metrika yandex
  • $32.48
  • 34.83
  • GA18240

Peki Ne Yapmalı?

MUSTAFA YILDIZ
26.07.2022

 
Yaşadığımız coğrafyada müslüman toplulukların yoğunluklu yaşadıkları ülkelerde içinde bulundukları maddi durumları ile ilmi ve bilgi birikimleri bakımından konumlarını, daha önceleri emsali dahi olmayan ülkeler arasında yapılacak kıyaslamalarda olması gereken yeri tesbit için; müslümanların içinde bulundukları ruh hallerine, Entelektüellerin kendi aralarında tartıştıkları mevzulara, halkın genelinin merak konusu ettiği, ilgilerini çeken gazete ve Tv. haberlerine bakarakta halkın seviyesi hakkında bir tahminde bulunmak büyük oranda bizlere ip uçları vermede yardımcı olurlar.Özellikle yurt dışından ülkelerimize bu kriterler üzerinden bakıp bir kıyaslama yaptığınızda durumu daha iyi görebilirsiniz.
 
Halbuki, gerek yazılı metinlerde(Kur’an) ve gerekse sözlü olarak(Hadisler) ‘’Vahdet’’i önceleyen, hassaten bir olmayı öneren İslâmın mensubu olan müslümanın tarifini dahi herkesin kabül ettiği bir tanımlamayla ortaya koyamayan, çok cüzi nüans farklarıyla sürekli ihtilaflı olan müslüman bilim insanları ve entelektüeller, İslâmı teoriden pratiğe aktarırken kimi tamamen dogmatik veriler üzerinden anlam yüklemesi yaparken, kimi de ‘’tarihselik’’ boyutunu öne çıkararak sanki İslâmın günümüze bakan yönü fazla kalmamış gibi bazı şeyleri kırparken, kimi de İslâmın hoşgörülü olduğunu ispatlamak adına fazlaca liberalleştirerek adeta halkın islâmı bir ideoloji şeklinde anlamaya müsait hale getirmişlerdir.
 
Kimileri de İslâm dinine mensup müslümanları ‘’Vahdet’’ e davet etme adına kendilerince en doğru tanımı yaptıklarını dile getirerek müslümanları Kur’an vahiyleri üzerinden yapılmış tanımını yeterli bulmamış olacaklar ki, müslümanları yaptıkları eylemler ve üstlendikleri görevlere göre tasnife tabi tutmuşlar.Zaten fiziken param parça olmuş ümmetin bireylerini amaç birliği üzerinden davet ederek çağrıda bulunacaklarına, adeta bilerek insanı siyasete malzeme edilmek üzere kullanılan araçlar üzerinden yeni tanımlamalar ve tasnifler yapılarak adeta ümmetin daha küçük parçalara bölünmesine yardımcı olmuşlardır
 
İşte bu davete icabet eden şuurlu, ehil ve liyakat sahibi kişilerin teslimiyetten sonra öncelikli ve zorunlu görevleri İslâmı hayata hakim kılma olduğunu, bu hususta sarf edilecek gayret ve çalışmalarında islâmcılık olarak olarak ele alınması gerektiğini iddia edenler de vardır.
 
Mesela; İslâmcılıkla ilgili çalışmaları olan İsmail KARA; ‘’Her müslüman aynı zamanda İslâmcı da olmaz, olmak zorunda da değildir.’’ derken, buna karşın Abdurrahman ASLAN’da; ‘’Her müslüman aynı zamanda İslâmcı olmakta zorundadır da’’ der.
 
Hayreddin KARAMAN ise; ‘’Her müslüman bu ismi(İslâmcılığı) ister kullansın isterse kullanmasın mana-mefhum ve muhteva olarak İslâmcı olmak zorundadır.’’ der.Bunların dışında ise şöyle itirazlarda yapılıyor. ‘’Sadece Müslüman olmak bize yetmiyor mu?’’(Mustafa İSLÂMOĞLU vs.gibi) diye itiraz edenlerde var.Demek ki, bu terime birden fazla anlam yüklemek mümkün olabiliyor.Standart bir tanımlama kanımca zorlama ve çok iddialı olur.
 
Niye her müslüman İslamcı değildir? sorusunu İsmail KARA şöyle cevaplar; Çünkü; her müslüman herhangi bir iddia sahibi olmayabilir.Ancak yapılması gerekenler olarak asli bazı görevlerini yerine getirir.Zaten dürüst olması, ahlaklı olması gibi bir takım hasletleri ve bazı dini ritüelleri üzerinde taşıması zaten her müslüman bireyin asli görevleri arasındadır. Halbu ki, İslâmcıların asli görevleri arasında bunlara ilaveten insanların adaletle yönetilmesini görev olarak kabül ederek insanlar arasında bir takım yapılması zorunlu bazı işleri ancak örgütlenerek kurumlaşmış, yaptırım yetkileri olan bazı kurumlar eliyle yerine getirildiği için yetkili olmayı ve o kurumlarla yönetmeye kendini vazifeli görenlerin bu iddiaları dile getirmeleri her sade müslümandan beklenmemelidir diye cevaplar.Bunun için; bilinçli, işinin ehli ve vasıflı müslümanlardan bir gurubun bu işleri üstlenmeleri adeta teşvik edilir.’’Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun.İşte kurtuluşa erenler onlardır.’’ (Âl-i İmrân Suresi:104) bu faaliyetlerde bulunanları kimileri ‘’İslâmcı’’ olarak tanımlamaktadır.
 
Zaten her meselenin her müslüman tarafından aynı hassasiyetle anlaşılmasını beklemek eşyanın tabiatına da aykırı düşer.Müslüman ve İslâmcı farkını bir çizgi kabül ederek meselenin bir bütün olarak ele alınması beklenen bir şeydir.Ancak mevcut gidişattan müslüman toplumun tümünden aynı rahatsızlığı duymasını beklemek ve aynı hassasiyeti göstermesini beklemek, aynı çözüm yolarında buluşmak çokta gerçekçi olmaz sanırım.Mesela; bugün Türkiye’de zaten bir hayli İslâmi anlayışlar mevcut.Her biri bir başka çalışma alanını kendince öncelikli alan olarak görebiliyor.Bazıları çalışmalarının tamamen islah hareketlerine öncelik vermeyi bir görev sayıp mesaisini bu yönde vakfederken, bir başkası da tebliğ etmeyi öncelikli görevi olarak kabül ediyor.Bir başkası da ferden-fert insan yetiştirmeyi daha öncelikli görev olarak kabül ediyor.Kısaca herkes meseleye kendi bakış açısıyla durduğu yerden gördüğü kadarıyla ve o bakış açısıyla sorunlara bakıyor.Yani Herkesi kucaklayacak bir şemsiye görevi yapacak herkesin altında settar olabileceği bütüncül bir bakışla değerlendirme yapan pekte yok gibi.
 
Halbuki müslümânlar ilk asırdan sonra beşyüz yılı aşkın bir sürede Endülüste Yahudilerin, Hristiyanları ve Müslümânların birlikte yaşadıkları ve gelişmiş mimarileri ile yapılmış şehirleriyle muhteşem bir örneklik teşkil eden yönetimiyle dünyaya adaletle bir arada kardeşçe yaşamanın nasıl olunabileceği örnekliğini sunabilmişlerdir.
 
Teferruatla uğraşmadan fotoğrafın bütününü görebilen bir bakışla, yine teferruata boğulmadan geniş düşünebilen insanların açacağı menfezlerden yol bulup yürüyemeyenler, dışarınında algılarla oynayıp müslümanları acze düşürerek ‘’kaybettik’’, ‘’duvara tosladık’’ psikolojisini yaşatanların çoğu bilmeyerek meydanı ‘’az olsun bizim olsun’’ ya da ‘’Küçük olsun bizim olsun’’ felsefesiyle hareket eden cemaatlere(İstisnalar elbette vardır.) bırakmaktadırlar.
 
Halbuki hacim küçülünce beyinlerde küçülmeye başlar.Çünkü cemaatlerde yüz yüze gelen insanlar daha çok kendi içinde hakim olan bir yapının yorumladığı tek tip bir din anlayışı ile karşılaşırlar.Pek azı bu algıyı aşıp kendi gerçek yorumlarına ulaşabilirler.Zira insanların ilk kaynaklara yönelip kendi yorumlarına sahip çıkması hem çok zordur ve hem de yanlışlar uzun süre sonra ancak fark edilirler.Halbuki insanın bir başkasının doğrusunu kabül etmeyi tabiatı gereği daha kolay ve daha cazip görür.Çünkü, insan kolay olanı seçmeye daha meyillidir.Oysa bir başkasının baktığı yerden dinle buluşmak ve tanışmak çoğu zaman farkına varmadan dininde razı olmadığı başka tavırları benimsemekle son bulabilir.Zira başkasının dinini yaşamak zamanla kişiyi samimiyetsiz kılar.
 
Herkesin yaşadığı hayatta hayatın ürettiği bazı ön yargıları olur.Bunların büyük çoğunluğu Kur’an’ide olmayabilir, Ama biz bunları bile dinle buluşturmaya çalışırız.Onların aracılığı ile dini bir hayatı yaşamaya çalışıyoruz.Hatta daha önemlisi bu ön yargılarımızla da dini çözümler üretmeye çalışıyoruz.Burda önemli olan sizin tercihleriniz sonucu oluşmuş dini bir karşılaşma ise, yanlış olsalar bile bu tercihler illaki sizi doğruya doğru olana götürür.
 
Halbuki dinin asli kaynaklarından beslenerek, değişmez kaynakların dalgalarını fazla büyütmeden öze yaklaşmanın ve doğruya en yakın olanına erişmek için günün şartları ölçüsünde, her meslekten etkili ve yetkili uzman kişilerin ortak akılla istişare ederek verecekleri kararlarla yeni çözüm yolları bulunmalıdır/bulunabilirde.
 
Mustafa YILDIZ/ANKARA

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş