bu eseri kazandırdığı için Av Muharrem BALCI’ya Teşekkür, Ayrıca Eserin Okunmasını Tavsiye Ediyoruz
Hertaraf Haber / Kültür Sanat Servisi
Büyük Direnişci Cevher Dudayev
22.04.2025
Mustafa Ökkeş Evren ile Derkenar..
20.04.2025
Boykotlu işletme önünde Gazze protestosu..
20.04.2025
Güven ve Adalet Toplumu |HAMZA ER
28.03.2025
UMRAN SORUYOR: DÜNYA NEREYE GİDİYOR?
29.03.2025
ah örgütçü kafa ah! MUSTAFA AKMEŞE 25.04.2025
Sorular YUSUF YAVUZYILMAZ 19.04.2025