metrika yandex
  • $42.98
  • 50.54
  • GA43640

Kalemin Dansı, Göstergenin Oyunu

ZEYNEP YÜCEL
24.12.2025

KALEMİN DANSI, GÖSTERGENİN OYUNU

SEKÜLER EMPERYALİST EPİSTEMOLOJİ

Abdulvahap el-Messiri – Mahya Yay. 2.Bsk. 2022

Yazar 2008’de vefat etmiş Mısırlı bir entelektüel. Bu eseri dört farklı makalesinin derlenmesinden oluşmuş. Yoğun ve uzun cümleler, çetrefil meseleler olmasına rağmen tercüme gayet başarılı, akıcı. İçeriğe gelirsek, makalelerde işlenen konu aslında aynı denebilir: Batılı seküler epistemoloji ve bunun tüm dünyaya yansımaları (tabi ki elimizde ezici bir ağırlıkla bunlar olduğu için olumsuz yansımaları).

1. Makale: Emperyalist Epistemolojik Tasavvur: Seküler epistemoloji, epistemik ve etik mutlak değerleri kabul etmez. Çünkü etik, ölçülebilir bir değer değildir. Özellikle maddeci boyutuyla insan ve doğa arasındaki düaliteyi, ontolojik farklarını reddeder. Mutlak bir monizmi benimser. Bunun doğal sonucu pratikte hem insana hem doğaya karşı tahakküm ve emperyalizm olarak ortaya çıkmıştır. Hümanizm tüm “insancıllık” iddiasına rağmen bunun dışında kalamaz. O yüzden emperyalizm hümanist batılı değerlerden bir sapma değil, onun doğal bir sonucudur. Zamanla ortaya çıkan etnik teori ile bazı ırkların üstünlüğü inancı ise hümanizm ile tanrıcılık oynayan batılı zihnin, katı maddecilik sonucu doğayla eşitlenen insanlar arasında kendisinin daha eşit olmak istemesi gibi görünüyor. Bir diğer önemli nokta da bu anlayışın siyasi çıktısı olarak devletin önemi olmuştur. Haz ve tüketim odaklı toplumun maksimum kontrol ve organizasyonunun sağlanması, büyük ölçekli üretim ve kâr sağlanması için, devlet vazgeçilmez bir mekanizmadır.

2. Makale: Kalemin Dansı Göstergenin Oyunu: Modernite, İçkinlik ve Yapısökümü:

Diğer makalede olduğu gibi burada da insanın maddi doğayla değer açısından eşitlendiği, onunla aynı yasalara tâbî olduğu fikri detaylandırılıyor. Bu makalede en çok içkinlik kavramı dikkat çekiyor. Ana fikri bu kavram veriyor. Kendindenlik ve kendi içinlik de denebilir. Eşyada dışsal / aşkın bir anlam ve amaç olmaması manasında kullanılıyor. (Türkiye’de bunu en çok “Sanat için sanat” şeklinde duyarız.) Hiçbir şey dışarıdan bir etki ile oluşmamıştır. Yani aslında Tanrı tarafından yaratılmamıştır. İnsan da diğer varlıklardan farklı değildir, ne kulluk etmesi gereken bir Tanrısı, ne de yüce amaçları vardır. Doğayla ilişkisi onun bir parçası olarak içerden/içkin, değerden bağımsız ve nesneldir. Ancak yazarın bir sonraki makalesinde belirttiği gibi (konu bütünlüğü açısından burada zikretmek yerinde olacaktır) bu bir yanılgıdır, çünkü kendisinde tahakküm ve sömürü hakkı gören, kendi çıkarına göre sömürü düzeni kuran en güçlü bireye hizmeti amaçlar. Anlam ve amaç yüklenen bir eylemde elbette nesnellik aranamaz.

Messiri, din ve devlet ayrımını kısmi sekülerlik olarak tanımlıyor. Kapsamlı sekülerlik ise hayatın tüm kılcal damarlarına sirayet ederek onu kutsalsızlaştıran yaşam biçimidir. Batıda olan da budur ve Batı modernizminin kaynağı, diğer adı kapsamlı sekülerliktir.

3. Makale: Özgürlük ve Zorunluluk Hikayeleri -Yükselen Sekülerleşmeyi İki Farklı Edebi Eserde İzlemek:

Kendisi de bir edebiyatçı olan yazar, bu makalesinde Geoffrey Chaucer’in Frankeleyn’in Hikayesi adlı manzum hikayesi ile Bertolt Brecht’in Kuralla Kural Dışı adlı oyununu zaman içinde sekülerleşen zihinler ve hayatlar açısından karşılaştırıyor. Konu edilen eserleri okumadım, ancak örnek için seçilen çarpıcı bölümler sayesinde konularına bir ölçüde vakıf oldum. Messiri şu şekilde karşılaştırma yapıyor: Chaucer’in hikayesi sekülerleşmenin başlarında, 1386 yılında yazılmış. Kahramanı Frankeleyn topraklarını miras değil satın alarak elde etmiştir, yani burjuvaya benzer ancak aristokrat ve taşralı hayalleri vardır. Ancak Brechtin oyunu II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, sekülerleşme sürecinin tamamlanma aşamalarında yazılmıştır ve ekonomik anlayıştan bağımsız olarak bireyin hayallerinin hala özgün olabildiği ilk örneğin aksine, doğal hukuk ve zorunluluğun etkisi görülmektedir. Mesela, hizmetindeki hamalın kendisine karşılıksız bir şekilde su ikram etmesine, tüccarın tabancayla ateş ederek karşılık vermesi, etikten, insanilikten uzaklaşılmasına, yabancılaşmaya, değersizleşmeye çarpıcı bir örnekti.

4. Makale: İçtihad Kapısı-Epistemolojik Önyargı Araştırmasına Giriş:

Bu son makalede öne çıkan kavram önyargıdır. Ön kabuller anlamında zihinsel kalıpların varlığını kaçınılmaz görmekle birlikte Messiri, bu makalesinde zihin dünyamızı şekillendiren yaygın ön yargıların pek çoğunun yanlışlığına kendi şahit olduklarını da dahil ederek örneklendiriyor. Batılı kültürel paradigma lehine önyargılar için müstakil bir başlık açmış. Batı medeniyetinin evrensel olduğu iddiası, ilerleme anlayışının mutlak olumlu görülmesi gibi genel konular yanında, yeme-içme alışkanlıkları, eşya tercihi gibi günlük hayata tekabül eden detaylara da nasıl sirayet ettiğine dair çarpıcı örnekler veriyor. Mesela, rutubetli batıda yüksekte oturmak bir ihtiyaçken, halı üzerinde oturmak güneşli doğu toplumları için doğal olandır. Sandalye omurga sağlığı için zararlı olan, Slavların kurbanlarını oturtarak öldürdüğü bir araçtır. Yemek takımlarının belli sayıda parçalardan oluşmasının zorunlu görülmesi, bir parçanın kırılmasıyla takımın bozulması, dolayısıyla yenilenmesi ihtiyacının hissedilmesi, son derece anlamsız bir tüketim alışkanlığıdır. Pürüzsüz geniş yollar, hızı kutsar, araçlar için düşünülmüştür, eski müslüman mahalleleri bu hıza uygun değildir, insanlar için tasarlanmıştır.

Batılı endüstriyel proje çevre faturasını başkaları ödediği için başarılı görülmektedir. Buradan elbette yazarın sandalye, porselen, yol düşmanı olduğu sonucunu çıkaracak değiliz. Ancak, basit sandığımız ve bu nedenle üzerinde hiç durmadığımız rutin alışkanlıklarımızın bir temeli ve anlam dünyası olduğunu, bunun her an bizi işlediğini, inşa ettiğini hatırlamak durumundayız. Batı medeniyeti, ne yetişilmesi imkânsız bir zirvedir, ne aşılması kaçınılmaz bir ölçüttür. Kendi şartları içinde ortaya çıkan bir sistemdir, hayat tarzıdır. Batıyı yakalamak gibi bir hedef bile onun meşruiyetinin içselleştirildiğini gösterir. Batılı bilginin uluslararası olarak görülmesi, Batılı tüketim alışkanlıklarının gelişmişlik düzeyi olarak değerlendirilmesi bir an önce dönülmesi gereken hatalı önyargılardır. Bütün toplumların ulaşması gereken, onları belirleyecek, yönetecek, insan davranışlarını belirleyecek tek bir sabit nokta olamaz.

Yahudilikle ilgili kapsamlı bir ansiklopedi çalışması da bulunan yazar, batı modernitesi üzerindeki  Yahudi etkisine de değinmiş. Buna göre, 16. Y.y. dan beri yahudiliği etkisine alan Kabala düşüncesi, tekçi-panteist bir görüştür. Yaratıcı zamanla yarattıklarıyla aynı töz haline gelir. İnsanlık, doğa ve tüm mahlukat Tanrıyla bir olur. İnsanı maddenin organik bir parçası olarak gören bu anlayış, sekülerliğin başlangıcı niteliğindedir.

Messiri son bölümlerde başlıklar halinde çözüm önerileri sunuyor. Batılı Epistemolojik Paradigmanın Yetersizliklerini Vurgulamak başlığında, bu anlayışın insana düşman olduğunu, gerçekleştirilmesinin imkansızlığını, kendi içlerindeki muhalif seslere kulak vermek ihtiyacını belirtiyor, batının krizinin incelenmesi gerektiğini söylüyor. Dünyaya açılmanın, Batıyı mutlak gören dar ufuktan bizi uzaklaştıracağını savunuyor.

Peki Müslümanca alternatif paradigma nasıl olmalı? Öncelikle kendi mirasımızdan kaynaklanmalı, insanı salt doğa unsuruna indirgememeli, Yaratan-yaratılan düalitesini kabul etmeli, her şeyi bilme iddiasından vazgeçmeli ki bunun olmayacağı artık zaten anlaşıldı. Çünkü bilgi arttıkça bilinmeyenlerin azalacağını ve nihayetinde bilinmeyen bir şey kalmayacağını öngören Batılı zihin, paradoksal olarak bildikçe, bilinecek ne kadar çok şey olduğunu, bilmediklerinin giderek çoğaldığını gördü. Bu gerçek, “Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah'ın sözleri (yazmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir.”(Lokman/27) ayetinin bir tefsiri adeta. Ayetin hüküm ve hikmetin gerçek sahibinin Allah olduğu hatırlatması ile bitmesi, Batı modernitesi gibi bilgiye mutlak anlamda hakim olmak ve onu bir tahakküm aracı olarak kullanmak isteyerek haddini aşanlara bir ikaz niteliğinde. Messiri, bunun yerine bilgiyi ve şahitliği nicelik ve nitelik olarak artırmak için sürekli içtihad yolunda olunması gerektiğini savunuyor. Eskilerin her eserin başında zikrettiği “Gayret bizden tevfîk Allah’tan” inancını ne kadar hatırlatıyor değil mi?

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş