metrika yandex
  • $42.98
  • 50.54
  • GA43640

BOŞANMALAR NEDEN ARTMAKTADIR?

AYTEN DURMUŞ
27.12.2025

Evlilik, bir kadın ve bir erkeğin ömür boyu birlikte yaşamak isteğiyle gerçekleştirdikleri bir sözleşmedir. Niteliklerine göre tanımlanan aile çeşitleri vardır. Her aile türünün de olumlu-olumsuz yanları bulunmaktadır.

Aile, tüm toplumların temel yapı taşıdır. Ancak tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çiftler son yıllarda ‘boşanma’ denilen bir sürece daha kolay ve daha hızlı bir şekilde yönelir olmuşlardır. TÜİK verilerine göre son 20 yılda boşanmalar %47 gibi çok ciddi bir oranda artış göstermiştir. İstanbul, 35 bin, Ankara 16 bin, İzmir 13 bin boşanma ile Türkiye’nin ilk sıralarında yer almaktadır. Boşanan kişilerin açılan davaya oranı 20-29 arası %32; 30-39 %42; 40-49 %22; 50 yaş üzeri %12 civarındadır. Boşanma sonrasında çocukların velayeti %76,1 oranında anneye, %23,9 oranında babaya verilmiştir. Bu süreç, yıpranmış yetişkinler ve çocuklar ortaya çıkarmakta; yaşanan durum bu kişileri, çoğu kere evlilik sürecindekinden daha farklı ve daha ağır yeni sorunlarla uğraşmak zorunda bırakmaktadır. Elbette Türkiye'de ve dünyada boşanmaların hızla artması, tek bir nedene bağlı değildir. Bu sürecin ekonomik, sosyal, psikolojik ve kültürel birçok nedeni bulunmaktadır. Bu yazımızda ülkemizde en çok karşılaşılan boşanma nedenlerini belirlemeye ve bazılarını ele almaya çalışacağız:

GENÇLERİ YANLIŞ YETİŞTİRME:

Uzun süredir ülkemizde gençler, yalnızca mesleki eğitime odaklanarak yetiştirilmektedir. Genel olarak gençler, ailenin vermesi gereken eğitimlerden ‘bir mesleği neden ve nasıl yapacağı, kazanacağı parayı nasıl kullanacağı, bir aileyi nasıl kurup bu ailedeki sorumluluklarının neler olacağı, sorumluluklarını nasıl yerine getireceği’ gibi konularla ilgili eğitim ve yönlendirmelerden hiçbirine tabi tutulmadan hayata atılmaktadırlar. Sonra da ortaya eline geçen imkânlarla yanlışlar yapan kişiler çıkmaktadır. Bunlar evliliği, otobüs yolculuğu gibi ihtiyaç anında durdurulacak, bir yerde bitirilecek bir süreç olarak görmekte, ‘ölene dek sürecek birliktelik’ olarak tanımlamamaktadırlar. Gençler, evlilik için gereken donanıma ve ruhsal hazırlığa sahip olmadan yalnızca ‘yaşı ve gelir durumu’ üzerinden evlilik kararı verdiklerinde, bu kararlar ilerleyen yıllarda sorunların nedeni olmakta ve kolayca boşanmaktadırlar. (Gençler, aileleri tarafından evliliğe hazırlanmalıdır.)

YANLIŞ GELENEĞİN ETKİLERİ:

Bir üst kuşağın evlilik sürecinde yaşadığı zorbalıklar ve çaresizlikler, genç kuşağı yetiştirenler tarafından, onların kulağına sürekli üflenmektedir. Bu yanlışlar çoğu kere ‘Gelinlikle girdiğin evden, kefeninle çık’ denilerek ‘baba evine geri dönüş kapısı kapatılan’ kadınların yaşadığı sorunlardır. Çünkü o dönemin geleneğinde, bir kadın için yalnızca ‘zina’ boşanma nedeni olarak kabul edilmekte; onun yaşadığı hiçbir sorun, boşanmayı gerekli kılmamaktaydı. Bu süreçteki sorunların çoğu, ‘kadının boşanmayı isteyemeyeceği’ anlayışının neden olduğu haksızlıklardır. Geleneksel yapının sürdüğü geniş ailelerde, çekirdek aileye yapılan her türlü gereksiz müdahale, eşler arasındaki huzursuzlukların nedeni olabilmektedir. Geçmişte sabredilen bu duruma, günümüz koşullarında kimse sabretmeyi gerekli görmemektedir. Geçmişten gelen yanlış kodlamalara haklı isyan sonrasında, ‘doğru bir evlilik yöntemi’ aramaya yönelmek yerine ilk sorunda ‘zihinde hortlayan anılar’ nedeniyle boşanmak bir çözüm sanılarak tercih edilmektedir. Günümüz koşullarında pek çok kişi, boşanınca baba evine dönmek yerine, kendi hayatını sürdürecek koşullara sahip olabildiğinden, kimse bir kez yaşayacağı hayatı, kendisine yapılan zulme rıza göstererek yaşamak istememektedir. Bu da boşanma sebeplerinden birisidir. (Yanlış gelenek, yasaymış gibi anlatılmaktan ve uygulanmaktan vaz geçilmeli ve doğru evliliğin nasıl olacağı yaşanarak gösterilmeli ve anlatılmalıdır.)

SORUNLARI ÇÖZMEYİ BİLEMEME:

Aile içinde yaşanan sorunları çözebilmek de görgüyü gerektiren bir durumdur. Evli kişiler sorun karşısında ‘sorundan kaçmayı, sorunu yok saymayı, sorunu çözmeyi ertelemeyi, sorunla yaşamayı’ bir yöntem olarak benimsediklerinde, başlangıçta küçük sayılabilecek sorunlar, süreç içerisinde büyür ve insanların baş edemeyecekleri noktaya gelebilir. Çiftler hiç olmazsa önemli sorunlarını çözmek için çaba göstermelidirler. Ancak yapılan bir araştırma, çiftlerin %69’unun önemli gördükleri sorunlarına bir çözüm bulamadıklarını ve bu sorunlarla karşılaştıklarında uzlaşmaya ve uyumlu kalmaya çalıştıklarını göstermektedir. Bu uzun süreçte sağlıklı bir durum değildir. Bazı kişilerin boşanma nedenleri bir türlü çözmeye yönelmedikleri, çözülebilir sorunlar olabilmektedir. (Çiftler, yaşadıkları sorunları birbirilerini kırıp incitmeden, gerekiyorsa güvenebilecekleri bir büyükleri eşliğinde ‘çözmek’ amacıyla konuşmalı ve süründürmeden bitirmelidirler.)

ŞİDDET:

Evlilik ‘sevgi ve saygı’ temeli üzerinde yükseltilmesi gereken insanlığın ilk ve en önemli kurumudur. Dünyadaki tüm toplumlarda yaşamın başlatıldığı, kültürün korunduğu, törenin aktarıldığı, değerlerin öğretildiği kurum ailedir. Ancak ‘insanların evlilik konusunda eğitilmemesi, her anlamda cehalet, yanlış yönlendirme, yetersizlik hissi, ahlaki zaaflar…’ gibi kimi durumlar nedeniyle eşler arasında ‘fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel şiddet’ yaşanmaktadır. Bunların her biri, bir evliliği yok edebilecek güçte birer sorundur. Pek çok ailede bu şiddet türlerinin doğal bir durummuş gibi yaşanması, kanıksanması insanları mutsuz etmektedir. Bu mutsuzluktan kurtulabilmek için boşanmak bir yol olarak tercih edilmektedir. (Evlilik, insanların birbirine tahammül ettikleri bir süreç olmamalı; birlikte ve gönüllü yaşamanın istendiği bir süreç olmalıdır. Şiddetin her türlüsü bir zulümdür. Zulüm yapmaktan ve zulüm altında kalmaktan kaçınmak, insan onurunun korunması için zorunludur. Bu nedenle çiftler, eşlerinin ‘Keşke’ diye başlayan pişmanlık cümlesinin öznesi değil, ‘İyi ki’ diye başlayan cümlenin öznesi olmaya çalışmalıdırlar.)

ZİNA, ALDATMA, SADAKATSİZLİK:

Bunların her biri diğeriyle bağlıdır. Hepsinin özünde kişinin eşine karşı duyması gereken ‘bağlılık eksikliği’ bulunmaktadır. Bu durum, kişinin eşine karşı güvensizliğine neden olmaktadır. İnsanların önemli bir kısmı, ‘eşi tarafından bilinmemek, yakalanmamak’ kaydıyla her yanlışı/haramı yapabilme niyetine sahipler. Oysa bu yanlış, evliliğin temel taşlarını yerinden oynatacak güçtedir. Çünkü güvenin olmadığı ailede, yakınlık azalır, çatışma artar. Bu da yaygın bir boşanma nedenidir. Bu ailedeki çocuklar da yaşanan bu durumun kurbanları olarak hayattaki yerlerini almaya başlayacaklardır. (Nikâh, -Allah’a inananlar için- Allah karşısında yapılan bir akittir. Bu nedenle evliliği, sıradan bir olay görmekten vazgeçilmeli, bu akdin kim adına yapıldığı, karşılıklı olarak insanların birbirine emanet edilmesinin ‘iman’ ile ilgili bir durum olduğu unutulmamalı ve zinaya götürecek tüm yollardan uzak durulmalıdır.) (Zina konusundaki bir istatistiği, ailelerimizin ve toplumsal durumumuzun gerçeğini ortaya koymak adına aşağıda paylaştık. Bkz1)

KADINLARIN EKONOMİK BAĞIMSIZLIĞI:

Kadınların eğitim seviyesinin artması ve iş hayatına daha aktif katılımı, ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları, yasanın verdiği hakların farkına varmaları, değişen değer yargılarının da etkisiyle kendilerini yeniden tanımlamalarına neden olmuştur. Kadının konumunun değişmesiyle birlikte, yaşamın tüm alanları yeniden kurgulanırken ataerkil anlayıştan vazgeçilmesi, ‘eşitlerin birlikteliği’ olan bir evlilik şeklinin kurgulanması gerekmekteydi. Daha önceki yıllarda gelir yalnızca erkeğe aitken ailede monarşik bir düzen vardı. Kadının ekonomik özgürlüğüyle birlikte erkek, bir taraftan eğitimli ve gelir sahibi bir kadınla evliliği isterken; diğer yandan ataerkil düzenin kendisine verdiği konumdan vazgeçmek istemeyerek kadının gelirini kendi avcunda istediği gibi onu yönetmeyi ve her konuda son ve tek karar mercii olmayı sürdürmeyi istemektedir. Eğitimli ve gelir sahibi kadın ise gelirdeki eşitliğini, evliliğinde ve toplumsal hayatında da istemektedir. Bu konudaki anlayış farklılıkları da ailede bitmeyen sorunlara neden olmaktadır. Geçmişte ekonomik nedenlerle mutsuz bir evliliğe katlanmak zorunda kalan kadınlar, günümüzde kendi ayakları üzerinde durabildikleri için boşanma kararını daha rahat alabilmektedirler. Bu durum, çaresizlikten sürdürülen evliliklerin de bitmesine neden olmaktadır. (Kadının yapmak istedikleri için kocasından para istemediği, kendi istediklerini yapabilecek konumda olduğu yeni koşullar karşısında, geçmişi kutsamaktan vazgeçilmeli; mevcut koşullarda ‘dengeli ve âdil’ bir aile yaşamının nasıl oluşturulacağı üzerinde durulmalı, ailedeki iş bölümü yeniden yapılmalı, aileyle ilgili kararların eşlerin eşitliğine dayanacak şekilde alınması sağlanmalıdır.)

BEKLENTİLERİN DEĞİŞMESİ:

Günümüzdeki evliliklerin çoğunda eşlerden beklentiler çok değişmiştir. Geçmişte evlilik daha çok ailelerin yönlendirmesi, toplumsal zorunluluk, ekonomik güvenlik üzerine kurulmaktaydı. Günümüzde ise evlilikten; duygusal doyum, sevgi, saygı, anlaşılma beklenmektedir. Bu beklentiler karşılanmadığında hayal kırıklığı yaşanmakta, evlilik “katlanılması gereken bir kader” değil, “sonlandırılabilir bir ilişki” olarak görülmekte ve boşanmaktadırlar. (Çiftler, özellikle de çocuk sahibi olduktan sonra onun ruhen sağlıklı yetişmesi için evliliklerini korumalı; kıldan kendirden nedenlerle boşanarak daha mutlu olacakları düşüncesinden vazgeçmelidirler. Çünkü her çocuğun dört göz içinde büyüme hakkı vardır.)

İLGİSİZLİK VEYA İLGİ EKSİKLİĞİ:

Evlenen pek çok kadın ve erkek, evlilik sözleşmesinin ‘sahiplik sözleşmesi’ olduğuna inanmakta; eşleri nikâh defterine imzayı attığı anda, onun sahibi olduklarını düşünmektedir. Bu imzaya o kadar yüksek anlamlar verilmektedir ki artık kimse karşısındaki için çabalamaya, onu anlamaya, onun sorunlarını dinlemeye, onu mutlu etmek için uğraşmaya gerek olduğunu düşünmemektedir. İlgisizlik, sosyal medya ve dijitalleşmeyle yani eşlerin birbiriyle ilgilenmesi yerine telefonlarıyla ilgilenmesiyle somutlaşmaktadır. Bireyselleşme de bu sorunda etkili olmaktadır. Çünkü herkes eşini, kendisini mutlu etmekten sorumlu kişi olarak görmekte; fakat kimse kendisinin de eşini mutlu etmesi gerektiğini düşünmemektedir. Herkes eşinin, kendisini her durumda anlamasını gerektiğini düşünmekte ancak kimse kendisinin de eşini anlamaya çalışması gerektiğini düşünmemektedir. İşte bu yaklaşım, önce ilgisizliğe ardından anlaşmazlıklara neden olmakta, bu durum da boşanmayla sonuçlanabilmektedir. (Kimse her zaman çantada keklik değildir. Bir filmin unutulmayan cümlesi: Sevgi emektir.)

GEÇİMSİZLİK:

Görev ve sorumluluk tanımının bilindiği ve uyulduğu ortamlarda sorun daha az çıkar. Eğer bir ailede sürekli olarak uyumsuzluk, aşırı çatışma, tartışma, anlaşamama ortaya çıkıyorsa, orada çiftlerin kişiliğinden kaynaklanan bir sorun da yoksa görev ve sorumluluk konusu geçimsizlik nedeni olabilmektedir. Eski yaşam tarzı değiştiği halde yeni ailevi ve toplumsal koşulların gerektirdiği görev ve sorumlulukları üstlenmeyen eş, diğeri için baş edilmesi zor bir sorundur. Çünkü çiftlerden hiçbiri, eğitmeleri-büyütmeleri gereken bir eşe tahammül edemezler. Böyle bir durumda yaşanan sorunların çözülmemesi de boşanma nedenlerindendir. (Her zamanın kendi fıkhı vardır. Zamanın ve koşulların değişmesiyle bunlar da değişmek zorundadır. Çiftlerin, bunu bilerek hareket etmesi, hayatı herkes için kolaylaştırır. Bunu bilerek hareket etmek, en azından kişiyi, eşinin mutsuzluk nedeni olmaktan çıkartabilir.)

EKONOMİK ZORLUKLAR VE GEÇİM SIKINTISI:

İşsizlik ve ekonomik stres yaşanan en büyük sorunlardan biridir. İşsizlik, borçlanma ve düşük gelir yalnızca stres unsuru değildir; bunlar uzun süreçte ailede yılgınlığa, yorgunluğa, bıkkınlığa da neden olur. Bir ailede, banka kartı gibi görülmek bir sorundur. ‘Neden hep dar gelirle yaşamak zorunda olduğunu’ sorgulamak ve anlamlı bir cevap bulamamak da eşlerin birbirine bakışlarını olumsuza çeviren, aralarında gerginliğe yol açan önemli bir sorundur. Bu gerginlik zamanla şiddetli geçimsizliğe dönüşerek boşanmayı tetikleyebilir. (Çiftler -herkesin elinden geleni yaptığını bildikten sonra- dünya hayatının bir sınav süreci olduğunu unutmadan, olanı verimli ve bereketli kullanmaya çalışmalıdırlar.)

SOSYAL MEDYA VE KARŞILAŞTIRMA KÜLTÜRÜ:

Sosyal medyada, herkes kendisini, evliliğini, çocuklarını hatta yediğini-içtiğini karşılaştırmaktadır. Bu paylaşımlarda ‘mükemmel evlilikler, kusursuz eşler, bol hediyeler, sürekli mutlu aileler’ gösterilmektedir. Elindeki telefonla bunların hepsinden haberdar olan kişiler, kendi evliliklerini gerçekçi olmayan bu dünyadaki sunulanlarla karşılaştırmakta ve bu da mutsuzluğa neden olmaktadır. İster kadın ister erkek olsun bu görüntüler kişilerde ‘mutsuzluk, yetersizlik, tükenmişlik, değersizlik, çaresizlik’ duygularının artmasına neden olmaktadır. Çünkü sosyal medya, "mükemmel hayat" illüzyonu yaratarak kişilerin kendi evliliklerini başkalarıyla kıyaslamasına ve sadakatsizlik (aldatma) yöntemlerinin dijital ortamda ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Tüm bunlar aile bağlarını parçalamakta ve sanal dünya karşısında gerçek dünyanın koşulları kişileri bunaltarak mutsuz edebilmekte, bu da terk ve boşanmalarda etkili olmaktadır. (İnsan, bu hayatı sınav olarak bir kez yaşayacaktır. Bu nedenle çiftler de bu süreci en iyi, en temiz, en güzel, en doğru şekilde yaşamaya çalışmalıdırlar.)

AİLE VE TOPLUMSAL DESTEK MEKANİZMALARININ ZAYIFLAMASI:

Evlilik de emek verilmesi gereken bir birlikteliktir. Ancak insanlar her durumda olduğu gibi evlilikte de hep hazıra konmak istemektedirler. Oysa pek çok durum gibi evlilik de ‘beklemek, onarmak, emek vermek’ gibi süreçlere gereksinim duyar. Geçmişte insanların bir kısmı, yaşadıkları sorunları, yakın aile, geniş aile, toplumsal çevreden destek alarak atlatabilmekteydiler. Ancak tüm bu bağların zayıfladığı günümüz koşullarında, çiftler yaşadıkları sorunlarla yalnız kalmaktadırlar. Bu yalnızlık, bir girdap gibi çiftleri boğmaktadır. Ehil büyüklerin öğütleriyle çözülebilecek pek çok sorun, yaşanmakta olan sorunlarla baş başa kalmak nedeniyle kangren olabilmektedir. İşte bu yalnızlık, çözüm aramak yerine boşanmayı bir kurtuluş gibi görmeye neden olmaktadır. (Çözemedikleri sorunlarda çiftlerin birlikte, güvendikleri kişilerden yardım almaları, evliliklerini dağılmaktan koruyabilir.)

DEĞERLER VE İNANÇ ALGISINDAKİ DEĞİŞİM- TAHRİP EDİLEN TÖRE:

Evlilik ‘dini ve ahlaki’ boyutu olan bir kurumdur. Nikâhın Allah adına yapılıyor olması, bu kuruma ‘kutsal’ bir boyut katmaktadır. İnsanların ‘dini ve ahlaki’ bilgi ve bilinçleri oranında, evlilik de onların yaşamlarında yer almaktadır. Gerçek ve sağlam bir evlilik bir kadın ve bir erkeğin gönüllü olarak nikâh bağıyla ölene kadar birlikte yaşama kararıyla oluşabilir. Kimse dayatılan bir evliliği yapmak zorunda değildir. Zorlama olan her durumun karşısında olmak, insanın iradesini kullanması gereken dünya yaşamındaki sınavının anlamlı olması için gereklidir.

Bir toplumun ayakta ve birlikte durması için ‘töre, gelenek, görenek’ kimi zaman diğer değerlerden daha önemli olabilmektedir. Nedense uzun zamandır, bu kelimeler, yanlarına getirilen ‘töre cinayetleri; yoz ve yobaz gelenek’ gibi kötü sıfatlarla kirletilmektedir. Bilindiği gibi evlilik konusunda da ‘töre’ denilerek büyük yanlışlar yapılmaktadır. Töre denilerek yaptırılan zoraki bazı evlilikler, başka yanlışlara neden olduğu gibi, mutsuzluklara, terke ve boşanmalara da neden olmaktadır. Toplumsal değerlerin değişimiyle, eski yıllarda “tabu” ve ayıp olarak görülen boşanma konusundaki bakış açısının değişmesi, kişinin kendi mutluluğunu ve huzurunu her şeyin üstünde tutmasını da normalleştirmiştir. Bu durum da mutsuz giden evlilikleri sürdürme baskısını azaltmakta ve boşanma daha kolay düşünülür olmaktadır. (Töre adına zoraki evlilikler yaptırmaktan vaz geçilmelidir. Çünkü ‘töre, gelenek, görenek’ ortak iyiliğin ve doğrunun adıdır. Bu yapısı korunmalı, bozulmuş ve yozlaşmış yerleri ıslah edilerek yeni kuşağa aktarılmalıdır. Toplumsal yaşamda ise evlilik, nişan, bayram, özel gün gibi ortak hareket edilecek ne varsa bunlara önem verilmeli; töre, gelenek, göreneklerin düzeltilerek yaşaması sağlanmalıdır.)

Yazımızın daha çok uzamaması için yeni başlık açmadığımız boşanmaya neden olan diğer önemli sorunlar: Cinsel uyumsuzluk ve sorunlar, psikolojik hastalıklar, amaç birlikteliği kuramama, toplum içinde ilgisizlik ya da küçük düşürme, aile bireylerine kötü davranıp hakaret etme, sevgi ve saygının tükenmesi, çocukların bakımı ve eğitimiyle ilgilenilmemesi, aile sırlarının başkalarına anlatılması, alkol bağımlılığı, kumar, ailenin kendi evinin olmaması, kısırlık, sürekli agresif olma, cana kastedecek davranışlar, onur kırıcı işler yapmak gibi sorunlar da boşanmaya neden olan durumlar arasındadır.

Sonuç olarak şu söylenebilir: Boşanmaların artışı, yalnızca evliliklerin “kötüleştiğini” değil; bireyin ve toplumun da değiştiğini göstermektedir. İdealize edilen evlilik hayallerinden vazgeçilerek hayatın gerçekleriyle uyumlu, sağlıklı iletişimin sürdüğü ve değerler üzerine bina edilen evlilikler kurulması, aileler, gençler ve bekârlar için önemli bir amaç olmalıdır.

1 Evli erkeklerin %20-25’i en az bir defa eşini aldattığını söylüyor. Çift terapistlerinin raporuna göre mahkemeye taşınan çift problemlerinin %50’sini aldatma oluşturuyor. İlk sefer boşanmaların %90’ı aldatma nedeniyle oluyor, bu aldatma genellikle evliliğin son yılında yaşanmış olup ve boşanma sürecinde genellikle gizleniyor. Uzlaştırma uzmanları aldatmanın %20-25 oranında bir boşanma nedeni olduğunu ama %80 oranla yakınlığı bozduğunu ve bu nedenle boşanma olduğunu söylüyor. 1970’lerde erkelerin %70’i kadınların ise %40’ı aldatırken, son dönem çalışmaları bu oranın erkekler ve kadınlar için %45 ile eşitlendiğini gösteriyor. Çiftlerin %25’i cinsel ilişkinin olmadığı “duygusal aldatma” yaşıyorlar (örn; internet ilişkileri).

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Süleyman Arslantaş | 28.12.2025 17:22
Allah razı olsun.Fevkalede güncel ve önemli konuyu somut bir şekilde yazmışsınız.Umarım ders alınır.Selamlarımla.