metrika yandex
  • $42.98
  • 50.54
  • GA43640
İtidal

RAHATSIZ MI OLDUNUZ?

SÜLEYMAN ARSLANTAŞ
26.12.2025

Bir süredir Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’la ilgili adeta bir itibar suikastı yapılıyor. Oysa Hakan Fidan bu yaklaşımları hak etmiyor. Zira Hakan Fidan’ın devlet adamlığı kimliği, siyasi kimliğinin önündedir.

Suriye devriminden bu yana Fidan adeta hedef tahtası hâline getirildi. Buna bir de Gazze hassasiyeti ve mücadelesini ilave ederseniz, kimlerin ve niçin Fidan’a müdahale ettiği daha net anlaşılır.

Hakan Fidan, Suriye devriminin başından itibaren Suriye’nin toprak bütünlüğünün altını çiziyor ve her platformda Suriye’nin parçalanmasına karşı olduğunu açık bir şekilde dile getiriyor. Son Şam ziyaretinde de Suriye Dışişleri Bakanı ile yaptığı basın toplantısında altını çizdiği bir cümle var: “SDG’nin belli faaliyetlerini İsrail ile koordinasyon içerisinde götürüyor olması, Şam’la olan görüşmelerde engel teşkil ediyor.” Yine Hakan Fidan, muhtelif zamanlarda SDG ile ilgili olarak yaptığı açıklamalarda, SDG’nin 10 Mart Mutabakatı’na uyması noktasında ciddi uyarılarda bulunuyor.

Fidan, küresel güç odaklarının ve İsrail’in dün de bugün de bölgemizde ne yapmak istediklerini çok iyi biliyor. Herhâlde ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın (2005–2009), 2006’daki Hizbullah–İsrail savaşı sırasında Ortadoğu’da söylediği şu sözleri birçoğumuz hatırlıyordur: “Artık yeni bir Ortadoğu Projesi’nin zamanı gelmiştir.” ve “22 bölge ülkesinin topraklarının, coğrafi haritasının değişim zamanı da gelmiştir.” Bu sözleri en iyi hatırlayanlardan birisi de muhakkak ki Sayın Fidan’dır.

Türkiye’nin gerek Gazze ve Filistin konusunda gerekse Suriye konusunda ne kadar hassas olduğu bilinmektedir. Türkiye; başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere Dışişleri ve Savunma Bakanlarının yanı sıra MİT Başkanıyla birlikte bu konuda azami gayret ve çaba içerisindedir. Türkiye Cumhuriyeti’nde Osmanlı’dan tevarüs eden bir hassasiyet vardır. Bu hassasiyetin açılımı ise Anadolu topraklarının korunması için, başta Ortadoğu olmak üzere Kafkaslar ve Balkanlar’da belirli bir ilgi ve hassasiyetin devamını sağlamaktır.

Bu yaklaşımdan hareketle ifade etmek gerekir ki bugün, SDG denilen yapılanmaya ve benzeri oluşumlara müsamaha gösterilmesi ve bunun devamında Suriye’nin toprak bütünlüğünün bozulması, orada kalmaz; Dürziler ve Nusayriler sıradadır. Suriye’nin kuzeydoğusunda oluşacak bir ayrışma, kuzeybatı ve güney Suriye’de de devam eder. Bu durum Türkiye, Irak ve İran’a da sirayet eder.

Mesele Kürt halkı ve onların özgürlüğü ya da geleceği ile ilgili değildir. Konu, birinci derecede İsrail’in güvenliği olmakla beraber; Sykes–Picot ve Yalta sonrası yeni bir dizayna duyulan ihtiyaçtır. Her ikisi de revize edilmektedir. Amerika ve Rusya arasında gerçekleşen Alaska Zirvesi de bu amaçla yapılmış olabilir.

Coğrafyamızın şu an için önde gelen ve proje üreten ülkesi Türkiye’dir. Savunma sanayisi başta olmak üzere çeşitli alanlarda büyük gelişme kaydeden Türkiye; aslında dostlarına güven, düşmanlarına hüzün veren bir konumdadır. Son günlerde İsrail, Yunanistan ve GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) arasındaki görüşme ve anlaşmalar da bunun bir yansımasıdır. Türkiye’nin behemehâl önü kesilmelidir; zira Türkiye düşmanları böyle istemektedir.

Yalnızca son bir-iki ay içerisinde olup bitenlere bakmak bile bu yaklaşımı doğrulamaktadır: 9 Eylül 2025’te Hamas yetkililerine yönelik İsrail’in Doha’da gerçekleştirdiği saldırının Türkiye tarafından etkisizleştirilmesi; akabinde Azerbaycan yakınlarında düşürülen C-130 nakliye uçağı (12 Kasım 2025); menşei açıklanmayan fakat ilgililerince bilinen İHA, SİHA ve dronlar; Karadeniz’de dolaşan serseri mayınlar ve son olarak içerisinde Libya Genelkurmay Başkanı ile diğer yetkililerin bulunduğu, görece güvenli sayılan uçağın düşmesi (ya da düşürülmesi)...

Evet, bunların tesadüfen olduğunu mu sanıyorsunuz? Hayır, bunlar tesadüfle izah edilemez. Bunların anlaşılabilir anlamı, Türkiye’ye mesaj niteliğinde olmakla beraber; öncelikle Türkiye’nin Orta Doğu’dan ve bölgeden elini çekmesi mesajıdır ya da "butik devlet", "vilayet devlet" projesini akamete uğratmaması için yapılan bir ikazdır.

Küresel güç odaklarının ve İsrail’in bu arzularını anlıyoruz; ama özellikle İran İslam Devrimi sonrası ve Varşova Paktı’nın yıkılması sürecinde yazılarını ilgiyle takip ettiğimiz DEM Parti Milletvekili Cengiz Çandar ile AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, niçin Türkiye’nin Suriye ve Orta Doğu politikasından rahatsız oluyorlar?

Yoksa onlar da mı İsrail ve küresel güç odaklarının "butik devlet" modelini benimsiyorlar? Doğrusu Neçirvan, Mesrur ve Mesut Barzani’yi anlıyorum da bu şahısları anlamakta güçlük çekiyorum. Ve soruyorum: Cumhuriyet tarihinde görevini hakkıyla yapan ve yapmaya çalışan Hakan Fidan ile bir alıp veremediğiniz mi var? Ondan rahatsız mı oldunuz?

Kuzey Irak Kürt yönetiminin önde gelen şahsiyetlerinin söylem ve eylemleri de ortada; zira armut dibine düşer. Hatırlatayım; Mesut ve İdris Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani, 1975’te merkezi Irak yönetimine yenildiği zaman, dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’a 9 Şubat 1977’de bir mektup göndermişti. Sitem ve hayal kırıklığıyla dolu mektubun bir yerinde; Güney Kürt hareketinin hezimete uğramasında ABD ve İran’ın kendilerini nasıl yarı yolda bıraktığından bahisle sitem eder (Çetin Çeko, Rûdaw, 6/4/2018).

Aynı minval üzere Mesrur Barzani de benzer bir mektubu ABD Başkanı Biden’a göndererek şöyle der: "ABD’nin 2003 yılında desteklediği ve o zamandan beri arkasında durduğunu iddia ettiği Federal Irak modelinin çökmesine neden olabileceğine dair ciddi endişeler taşıyorum." (Serbestiyet, 13 Eylül 2023).

Baba Mustafa Barzani, ilk yardım talebini 20 Mayıs 1968’de yazdığı mektupla Türkiye Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a iletmiş ve özerklik için yardım talep etmişti (Aktüel, 5/2/2016). 1 Mart 1979’da Amerika’da ölen baba Barzani’nin oğullarına vasiyeti, bağımsız bir Kürdistan hedefine ulaşmalarıydı. Molla Mustafa Barzani, 1972 yılında Irak ile SSCB arasında imzalanan anlaşma sonrası, 1973’te bir gazeteciye verdiği mülakatta: "ABD’nin 51. eyaleti olmaya ve size petrol vermeye hazırız" demişti (Diplomasi Tarihi 1972-1975, Ferhat Belekoğlu).

Gelelim günümüze; yani Hakan Fidan’ın Suriye, SDG ve Irak politikalarından rahatsız olanlara. IKBY Başkanı Neçirvan Barzani, SDG için: "SDG olağanüstü bedeller ödedi. Entegrasyon garantisi olmadan silah bırakmaları beklenemez" dedi (Haber7, 4/12/2025).

Mazlum Abdi: "Merkezi olmayan bir Suriye istiyoruz" diyerek elde ettikleri kazanımları kaybetmek istemediklerini, bunun "parçalanmak" anlamına gelmediğini iddia etmiş ve federasyonvari bir yönetim istediklerini belirtmişti. Hatırlarsanız, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Barrack da benzer bir açıklama yapmıştı. Oysa aynı Mazlum Abdi, 10 Mart Mutabakatı’nda: "Kuzeydoğu Suriye’deki tüm sivil ve askeri yapılar Suriye Devleti’ne entegre olacak; sınır kapıları, havaalanları ve enerji kaynakları devletin kontrolüne geçecek" maddesine imza atmıştı.

Cengiz Çandar, Fidan’ın SDG’ye ilişkin açıklamalarını eleştirerek şöyle demişti: "Sayın Dışişleri Bakanı’nın yaptığı imalar, üstü kapalı tehditler Türkiye’de ve Suriye’de milyonlarca Kürdün kalbini kırıyor ve Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 'Hep beraber yazmaya başlayacağız' dediği destanın yazılmasını imkânsız hale getiriyor." Peki, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmak ve Kürdü, Arabı, Türkmeni ile bir bütün olarak var olması niçin sizi rahatsız ediyor? Hilafet, saltanat, sömürge ve ulus devlet uygulamalarından geçen coğrafyamız, şimdi de ABD’nin ve İsrail’in arzuları doğrultusunda "butik devletlere" mi evrilsin? Bu ifadelerimden, Osmanlı sonrası bölgemize tahmil edilen "ulus devlet" modelini kutsadığım anlaşılmasın. Ancak Sayın Çandar’ın, Hakan Fidan’ın Suriye ve bölgesel yaklaşımlarına yönelik tenkidini doğrusu garipsedim.

Sayın Galip Ensarioğlu, ne kadar üstenci bir üslubunuz var! Lütfen biraz yavaş olun. Türkiye’nin ve bölgenin en iyi Dışişleri Bakanı için kullandığınız; "Ya görevden alınır ya görevi bırakır" veya "Cumhurbaşkanı’nın iradesine aykırı tavır gösteren kişi ya görevi bırakır ya da görevden alınır" ifadelerini nasıl okumalıyız? Adeta bir talimat üslubu taşıyan bu ifadeler, gerçekten kabul edilebilir değildir.

Sonuç olarak şunu ifade edebilirim ki; bölge olarak çok hassas bir süreçten geçiyoruz. Filistin, Gazze, Lübnan, Mısır, İran, Irak ve Suriye’nin durumu ortada. Türkiye, bu kaotik ortamda bölgenin huzuru için canhıraş bir gayret içerisindedir. Etnik aidiyetimiz veya siyasi tercihimiz ne olursa olsun; yapıcı ve bütünleştirici hareket etmek mecburiyetindeyiz. Osmanlı sonrası parçalanmışlığımız yetmedi mi?

Merhum Libya Genelkurmay Başkanı'nı istemeyen İsrail ve Yunanistan, bugün Hakan Fidan’ı da istememektedir. Ve yine unutmayalım; bölgemizin, başta Suriye olmak üzere özellikle parçalanmasını isteyenler Amerika, İsrail, KIKY ve GKRY’dir. Lütfen meseleye sadece etnik açıdan bakmayalım ve bu odakların seviyesine inmeyelim.

26 Aralık 2025

Yorum Ekle
Yorumlar (3)
Mehmet Eser | 27.12.2025 14:49
Ağzına ,kalemine sağlık abi.Hakan Fidan'ı dillerine dolayan; ABD,İsrail,PKK_SDG ve Siyonist Netenyahu ağzıyla konuşanların hezeyanlarına kurban ettirlmemeliz.
Tahsin Gaffaroğlu | 27.12.2025 11:41
"Osmanlı sonrası parçalanmışlığımız yetmedi mi?" Güzel bir soru bu. Herkes düşünsün bu soru üzerine. Yarın İlahi huzurda hesabını veremeyeceğimiz bir durum. İçimizdeki beyinsizlerin işlediği günahlar yüzünden bizi helak etme Allah'ım!
Yıldız | 26.12.2025 20:00
Son derece isabetli değerlendirmeleriniz için sağ olun var olun değerli abim.