metrika yandex
  • $34.42
  • 36.69
  • GA21225

Haberler / Yazı Dizisi

KUR’AN- MEAL İLİŞKİSİ VE MEAL OKUMANIN ANLAM VE ÖNEMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER - 7 - / Mehmet Yaşar Soyalan

26.01.2024

Her Seviyedeki Muhatap İçin Bir Meal Okuma Yöntemi Önerisi

 

Yedinci Bölüm

 


ı) Kur’ân/Mushaf Bildik Kitaplara Benzemez
Günümüz okuyucusunun kafasında bir kitap imajı/anlayışı vardır. Bu imaj kafasında "kitap" ismi ile birlikte oluşur. Öncelikle kitabın bir yazarı, işlediği bir konusu vardır. Bunun dışında kitabı kitap yapan birçok kural mevcuttur. Kitap ismi dendiğinde okuyucunun kafasında bunların hepsi birlikte belirir. Bir kitap, bu imajı ne kadar iyi yansıtıyorsa o kadar kitaptır; yani, o kadar başarılı kabul edilir. Ancak, bu hazır imaj Kur’ân meâli okuyucusu için büyük bir dezavantaja dönüşür. Bu açıdan meâl okuyucusunun çok dikkatli olması gerekir. Okuduğu metin, yazarı herhangi bir insan olan bir kitap değildir. Aynı zamanda, yalnızca belirlenmiş bir konuyu da anlatmaz. Bu nedenle, okuduğu Kur’ân meâli hiçbir kitaba benzemez. Bu kitabı okurken hazır şablonlarının hiçbirisinin, bu kitapta karşısına çıkmayabileceğini peşinen hesap etmesi gerekir.

Günümüzde yazılan kitaplar genelde bir konu çerçevesinde oluşur. O konu yazarının becerisine göre işlenir. Kitabın başlıkları vardır, alt başlıkları vardır. Hatta dipnotları vardır. Konular belli bir sıra ve kronoloji içerisinde işlenir. Okuyucu, kitap hakkında bilgi edinsin diye "içindekiler" kitabın başında veya sonunda gösterilir. Kitabın usul ve yöntemini açıklayan, kitabın yazılmasında hangi yolların izlendiğini anlatan bir giriş bölümü veya "önsöz"ü vardır. Kitabın sonunda, kısaca bu kitapla nelerin amaçlandığını anlatan bir "sonsöz" vardır. Hemen hemen her kitapta bu yol takip edilir. Romanlarda bile, kullanılan yöntem bundan pek farklı değildir. Konunun nerede başlayıp nerede bittiği rahatlıkla takip edilebilir. Ele alınan her konu kendi içerisinde bir düzene tâbidir ve kendi içinde bir bütünlüğünün olması gerekir. Eğer, kitapta bu bütünlük yoksa o, başarısız bir çalışma sayılır. Dolayısıyla bu bütünlük; genel anlamda, giriş, gelişme ve sonuç bölümleri diye ifade edilir. Çoğunlukla da bütün yazılan yazılar, bu kurala uygun olarak yazılırlar. Zaten, böyle bir bütünlük yoksa o kişinin muradını anlatması da çok zordur. Oysa Kur’ân meâli okuyucusu peşinen kabul etmek zorundadır ki, okumayı düşündüğü kitap böyle bir kitap değildir.

Bir kitapta bu özelliklerinin yanında, daha başka özellikler de bulunur. Örneğin herhangi bir kitapta fazla tekrarlara rastlanılmaz. Benzer konular veya benzer olaylar aynı veya farklı kelimelerle de olsa tekrar tekrar anlatılmaz. Anlatımda bir sıra takip edilir, o konu yeteri kadar izah edilmeden başka konuya atlanmaz. Bir kaç sayfa sonra tekrar o konuya (bölüme) dönülmez. Bir yazar dönüp dolaşıp aynı konuyu anlatıyorsa, aynı kelimeleri aynı deyimleri tekrarlıyorsa, bu kitap, daha baştan başarısız bir çalışma olarak kabul edilir. Çünkü o, bizim zihnimizdeki kitap imajı ile çelişmektedir. Oysa insanoğlu hazır kabullerine göre eşyayı algılamak ister. Ancak, okuyacağı kitap bir Kur’ân meâli olunca, okuyucunun bu hazır kabulleri, bu kitap imajı değişmek durumundadır.

Bu nedenle, meâl okumaya karar veren bir insanın, okuyacağı metnin günlük hayatta okuduğu kitap veya makalelerden çok farklı olduğunu da bilmesi gerekir. Kur’ân meâlini, diğer kitaplarla karşılaştırmaması gerekir. Çünkü Kur’ân meâli bilinen anlamda bir kitap değildir. O'nda bilinen anlamdaki kitaplarda bulunan birçok özelliğe rastlanmaz. Herhangi bir Kur’ân meâli ile herhangi bir kitabı karşılaştırdığında birçok açıdan hayal kırıklığına uğrayabilir. Çünkü karşılaştırma aynı düzlemdeki veya aynı konumdaki iki şey arasında yapılırsa anlamlı olur.

Kur’ân'ın kendine özgü bölümleri vardır. Şu anki meâllerin durumu göz önünde bulundurulduğunda bu bölümleri tespit etmek de okuyucunun birikimine ve ferâsetine kalmış gibidir. Bu bölümlerde, belki bu (giriş, gelişme ve sonuç) bölümlerine genel anlamda (bazı küçük sûrelerde ve kıssalarda) rastlamak mümkündür; ama bunu Kur’ân'ın bütününde bulabilmek çok zordur. Bunun yanında yine diğer kitaplarda görmeye alışık olduğu konu başlıkları, alt başlıkları yoktur. Konuların nerede başlayıp nerede bittiği belirtilmemiştir. Özellikle uzun sûrelerde konuların nerede başlayıp nerede bittiğini, nerede yeni bir konuya geçildiğini anlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Kur’ân'da, Bismillah... denir sûreye başlanır ve sûre biter. Ayrıca Kur’ân'da bazı tekrarlara raslanır. Benzer konuların çok sık tekrarlanmasına şahit olunur. Özellikle bazı kıssaların farklı bağlamlarda da olsa neredeyse aynı kelimelerle birkaç kez anlatıldığı görülür. Tüm bunlar kitaplardan farklı olarak Kur’ân'ın bir üslubudur. Okuyucu, bu özellikleri, Kur’ân'ın üslubunun bir parçası olarak algılarsa, okuduğu deki mesajı daha kolay anlama şansını yakalamış olur.

j) Kur’ân Yazılı Bir Metin Olarak Değil Sözel/Hitabi Bir Metin Olarak Vahyedilmiştir
Yine bilinmelidir ki Kur’an, yazılı bir metin olarak değil, sözel bir metin olarak resulullah Muhammed’in kalbine ilka edilmiştir. O’nun tarafından da yine sözlü olarak ilk muhataplarına aktarılmıştır. Bu şu demektir: Sözel bir metnin anlatım biçimi ve yöntemlerinin, yazılı bir metnin anlatım biçimi ve yöntemlerinden farklı olduğudur. Kur’an’ın üslubu daha çok bir hatibin konuşmasına benzer. Hatibi, konuşurken dinlemek ile, onun konuşmasını kağıt üzerinden okumak arasında ne kadar fark olduğu ilgilenenlerin bildiği açık bir gerçektir. Okuyucu eldeki metnin sözlü bir metnin yazıya geçirilmiş bir şekli olduğunu unutmamalıdır.

Kur'an vahyi ilk muhataplarına Allah’ın Rasûlü’nün ağzından ulaştırılmıştır. Arada ne bir yazı, ne bir harf ne de bir kâğıt bulunmuştur. İlk muhatapları da Allah'ın âyetlerini Rasululah'tan bir konuşma üslubu içerisinde dinlemişlerdir. Oysa bugün bizler Kur’ân'a yazılmış bir metinden (Mushaf)den ulaşmak durumundayız. Ancak, Kur’ân vahyi, Hz. Muhammed'e, ondan da ilk muhataplara hep sözlü olarak aktarılmıştır. Kur’ân'ın nüzûlü tamamlandıktan bir müddet sonra toplanıp yazılı bir metin olarak kitap (mushaf) haline getirilerek muhâfaza altına alınmıştır.

Ancak, bu sözel metnin yazıya geçirilmesinden dolayı onu anlamak noktasında bazı sorunlar hep yaşanagelmiştir. Okuyucu, kafasındaki bir kitap imajından dolayı (elbette, gelenek ve kültürün de etkisi var) Kur’ân meâllerini bir kitap (yazılı bir metin) kurgusu içerisinde okumaya ve anlamaya çalışmaktadır. Onun aslının sözel bir metin olduğu aklına bile gelmemektedir. Yani okuycu sözlü bir metni, yazılı bir metnin kurallarıyla okuyup anlamaya çalışmaktadır.  Bir yazılı metnin kendine özgü kuralları, bir konuşmanın/sözlü metnin kendine özgü kuralları olduğu hatırlanırsa, söylemek istediğimiz şey daha iyi anlaşılır.

Kur'an'ın sözel bir metin olarak geldiğini bilmek, onun yazılı bir metin haline getirilmesinden kaynaklanan anlama sorununu aşmada işimizi oldukça kolaylaştırır. Kur’ân, bir makaleden çok bir hatibin konuşmasına benzer. Yazılı metinde önemli olan noktalama işaretleridir, sözlü metin de ise önemli olan vurgular, jest ve mimiklerdir.

Bir konuşmanın (sözel bir metnin) cümle kuruluşları, yazılı bir metin dili kadar düzenli olmaz. Cümleler bazen çok kısa olur, bazen de uzadıkça uzar. Bir konu bitmeden başka bir konuya atlanabilir, daha sonra tekrar o konuya dönülerek, kalınan yerden devam edilebilir. Bunlar yapılırkan özel bir yönteme veya dinleyiciyi haberdar etmeye de gerek yoktur. Ancak, böyle bir şey yazılı metin için düşünülemez. Böyle bir şeyin yapılmış olması okuyucunun konu ile irtibatını koparması bir yana konular birbirine karışır. Anlatılmak istenen anlaşılmaz. Yazılı metnin en temel özelliği düzen ve noktalama işaretleridir. Sözel metinde ise noktalama işaretlerinin yerini ses tonları, duraklar ve vurgular alır.

Bir hatibin konuşmasını zevkle ve can kulağı ile dinleyebilirsiniz. Onu dinlerken, cümlelerinin eksikliği, konudan konuya atlaması kulağınızı tırmalamaz, belki de bunların farkına bile varmazsınız. Ancak, aynı hatibin konuşmasının bant deşifresini okuduğunuzda metni anlamakta zorluk çekersiniz, hatibi dinlerken farkına varmadığınız, kulağınızı tırmalamayan birçok şey karşınıza çıkar. Can kulağı ile dinlediğiniz konuşmanın metnini sıkılarak okumak zorunda kalabilirsiniz.

Kur’ân'ın ilk muhatapları için elbette, böyle bir sorun sözkonusu değildi. Çünkü onlar bir kitapla, yani, yazılmış bir metinle karşı karşıya değillerdi. Peygamberimiz veya arkadaşları mesajı direkt olarak muhataplarına okuyor onlar da anlıyorlardı. Oysa okuduğumuz Kur’ân meâli, bir konuşma dilinde gelmiş (sözel) bir İlâhî Kelâm'ın yazı ile muhafaza edilmesi sonucu bugünkü mevcut haline kavuşmuş bir kitabın tercümesidir.

Ancak, mütercimlerin, tercüme ettikleri metnin aslının sözel bir metin olduğunu dikkate almadan, onu sadece yazılı bir metin gibi algılayarak tercüme etmeleri durumunda bazı ayrıntılarını göremeyecekleri açıktır. Maalesef maellerimizin geneli böyle bir hastalkla malüldür. Bu soruna ek olarak okuyucu da Kur’ân'ın sözel olma niteliğine dikkat etmeden meali okuduğunda da aynı şekilde mealdeki pek çok ayrıntıyı ve inceliği (belki de önemli birçok konuyu da) atlayacağı muhakkaktır.

Okuduğumuz metnin, sözel bir metnin yazıya geçirilmiş şekli olduğunu bilmemiz, zihnimizde konuşma dilinin özelliklerinin canlı tutulmasına neden olacaktır. Bu da meâldeki birçok nüansı görmemizi sağlayacaktır. Bu yaklaşım daha işin başındayken bazı yanlış anlamaların önüne geçecektir ve anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Örneğin Kur’ân'daki diyaloglar, karşılıklı konuşmalar ve tartışmalar bize daha anlamlı gelecektir.

Meâl okumaya başlamadan önce yapılabilecek şeylerin listesi daha da uzatılabilir. Biz sadece işin özüne yönelik önerilerde bulunduk. Belki şekil yönünden yapılabilecek bazı öneriler de vardır. Belki onların da, meâli okuyup anlamada yararı olabilir. Örneğin; tok karna, zihin fazla yorulmamışken; insanlar henüz uykuda oldukları için gürültü olmayacağından, bir de zihin henüz yorgun olmayacağı için sabah erken saatlerde, mesela sabah namazını müteakip okunabilir, vs...

Devam Edecek

Yorum Ekle
Yorumlar (2)
Nizameddin Duran | 01.02.2024 20:46
"Kur'an-Meal İlişkisi ve Meal Okumanın Anlam ve Önemi Üzerine Düşünceler" başlıklı seri yazınızı zevkle okudum. Zihninize, yüreğinize ve elinize sağlık. ufuk açıcı bir yazı olmuş. teşekkür ediyoruz.
Mehmet Ersoy | 26.01.2024 23:27
PEYGAMBER İKİ KİŞİDEN İKİNCİSİYDİ Peygamberimiz Aleyhissalatu vesselam, Hz Ebu Bekir ile Mekke' den Medine’ye hicret ederken Medine'ye giden kuzey yolunu takip etmek yerine güneye doğru yol aldılar ve üç gün boyunca "Sevr" mağarasında kaldılar. Ayette anlatılanlardan Hz.Ebu Bekir'in çok tedirgin, endişeli ve hüzünlü olduğu anlaşılmaktadır. Elbette ki bu kaygılanma sebeplerinden en önemlisi kâfirlerin Peygamber'i yakalayıp öldürmeleri korkusudur. Allah'ın sekinesi (Huzur ve Güven duygusu) ve bizim göremeyeceğimiz askerlerin yardımı sayesinde bu endişenin Peygamberimizde olmadığı anlaşılmaktadır. İlgili ayette dikkat çeken, Peygamberimiz neden bu iki kişiden birincisi değilde ikincisi olarak anlatılmasıdır. Toplam 32 adet yazılan mealden 22 tanesi Peygamberimizi ikinci kişi olarak yazmaktan kaçınmış “iki kişiden biri“ olarak meallendirmişlerdir. Geri kalan 10 mealci ise daha kararlı kalarak ayete müdahale etmeyi uygun görmeyip iki kişinin ikincisi olarak meallendirmişlerdir. Şimdi bunun sebebini düşündüğümüzde, Hz. Ebu Bekir, mağaraya ilk önce, içeride olabilecek tehlikeden dolayı Peygamber' e bir zarar gelmemesi için kendisinin daha sonra ikinci olarak Peygamber'in girmiş olabileceğidir. Doğrusunu bilen Allah'tır. Tevbe Suresi 40. Ayet. Eğer siz O'na yardım etmezseniz, Kafirler O'nu çıkardıkları zaman Allah O'na şüphesiz yardım etmiştir. İkinin ikincisi olarak o ikisi mağaranın içinde iken arkadaşına diyordu ki: “Hüzünlenme muhakkak Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah O'na sekinesini indirdi ve O'nu sizin göremeyeceğiniz askerlerle destekledi ve kâfirlerin sözünü alçak kıldı. Allah'ın sözü ise o, en yüce olandır. Allah Aziz'dir, Hakim'dir.