niye çıkmıştı ki..
hangi dert, hangi yorgunluk savurmuştu. bilinmez işte...
bir de yalnızlık sevdirilmişse eğer, ah! dağlar alır çeker içine
göğsünde eritir(!) ya adamı...
sonra, hiç ummadığı, beklemediği bir şey oldu…
kitap, din, iman nedir bilmezdi ki zaten...
hani, çok eski zamanlardan kardeşlerinden biri, şehrine dönüş gecesinde kaybolmuştu…
ateş gördü ve almak için gittiği yerde başına gelen neyse, benzeri olan, o’na da geldi...
koşarak düşe kalka, soluk soluğa ve bir o kadar korku,
heyecan içinde, bilinmezliğin endişesi kaplamış, ruh haliyle, atar kendini…
dağdan aşağıya...
sahi, sükun bulmak için siz kime koşardınız?
ört üstümü der, ört çabuk…
titreyen eştir, candır. bilir misin? sevgilidir…
kadını, hatice’si
ter içinde kalmış sevgilinin başını dizlerine koyar,
adeta titreyen bir yavru serçenin biçare hali işte...
üstüne örtüler atar kat kat…
elleri merhametle en sevgili'nin saçlarında dolaşırken
ruha dinginlik katacak,
bir ömrün özeti cümleler düşer dilinden...
düşer işte,
sen üzülme.
rabbin seni mahzun etmez der,
mesela...
seni utandırmaz ki...
sen emanete sahip olansın, der. eminsin...
sen konu komşuya müşfiksin,
akrabayı gözeten, fakiri doyuran, yetimin başını okşayan sen,
ey sevgili der...
yere düşenin elini tutan,
haksızlığa uğrayana yardım edensin.
yani sen ne güzel eş ne güzel insansın...
der ya...
sevgili derin bir uykuya daldığında, hatice ilk defa bir başka gözle seyreder eşini.
15 yıl olmuştur.
nasıl da hızlı geçmiştir yıllar.
saçlarını elleriyle okşarken, dalar gider evlilik öncesine;
görür, duyardı muhammed'i,
hem akrabalık, hem de şehir küçük işte, bilirsiniz...
ama son gördüğünde şehrin sokağında yürüyüşünü ne kadar etkilenmişti,
sakin ve huzurlu,
ayrı bir dinginlik vardı üzerinde,
siması öyle güzeldi ki...
başını çevirerek istemsiz bakmıştı ona,
sonra kendine kızmış, ayıplamış ve hızlı adımlarla uzaklaşmıştı.
emin'di, el emin, o
şehrin sokaklarından geçerken,
genç kızların iç geçirdiği,
annelerinin kızları için dualarına kattığı gençti.
o ebu talib'in yetimi’ydi...
iki evlilik yapan ve eşleri ölen,
şehrin tâhiresi, güzel, asil, zengin ve dul.
gelen tüm evlilik tekliflerini geri çevirendi...
genç muhammed'e gönül mü koymuştu ne!..
ha! ... ticareti için güvenilir birine ihtiyacı olması var ya, işini kolay eder...
sonrası malum...
muhammed’e, yaklaştıkça ve tanıdıkça, ondaki eşsiz olan meziyetlerini görür ve
büyük bir aşka döner hisleri...
dizlerinde uyuyan sevgilinin yüzünü merhametle, elleriyle sıvazladı,
terini kuruladı,
sonra, sırdaşı nefise’ye durumu açtığı günü hatırladı birden,
tatlı bir gülümseme düşer hatice’nin yüzüne... biraz da pembeleşti mi ne siması...
"nasıl olur ki?, kabul eder mi muhammed? ne dersin? uygun olur mu? rezil olmayalım!, ne yapsam işte, bilemedim" diyen,
yardım isteyen, kıvranan halleri gelir aklına. koca kadındır ama, güler, o günkü çocuksu hallerine. sevda işte...
sonra, nefise'nin "sen o işi bana bırak" deyişini, muhammed'e ulaştırılan evlilik teklifinden sonraki bekleme süresini hatırlar...
aman allah'ım neydi o öyle...
uykular kaçmış, dudaklarını ısırıyordu, kapı, pencere önlerinde nefise’den gelecek haberi beklerken...
…. ilginç, gerçekten çok ilginç...
yirmi beşinde delikanlı, asil, yetim, yakışıklı ve şehrin eminiyle,
iki çocuklu, iki kez dul kalmış
şehrin tâhire’sinin evliliği...
nasıl olur ki?
iyi olur..
nasıl bir şey bu diyorsanız,
yıllar sonra, gözde'sinin evinde otururken, tanıdık bir ses gelir dışarıdan,
"müsade var mı ya rasulullah?"
vurgu, ton, tını tıpkı aynısı onun gibi olandır.
kızarır. ter basar. heyecanlanır,
"allahım bu huveylid kızı hale'dir" der
yüzünde sanki güller açar. gelen hatice'nin kız kardeşidir...
aişe sokurdanır. hıh;
"allah neler verir insana, ne nimetler"
elleriyle şöyle bir atışı var ki kendini işaret ederken;
sen de, ölmüş ihtiyar bir kadının heyecanını yaşarsın hala...
başını kaldırır peygamber
ve yüzünde derin bir sevdanın, vefanın izleri vardır,
o hali, söze durur sanki:
"o çocuklarımın anası’dır,
ilk göz ağrısı işte.
beni herkesin yalanladığı zamanlarda
ilk 'tasdik' eden sevdadır o...
malını, mülkünü yolumda sarf edendir."
bilir misin?
başını eğer ve sevgiliye olan özlemi düşünürken dalar gider...
ey yolcu,
"sarp bir yokuşa sarmak" vardı ya!
o da neymiş deme, bakıver google’ye...
eş olanın bir ömre şahitliği,
"yokuş yolun" işaret taşlarının, aynı olmalı...
valla...
bildin mi?
insanı sarınca bir yalnızlık, kuşatınca bir çaresizlik, hüzün...
hani bilemez ya ne yapacağını...
korku işleyince yüreğe, panik olunca hayat,
bilinmezlik galip gelince, ürperir ya...
işte o zaman,
sana; senin hayatının özetine şahitlik edecek bir dil olmalı,
olmalı be dostlar.
saracak, sarmalayacak,
saçlarını okşarken elleriyle,
sekinet cümleleri düşecek dillerinden...
yani, bir yanından bahsediyorum,
yani, eş’inden işte...
kuramıyorsa eğer benzer cümleler…
nefeslen bakalım şimdi...
sahi, neyin telaşı yordu seni...
evet, hangi yolun taşı değdi, dikeni battı ayaklarına.
ey yolcu,
yolu şahitlendir...
izlerin olsun güzellikler adına,
olsun ki, dile dursun en zayıf anında…
hele bir de eksik olan bir yanın,
yani, erkeğin/kadınınsa bu şahitliği yapan...
yaslanma ağaca, duvarlara boşuna.
cefadır/derttir çektiğin
bağrında sükun bulacağın sadece eştir senin...
of ki of! dedi ökkeş heyecanla ve tamamladı sözünü;
bu nasıl bir zenginliktir?
bir bilsen…
FİKİR, İLKE VE DURUŞUN ÇİLESİ|MUSTAFA AYDIN
11.12.2025
2026 resmi tatil günleri belli oldu
11.12.2025
ASTP:“Sudan’ın Yaralarını Sarma Vakti”
25.11.2025
Gazze'de çadırlar sular altında kaldı
17.11.2025
Feyzullah Akdağ ile Derkenar
23.11.2025
Bayancuk gözaltına alındı
18.11.2025
Cihannüma’dan Gazze Raporu
19.11.2025
yola iz olanlar; hz hatice… MUSTAFA AKMEŞE 11.12.2025
Ankara’da yüz ağartan iki faaliyet OSMAN KAYAER 15.12.2025
İslamcı Aydın Üzerine YUSUF YAVUZYILMAZ 14.12.2025
Ulucanlar Cezaevi MEHMET YAVUZ AY 24.11.2025
Surelerin Mesajları: KALEM SURESİ -2 OSMAN KAYAER 18.11.2025
Yahudi mi dediniz? SÜLEYMAN ARSLANTAŞ 19.11.2025