metrika yandex
  • $32.65
  • 35.29
  • GA17640

Aldanma Ve Aldatılma

MUSTAFA YILDIZ
29.08.2020

İnsan ömrü uzadıkça beyninde ister istemez geçmişi hakkında bir arşiv de oluşmaya başlar. Sürekli bagajında taşımak zorunda olduğu bu arşiv bilgileri kişiye ister istemez yaşadıkları ile ilgili deruni bazı sorgulamalar da yaptırır. Kişi sahip olduğu bu birikimleri sayesinde gerek bireysel olarak geleceği ile ilgili olsun, ve gerekse içinde yaşadığı sosyal hayatı değerlendirirken çözüme dair alternatif yeni düşünceler üretebilme hususlarında olsun bir kabiliyet de kazandırır. Belki de en önemlisi kişiye karar vermede de daha temkinli davranma, daha etraflıca düşünebilme alışkanlığı sağladığı da doğrudur.

Her insan geleceği ile ilgili karar vermesi söz konusu olduğunda; ümitvar bir bakışla kararlar vermeye kalksa çoğunlukla kendinden emin karar veremeyeceğinden, vakti ya acabalara cevaplar vermekle geçer, ya da bazı endişeler cevapsız kalacağından hafızası sürekli onlarla meşgul olmaya devam eder. Yeterli ve makul cevaplar bulunamayıp iş sarpa sarmaya başlayınca da, kısır bir döngü başlar. Kişi bir açmazın içine düşünce de, ancak iradesi güçlü biri “Geleceği Allah bilir”, “Yarının hesabını yapma gibi bir görevimiz yok, gereği de yok” diyebilirse şayet, işin içinden çıkıp normale dönebilir. Yoksa, kendine yeten biri değilse zaten, kendi ürettiği sorunlara yenilerini de ekleyerek tam çıkmaza girer ki, bundan sonra iş Allah’a kalır artık.

Ama söz konusu olan kişinin geçmişi, mazisi yani yaşanmışlığı olunca, kişi geriye dönüp baktığında istisnasız hemen her “Akil” sahibi insanda tepeden tırnağa bir aldanmışlık ruh hali, bir aldatılmışlık duygusu kaplar. Bu defa kişinin muhatap olduğu sorular da değişir verilecek cevaplar da yer değiştirerek sözcükler “Keşkeler”le başlamaya başlar. “Nasıl da fark etmemişim”, “Burayı nasıl da kaçırmışım”, “Peki buna nasıl inanmışım” gibi sözler cümlelerde sıkça yer almaya başlar. Yani belli bir ömür yaşamış kişi veya kişiler kimi zaman “Pişmanlık, nedamet, mahçubiyet, aldanmışlık ve aldatılmışlık”ın verdiği ruh haliyle sık sık muhasebe yapma ve yüzleşme durumuyla karşı karşıya kalırlar. Sorumluluk taşıyorsa kişi/kişiler “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” düsturu gereği bunu zaman zaman da yapmalı, yapabilmeli de.

Bu aldanmışlık ve aldatılmışlık durumları doğal yaşamın gereği ve parçası olarak belli bazı evrelerde gerçekleşmiş ise, ya da insan hayatında başkasına muhtaç olunan zamanlardaki dönemlerine ait ise, bu haller geçici olduğundan insanda kemalat başlayınca, olgunlaşma süreci tamamlanınca insanın kendisi bile geri dönüp baktığında olanlara güler geçer. Örneğin; Büyüme çağındaki çocuğa örfleşmiş metodlardan sayılan ”Yemeğini yemesi, korkularını yenmesi, derslerine çalışması veya bazı meraklarına cevap olsun” diye sabi yaştakilere söylenmiş bazı sözler veya verilmiş bazı bilgilerden dolayı, çocuğun belli bir dönemde yaşamış olduğu bu aldanmışlık ve aldatılmışlık hali gayet normal karşılanmalıdır. Zira bu davranış biçimi genelde muhatabın aciz kaldığı, makul ve mantıklı çözüm önerileri bulamadığı anlarda, görevini eda etmenin verdiği mesuliyete binaen yapması gerekenler olarak görülerek sarf edilmiş söz ve davranışlar olarak kabül edilirler. Bu dönemleri bir nevi insanın olgunlaşmaya doğru seyrini tamamlamak adına yaşanmış evreler olarak kabül edilerek “Bu dönemlerin sorgulanmaması, yok hükmünde sayılması ve görmezden gelinmesi gerekir” diyenler bile vardır.

İnsan hayatındaki bu süreçler “Akil” ve “Büluğ” dönemleri olarak yani, “Ruh”en ve “Fizik”en gelişimini tamamlamış insanın “İki günü denk olan aldanmıştır” hükmü gereği bedenen gelişirken düşünce bazında ve fikri planda da kemalata doğru seyreden bir çizgide gelişme gösteriyorsa/gösterebiliyorsa şayet, burda zaten sorun da yok demektir. Tabii seyir de böyle olmalıdır zaten. Ancak; İlerleyen yaşına parelel olarak düşüncelerinde de bir gelişme görülmüyorsa, sadece duydukları ve çevresinden öğrendikleri ile yetiniyor ve ilave kattığı birşeyi yoksa/olmamışsa, düşünce bazında fikri-Sabit kalmışsa eğer bu durum; Kişide ya bir ruhsal hastalığın olduğunu gösterir, ya da kişide beden olarak “Baliğ” olmuş ancak hala “Akil” olamamış bir durum söz konusudur denilebilir.

Her insan geriye dönüp baktığında gerek düşünce bazında, gerekse bilgi-birikim açısından kendini eksik görerek dağarcığına sürekli yeni şeyler ilave etmesi, tecrübelerine parelel ufkunu da geniş tutması/tutabilmesi, geçmişteki akılda kalan yanlış bilgi ve öğretileri hakikat ve hikmetletlerle yenilemesi, aldanmış olduğu veya aldatıldığını zannettiği düşünceleri vakıf olduğu/olacağı ilim ve tecrübeyle güncellemesi eksiklerini bu şekilde tamamlaması kişinin “Akil” olup “Mükellef” olmasının gereği olarak görülmeli ve “İnsan olmanın gereği de budur zaten.” diye arzulanan ve beklenenin de bu olduğu bilinmelidir.

Yoksa, ilerlemiş yaşına rağmen, herkes gibi örf ve geleneklerle hazırlık dönemini geçirmiş ve bu döneme ait bilgileri de kendine yeterli görüp üzerine hiçbirşey katmamış/katamamış kişi/kişiler şayet; Halen “İyiyi kötüden”, “Faydalıyı zararlıdan”, “Doğruyu yanlıştan” kısacası “Lehinde ve aleyhinde olanı dahi ayırt edemeyen” bir konumda iseler yaşları kaç olursa olsun “Baliğ” olmuş fakat “Reşit” olmamış/olamamış ve işte; “Gönüllü kendini aldatan ve aldananlar” bunlardır diyebiliriz. Bunu bir aldatılmışlık olarak göremeyiz, görmemeliyiz de.

İnsan “Akil” olma yaşına kadar sorumluların yönlendirmesiyle bir aldatılmışlık ve aldanmışlık dönemi geçirebilir, burda bir mazur olma da söz konusu olabilir. Ancak, “Reşit” olduktan sonra insan tek başına sadece aklını kullanmış olsa dahi, o akıl kişiye bazı doğruları ve kimi yanlışları ayırtetmede rahatlıkla yol gösterici olabilir. Ancak, çevreden öğrenilen/öğretilen, kulak dolması bilgilerden içinde de bir çok yanlışı barındıran verilerle yetinen, aklını dahi kullanamayıp devre dışı bırakan, iyi ve güzeli talep etmeyen/edemeyen, hakikatı arama gereği duymayan/duyamayanlar için de şu söylenebilir; “Bu tip insanlarda bırakın beyinlerinin gelişme göstermesini, aksine beyin hücreleri yavaş yavaş dumura uğrayıp ölmeye başlarlar. Artık bu insanlar aldatılmaya da, aldanmaya da hazır malzeme haline gelmişlerdir. Bu tiplerin düşünce bazında nereye savrulacakları da kestirilmez. Zira akılları sağlıklı beslenemediğinden doğruyu bulma melaikeleri de devre dışı kalmıştır, duyguları devreye girmiştir. Aldanmaya ve aldatılmaya müsait hale gelmişlerdir artık. Hakikatı kavramaları da oldukça zora girmiştir.

Bu tip kişiler kendilerini her hususta yeterli gördüklerinden öğrenme ihtiyacı da duymazlar. Çevresel ve toplumsal örfler ve gelenekler onlar için esin kaynağı olur. Kendilerini güncelleyemediklerinden yaşadıkları rutin davranışlar onların yeğane doğruları olmaya başlar ve onlar için “İnanç” haline dönüşürler. Bir müddet sonra bu tutum ve davranışlar inançla ilişkilendirildiği zaman da, artık o davranışların yanlışlığını iddia etmek ve müdahale etmekte hem oldukça zorlaşır, hem de müdahale etme doğru da olmaz zaten. Zira kişinin inancında değişim yaşaması ikna işi değil, hidayet işidir ve o da artık nasibe kalmıştır. Çünkü bu işlem Rab’bın tasarrufuna ve O’nun ilgi alanına girer. Ayrıca kişinin de bireysel talebine bağlıdır.

Burda inanmış şuurlu insanlara düşen görev; Usul’e uygun ve uslub’a riayet edilerek güzel bir lisanla iyiyi ve güzeli, doğru ve yanlış olanı muhatabına “Tebliğ” etmektir, duyurmaktır o kadar. Israr edilerek işi daha ileri boyutlara taşıma yaratıcının görevine müdahale olur ki, buna kimsenin hakkı olmaması gerek. Zira, ”Sen hidayetçi değilsin” ikazı kişinin kendi haddini ve yetkisini bilmesi için yapılmış bir ikaz olduğunu da kişinin kabül etmesi gerekir.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş