1978 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne geldiğimde alanında her biri ekol olan hocalarımız vardı. Tefsirde İsmail Cerrahoğlu, Süleyman Ateş, Hadiste Talat Koçyiğit ve Mehmet Sait Hatipoğlu, Kelamda Hüseyin Atay, Türk Dili ve Edebiyatında Mahmut Esad Coşanve Mantıkta Necati Öner gibi. Geriye doğru baktığımda bu hocaların düşünce dünyamıza çok şey kattığını görüyorum.
Hüseyin Atay, bizim kelam derslerimize geliyordu. Ondan klasik kelam konularını öğrenmenin yanında tefekkür etmeyi de öğrendik. Fakülteye geldiğimiz ilk günlerde birileri birkaç hocanın adını vererek (ki onlardan biri de Hüseyin Atay’dı) bunlardan uzak durmamızı söylemişlerdi. Lakin bu uyarı bahse konu hocalara ilgimizi artırmaktan başka bir işe yaramamıştı.
Ben, bu yazıda Atay Hoca ile alakalı hafızamda kalan bazı hatıralarımdan bahsedeceğim.
Hoca, bir gün derse “tarikat şahsiyet öldürür, ilim şahsiyet kazandırır” diyerek başlamıştı. Hocanın bir özelliği vardı, derste soru sorulmasına müsaade etmezdi. Bu yüzden ben elimi kaldırıp söz vermesini beklemeden ayağa kalktım ve “Hocam! Hem ilmin şahsiyet kazandırdığından söz ediyorsunuz hem de soru sormamıza izin vermiyorsunuz! Bu durumda biz nasıl şahsiyet kazanacağız?” dedim. Hoca güldü ve anlatmaya devam etti. Bu, hocanın yöntemiydi. Dersin girişinde talebelerin tepkisini ya da ilgisini çekecek bir söz söyler, insanlar dikkat kesilince de dersini anlatırdı.
Hocanın kısa bir hikayesi bana düşünmeyi öğretti.
O kısa hikâye şöyle: Ezher’de bir tilmiz yani öğrenci, her gün bir risale okuyor ve hocasına “üstadım bugün filanca risaleyi bitirdim” diyerek haber veriyormuş. On, on beş yıl boyunca bu hep böyle sürmüş gitmiş. En sonunda tilmiz, yine “hocam, bugün şu kitabı okudum” deyince hocası ona şöyle bir bakmış ve “evladım, sürekli okuyorsun! Ne zaman düşüneceksin?” demiş.
İşte bu kısa hikaye bana okumanın kifayet etmeyeceğini düşünmenin de gerekli olduğunu öğretti. Şu anda Türkiye'nin en temel problemlerinden birisi bu tefekkür meselesidir. Çalıştığım bütün iş yerlerinde gördüm ki kendi işiyle alakalı tefekkür eden ve onu geliştiren pek az insan var. Genellikle mûtat hâle gelen uygulamalar sürdürülüyor. Bu nedenle de yenilenme ve gelişme olmuyor.
Hüseyin Atay'ın ne kadar ilim âşığı birisi olduğunu göstermesi bakımından anlatacağım şu hadise güzel bir misaldir. Belediyecilik yaptığım günlerde yılda bir şehircilik sempozyumu yapıyordum. Bunlardan birisi olan“ şehir ve güvenlik” sempozyumunun davetiyesini ilahiyat fakültesinin hocalarına da göndermiştim. Bundan maksadım da sadece hocalarımın konudan haberdar olmalarıydı. Sempozyum günü bir de baktım ki Hüseyin Atay, sabahın erken saatinde salona gelmiş tek başına oturuyor. Hemen yanına koştum, gereken hürmeti gösterdim, gelişinden duyduğum memnuniyeti dile getirdim. Hoca, iki gün boyunca sempozyumdaki bütün tebliğleri dinledi, notlar aldı. İşte o böyle biriydi. İlim nerede ise Atay Hoca oradaydı.
“Üç İdrak Düzeyi ve İslam’ın Üç Tezahürü” adlı kitabım çıktığında “Kitaplığınızda bulunması benim için bir onurdur” diyerek hocaya bir tane hediye ettim. Bir hafta sonra hoca beni aradı ve “Osman, bana verdiğin kitaptan 10 tane daha var mı?” diye sordu. Var hocam, dedikten sonra ne yapacaksınız? diye sordum. “Doktora öğrencilerime okutacağım, seni tebrik ediyorum ne güzel şeyler düşünmüşsün, bizim hocaların bazılarından daha cesur yazmışsın” diye ilave etti. Ona, “Hocam bu onur bana yeter, bütün hayatım boyunca bunu unutmayacak ve pek çok yerde anlatacağım” dedim ve hemen hocaya kitapları gönderdim. Benim yazdıklarımın hocanın ilmi yanında ne değeri olabilirdi ki? Ama o üşenmemiş bir hafta içinde kitabı okumuş, üstelik beni yüreklendirmeyi de unutmamıştı. Atay, insan ilişkilerinde hep mütevazi olmayı becermiş bir hocamızdı.
Hoca, derslerden birinde Müslümanlardaki çarpık zihniyeti göstermek için şu misali anlattı. “Dekan olduğumda bana bir araba tahsis ettiler ve bir de şoför bulmamı söylediler. Ben de çevremdekilere haber saldım. Sağdan soldan tavsiyeler gelmeye başladı. Aracılar tavsiye ettikleri kişiyi anlatırken beş vakit namazını kılar, oruçlarını muntazam tutar gibi özelliklerini sayıp döküyorlardı. Ben onlara şoförlüğü nasıl diye sorduğumda ise cevapları genellikle “zamanla gelişir” şeklinde oluyordu. Yahu kardeşim, ben camiye hoca aramıyorum makam şoförü arıyorum! İşte bizim derdimiz bu, her şeyi birbirine karıştırıyoruz”
Ben ve Türkiyeli pek çok Müslüman, Hüseyin Atay sayesinde Kur’an’ı İslam’ın ilk kaynağı olarak yeniden keşfettik. O, tefsir hocalarından daha çok Kur’an’a vurgu yapan ve Kur’an’dan bahseden bir kelamcıydı. Atay, zannedilenin aksine bizim dönemimizin tek “sahib-i tertip” (namazını hiç kaçırmayan) hocasıydı. Onun “Kur’an’a göre Araştırmalar” isimli külliyatını kütüphanenizde bulundurmanızı tavsiye ederim.
Hüseyin Atay Hocama, Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.
Ulus’ta emeklilerin sığındığı otel odaları!
12.12.2025
Mehmet Görmez, rektör olarak atandı
12.12.2025
ASTP:“Sudan’ın Yaralarını Sarma Vakti”
25.11.2025
Feyzullah Akdağ ile Derkenar
23.11.2025
Cihannüma’dan Gazze Raporu
19.11.2025
Zirai ilaçlar, reçete ile satılacak
19.11.2025
yola iz olanlar; hz hatice… MUSTAFA AKMEŞE 11.12.2025
Ankara’da yüz ağartan iki faaliyet OSMAN KAYAER 15.12.2025
Bakü ve Şehidler Hıyâbânı AHMET SEMİH TORUN 17.12.2025
İslamcı Aydın Üzerine YUSUF YAVUZYILMAZ 14.12.2025
BİSMİLLAH AHMET GÜRBÜZ 17.12.2025
Ulucanlar Cezaevi MEHMET YAVUZ AY 24.11.2025
Surelerin Mesajları: KALEM SURESİ -2 OSMAN KAYAER 18.11.2025
Yahudi mi dediniz? SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 19.11.2025