1995 yılında, Eskişehir tren yolculuğumda yan koltukta oturan yolcunun çocuğuyla kurduğu iletişimi çok yapmacık bulmuştum. On yaşlarında olan çocukla babanın kurduğu diyalog kölenin efendisiyle kurduğu diyalogu çağrıştırıyordu. Bu duruma müdahale etmeden yolculuğa devam edemeyeceğimden babayı bu abartılı ifade şeklinden dolayı eleştirdiğimde, babanın cevabı hayretimi daha da artırmıştı. Baba abartılı bulduğum üslubu bilinçli bir tercih olarak ifade edip, bunun nedenini; ne kadar kıymetlendirici konuşursa, çocuğunun da o kadar kıymetlenmek için çaba harcayacağını söyleyerek açıkladı. “Ben çocuğumun bir cumhurbaşkanı olmasını istiyorsam bir cumhurbaşkanıyla konuşuyor gibi konuşmalıyım.” Diyordu.
Çocuğun şımarıklığında babanın çabası kaybolmuyordu. Çocuğun umursamazlığında babanın cümlelerini kurarken seçkin kelime tercihlerinde, boş ver anlayışının gölgesi bile belirmiyordu. Yanımdaki baba, ne yaptığını bilen bir kesinliğin içinden konuşuyordu. Tarzını ve tavrını böylesine değiştirmeden kullanan baba, sanki çocuğun ileride karışılacağı “sorunların çözümü” nün burada olduğunu keşfetmiş biri gibiydi. Şımartılma olarak okunabilecek bu yaklaşım, tam tersine geleceğe en yetkin hazırlama tekniğinin kendisinden başkası değildi.
Baba söz söylerken kelimeleriyle, değerlilik kilimini ilmik ilmik dokuyordu. Her bir cümle, çocuğun vücut salınışını kırk beş derecelik açıyla esnetiyordu. Trenin içinde vagondan vagona bir iki tur attıktan sonra babanın kuracağı “değer kılıcı” cümleleri duymak için çocuk, susuz birinin kana kana su içmek için çeşme başına koşması gibi, babasının yanına geliyordu. Çocuğum şımarır anlayışından, ne derler endişesinden çok uzakta duran baba, nezaketiyle ve letafetiyle ölçülü olmanın kıymetini de örnekliği üzerinden anlatmış oluyordu. Çocuğun her isteği babadan olur alamıyordu ama isteğinin neden olamayacağı kendisine o kadar güzel anlatılıyordu ki çocuk ısrarcı olamıyordu. Israrcı olmayı deneyip, nazlandığında da baba kısa bir açıklamayla yetinip “sen bilirsin” diyordu. Babanın ses tonu kararlılığı ifade ediyordu fakat azarlama, aşağılama, utandırma, bağırma, hakaret gibi “değersizleştirici nota”ların ses tonuna karışmasına izin vermiyordu.
Baba-oğul arasındaki iletişim, çok iyi çalışılmış bir tiyatro gösterisini çağrıştırıyordu. Gerçek olmaktan uzak, çok uzaktı. Fakat sahne omuzlarıma değiyordu. Oyunu bozmak istiyordum, ezber cümlelerinin yerini gerçek cümleler alsın diye araya giriyordum ancak nafile oyun devam ediyordu. Kendisini bana tanıtmak istemeyen yetenekli bir oyuncu vardı yanımda diye düşünmekten kaçınamıyordum. Sonunda gerçek beni yordu. Her insanın bir “değer çeşmesi” olma hayali zihnimde belirmeye başladı.
Devlet mevzuuna giriş|Sait Alioğlu
26.03.2024
SÖMÜRGECİLİKTEN KÜRESELLEŞMEYE |Noam Chomsky
24.03.2024
Seviyesiz siyasetin gölgesinde seçimler
24.03.2024
BU UTANÇ BİZ MÜSLÜMANLARINDIR|MUSTAFA DOĞU
26.03.2024
Süleyman Arslantaş ile Derkenar
14.03.2024
FİLİSTİN CEPHESİNDE NİLİ CASUSLARI
04.03.2024
DİYARBEKİR ANNELERİ FERMAN KARAÇAM 22.03.2024
EBU UBEYDE'NİN YALNIZLIĞI KADİR ÇİÇEK 24.03.2024
Çanakkale’den Gazze’ye AHMET SEMİH TORUN 21.03.2024
DİYARBEKİR ANNELERİ FERMAN KARAÇAM 22.03.2024