metrika yandex
  • $38.8
  • 43.37
  • GA28455

BİR MANKURTLAŞTIRMA/ KİMLİKSİZLEŞTİRME ARACI OLARAK KÜRESEL EĞİTİM -3

MEHMET YAŞAR SOYALAN
18.07.2024

Üçüncü Bölüm

  1. Bir Şartlandırma ve Kimliksizleştirme Aracı/Mekânı Olarak Okullar

Her bir insan, doğumu ile birlikte hayata (hatta anne rahmindeyken) doğal bir öğrenme süreci ile başlar. Bebek, zihinsel yazılımını ailesi ve yakın çevresi içerisinde doğal süreçler çerçevesinde bizzat kendisini gerçekleştirir. Ne zaman ki konuşmaya başlayıp, ailesinin dışındaki büyük çevrenin bir parçası haline gelir, özellikle de adı ve tanımı ne olursa olsun okulla tanışıp, bir “okullu” olunca bütün yazılımı deforme edilerek zihinsel kodları yeniden oluşturulur; artık kendisi bu süreçte özne değil, okul/sınıf ve büyük çevrenin bir nesnesi konumundadır.

Bebeklerin/çocukların ilk öğrenme süreçleri en etkili, kalıcı zihinsel yazılım süreçleridir. Bu ilk süreçlerdeki öğrenmeler öncelikle çevrenin fotoğrafını çekme şeklinde ve tepki vermeden gerçekleşir. Fotoğraflamanın sonrası, yakın çevreyi taklit süreçleridir. Öğrenme bu şekilde bir süreç içerisinde gerçekleşir (0-3 yaş arası). 4 yaş ve sonrasında bebekler çocukluk evresine girmiş durumdadırlar; taklit aşaması devam ederken tepki vermeye, itiraz etmeye de başlarlar. Çocuğun tepki vermesi, çevresinde gördüğü şeyleri kıyaslamaya, karşılaştırmaya başladığının bir göstergesidir. Çocuk bir nevi gördüklerinin analizini yaparak, kanaatini, verdiği tepkilerle ortaya koyar ve çevresinin zaaflarını keşfederek istediğini yaptırmaya başlar. Ağlamanın silah olarak kullanılması ve yalan söylenmeye başlanması da bu dönemlere rastlar. Çocuk yakın çevresinden gördüklerinden hareketle deneyerek bunların işe yaradığını tespit etmiştir. Ailesinin de hem kendisine hem de birbirine yalan söylediklerine şahit olduğu için (aynı şeyi farklı zamanlarda farklı şekillerde yaptıkları veya söz verdiklerinde yerine getirmedikleri için), bunları “iyi”, “olması gereken” bir şey olarak görür ve kendi hanesine yazarak, davranışa dönüştürür. Çocuk “iyi olmadığını” düşündüğü davranışlardan uzak durur: çünkü o bu döneminde saf iyiliktir.

İşte tam bu sırada/ dönemde evde ebeveyn, yuvada/anaokulunda eğitici onu terbiye etmeye, bir şeyler öğretmeye, yüklemeye, şartlandırmaya başlar. Çocuğun kendisine kazandırılmaya çalışılan pek çok şeye karşı direnci sınıftaki sürü psikolojisiyle aşılır ve hem aile içinde hem de anaokulunda şartlandırma hız kesmez. Özellikle anaokulları çoklu ortamlar oldukları için şartlandırmada rakipsizdir; çocuk kendisini, çoklu ortamın, kalabalığın sürü olma psikolojisine eve oranla daha çabuk teslim eder.

Aslında anaokulu veya okullar baştan sona şartlandırma ortamlarıdır. “Ağaç yaş iken eğilir” özdeyişi gereği çocuklar bu yaşlardan itibaren çocukluklarından çıkarak, kendilerine çok yabancı olan ancak büyüklerin (tabii ki kurumların) çok istedikleri, o istenilen kalıplar içerisine girmeye başlarlar. Çocuklar süreç içerisinde giydirilen kalıplar sayesinde, büyüklerin istedikleri davranışları sergilerler. Biz büyükler; “maşallah büyümüş de küçülmüş” diyerek çocuklardaki değişime hayranlığımızı ifade ederiz. Aslında bu durumu, ebeveynin, öğreticinin ve yakın çevrenin çocuktaki değişim ve dönüşümünden çok, çocuğunun kendisine benzemeye başladığını görmesinin bir ifadesi olarak okumak gerekir; yani kendi ürünü ile gururlanma hali…

Bu yüzden anaokulları dâhil tüm okullar, çocukların doğasının, doğallığının, fıtratının değiştirilip/ bozulup yeni bir şekle sokulduğu tehlikeli mecralardır. Bu süreçler ailede daha doğal bir şekilde, en azından sosyal ve tabii çevre ile uyumlu bir şekilde gerçekleşir. Ailenin ve çevrenin özelliğine göre burada da şartlandırma süreçleri yaşanır. Bu şartlandırmalar çocuk nezdinde de pek çok sıkıntıya sebep olsa bile tümüyle kendi bireysel özüne/doğasına, fıtratına, genetiğine tam olarak yabancılaşmaz, kendi fıtratından bir öz, bir taraf barındırır.

Ancak okullar, ister telaffuz edilsin isterse edilmesin, “eti senin, kemiği benim” anlayışının gereği olarak var oldukları için, yani varlık sebepleri bu olduğu için, çocuklar burada ailenin de yardımı ve desteği ile yeni bir şekle, yeni bir kalıba sokulur. Artık doğal öğrenme süreçleri bitmiş, şartlandırma/ eğitim süreçleri başlamıştır. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversite süreçleri şartlandırmanın aşama aşama gerçekleştirilerek, öğrencinin Aydınlanma insanına dönüştürülme süreçleridir. Bu eğitim süreçlerine, tektipleşmiş ebeveyn, iş ortamı ve çevre de eklenince işlem tamamlanmaktadır. Artık o, küresel köyün Aydınlanma insanıdır.

Çünkü bütün esas ve dayanakları ile sistem bir süreç içerisinde onu yönlendirmiş, şartlandırmış ve istenilir kalıplar içerisine sokmuştur. Sistemin ana unsuru ve temel hammaddesi olan “öğrenci”, olan biteni kavramaktan acizdir, ne ile karşı karşıya olduğunu, kendisini neyin beklediğini bilmemektedir. Devletin, ailenin, çevrenin yönlendirmesi/ ilk şartlandırması ile okul değirmeninde öğütülüp un olmak için okulun kurallarına kendini teslim etmekte ve değirmenden, değirmencinin iradesine uygun bir kimliğe, formata dönüşerek hayat okuluna/ değirmenine akmaktadır. Hayatta onu kaldığı yerden eğitmeye/ öğütmeye devam edecek, böylece bu yolculuk, bu öğütülme hali, hayatın yönlendirme ve şartlandırmalarına uygun olarak mezara kadar sürecektir.

Aydınlanma insanın “ne” ve “nasıl”lığını anlamak için fotoğrafın büyüğüne bakmak, yani işin esas kaynağına inerek konuşmak gerekmektedir; bunun için de biraz gerilere gitmemiz icap eder. Aydınlanmacı düşünce kendi havzası ve hafızası dışındaki tüm dünyayı, içi vahşilerle dolu bir orman/cangıl olarak tasavvur ediyor ve bu ormanı kendi dünyası için birincil tehlike/ düşman olarak görüyor. Dolayısıyla ormanı kendi haline bırakması mümkün değildir; oradaki vahşileri ya itlaf edecektir ya da özel klinikler/ okullar kanalıyla evcilleştirerek/ medenileştirerek/ terbiye ederek kendi dünyasının kullanışlı bir nesnesi haline getirecektir; başka bir seçenek yoktur. Ayrıca onun yeni iş gücüne ihtiyacı vardır, çünkü kendi havzasındaki işgücü hem yetmemektedir, hatta yetersizdir hem de çok pahalıdır. Dolayısıyla küresel bir hegemonyanın bir gereği ve çıktısı olarak küresel bir eğitim anlayışı onun için bir zorunluluk olarak ortaya çıkar.

İnsanı tek boyutlu hayvani bir varlık olarak tasavvur eden, kendisi de terbiye edilmiş olan Aydınlanmacı zihin ve otorite, ilk yıllarında şartlandırmanın sonuçlarını tam olarak öngöremese, planlayamasa da gelinen noktada hemcinsini terbiye ederek, kendi aracı ve aleti haline getirmek durumunda olduğunun farkındadır. Aynı zamanda o, kendince bu eylemiyle çok “yararlı” ve “önemli” bir iş yapmaktadır. Vahşi bir varlığı evcilleştirerek, onu önce zararsız hale getirmekte, sonrasında yeni bakış açıları, yeni ölçütler, davranış kalıpları için ikna etmekte, devamı olarak onu istenilen davranışlar sergileyen bir varlığa dönüştürmektedir. En temel hedef de tabi onun enerjisini bu yeni haliyle üretime katmak, onu üretimin bir aracı haline getirmektir. Çünkü o, kendisinin de böyle bir süreç sonrasında “insan” olduğunu, olgunlaştığını varsaymaktadır.

Evet, yapılan bu şartlandırma işinin adı eğitim öğretimdir. Bu, amacı, hedefi, kurgusu, planı, müfredatı, öğrencisi, öğretmeni, okulu/mekânı, vaatleri ve diploması/çıktıları ile bir bütün olarak, bir değiştirip dönüştürme sistemidir. Ancak sistem sadece bu unsurlardan ibaret değildir; aileden sokağa, yazılı ve görsel medyadan sinema, tiyatro, spor dâhil her tür iletişim ve eğlence araçlarına kadar pek çok yan unsura sahiptir ve bunların her biri eğitim sisteminin bir parçası durumundadır. Okuldan sonra sistemin en temel ayağı, dayanağı ailedir. Anne ve babalar, sistemin parçası ve müdafi olma durumunda öğretmenden daha fazla bir role, işleve hatta iştaha sahiptirler. Aydınlanmış ebeveynin şartlandırma süreçlerindeki etkisi sistem açısından çok önemlidir ve onların bu desteğinin kesintiye uğramaması için ebeveynler için de özel programları bulunmaktadır.

Sonuçta küresel tek özneye dönüşmüş olan Aydınlanmacı düşünce, inşa ettiği küresel eğitim sistemi ile tüm insanlığı Aydınlanma insanına dönüştürerek kendi geleceğini garantiye almış durumdadır ve bu küresel eğitim sistemi devam ettiği müddetçe de bu “güvenlikli” hal devam edecektir.

Aydınlanmacı düzen ve Aydınlanmacı iktidarlar güven içindedirler ancak, bu düzenin bir nesnesi haline gelmiş ve kendisini, bu sistemin kendisine verdiği payelerle sıfatlandıran/isimlendiren birisini artık seçme ve irade özgürlüğüne sahip, sorumluluk sahibi bir varlık olarak adlandırmamız ne kadar mümkün olacaktır. Çünkü o, artık aşkın boyutu örtülmüş, ötelenmiş tek boyutlu sıradan bir varlıktır. En iyimser adlandırma ile o eksik bir insandır. Çünkü o, tüm iradesini, birikimini, tercihini ve enerjisini şartlandırılma biçimine ve şartlandıran otoritenin/ mekanizmanın iradesine, istemine uygun olarak şekillendirmiştir ve iradesini de o yönde kullanır; mekanizmada başka düğme/ buton bulunmamaktadır.

Şunu ifade etmemiz gerekir ki, insan, doğuşundaki haliyle, “saf insan” halinde kalarak eğitilemez. İnsanın istenilen kalıplara sokulması bir süreç işidir, ancak sürecin en can alıcı, en önemli noktası, çocuğun zihnen eğitime hazırlandığı okul öncesi dönemdir. Burası ev olur, kreş olur, sokak olur, ama hepsi çocuğu, eğitilmesi gerektiği noktasında şartlandırırlar; çocuk için en önemli kırılma noktası burasıdır. Çocuk burada kendisini çevrenin yönlendirmesi ile tek boyutlu olmaya, istenilen kalıba girmeye hazır hale getirir. Zaten bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir; bir süreç içinde, aile, devlet ve çevre işbirliği ile çocuk istenilen kalıplara sokulur. Burada sistemlerin, mükemmel, iyi veya kötü olması itibari bir şeydir. Bazı modellerde bu dönüşüm süreçleri daha naif ve gönüllülük esası üzerinden, bazılarında ise zoraki olarak gerçekleştirilir; sonuçta yapılan şey aynıdır.

Böyle bir durumda eğitim sisteminin okul merkezli, öğrenci merkezli veya öğretmen merkezli olmasının, hatta müfredatın içeriğinin, ders sayısının, ders saatlerinin çok fazla bir önemi yoktur. Önemli olan eğitimin çıktısıdır. Eğitimde çıktı olarak görülen şey nedir? Modeller arasında herhangi bir fark var mıdır? Çıktı; öğrencinin bir değişim dönüşümden geçirilmiş olmasıdır. Değişimin mahiyeti, ne olduğu, nasıl olduğu, ne kadar olduğu, hangi yöntemler kullanılarak yapıldığı, öğrenci- veli memnuniyeti, öğrencinin beceri kapasitesinin ne kadarının kullanabildiği veya harekete geçirilebildiği gibi konularda farklı yöntemler, farklı standartlar, farklı kurallar konmuş olması, hatta çıktıdaki bazı farklılıkların bulunması işin özünü değiştirmez. Sonuçta çocuk farklı ve yeni bir figürdür, sisteme dahil olmadan önceki halinden farklı bir konuma evirilmiştir ve gelinen nokta hemen hemen aynıdır. “Öğrenci” bir müddet sonra bu değişim ve dönüşümün kendi iradesi ile olduğunu varsayarak olandan memnun olmanın çok ötesinde gerçekleşeni, gerçekleşme araçlarını ve biçimlerini kutsayacak, onlara minnet duyacaktır. Zaten eğitim sistemindeki aşılması ve çözülmesi en zor olan kısım bu kutsama kısmıdır. Ayrıca üzerinde durulması gerekir.

İş böyle olunca, okul dediğimiz şeyin, dersinden, öğretmeninden, müfredatından bağımsız olarak farklı bir kimliğe, işleve ve misyona sahip olduğu da ortaya çıkar. Müfredat, ders, öğretmen sadece okul için birer araç ve dolgu malzemeleri konumundadır. Elbette bunlar, okulu meşrulaştıracak, öğrenciyi oyalayacak, motive edecek bir işleve de sahiptirler. Ama bunlar olmasa da okul, tek başına toplumu öğüten bir değirmen olarak işlevini yerine getirir; kendisi için gerekli aparatları bulur. Okul denilen şey/ yer; öğrencinin belli bir süreç içerisinde hafta içi her gün, rutin olarak geldiği ve belirlenen kurallar çerçevesinde belli saatlerini geçirdiği bir mekândır. Ama her durumda mekândan öte bir mekândır; bir mabetten daha bir mabet, bir cezaevinden daha bir cezaevidir. İlk bakışta ruhsuz, cansız bir nesne, taş veya betonarme bir bina olarak algılansa da o, standardize edilmiş koca bir makinadır ve kendine özgü cezbedici ve etkileyici bir ruha sahiptir. Okul öyle bir binadır ki, bir kapısından çocuk olarak girilip yaşlı olarak çıkılan, beyaz girilip renksiz çıkılan ihtiyar bir büyücüdür aslında. Belki de insanı işleyen dev bir makinadır; ben diyeyim torna makinası, siz deyin bir devasa bir değirmen, veya zaman makinesi…

Devam edecek ...

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş