metrika yandex
  • $34.33
  • 37.24
  • GA21970

Haberler / Yazı Dizisi

KUR’AN- MEAL İLİŞKİSİ VE MEAL OKUMANIN ANLAM VE ÖNEMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER-8/ Mehmet Yaşar Soyalan

02.02.2024

 

Her Seviyedeki Muhatap İçin Bir Meal Okuma Yöntemi Önerisi

8. Bölüm

KUR'AN MEALİNİ NASIL OKUYALIM?

Günümüzdeki belli başlı sorunlara bir göz attığımızda, bugünün insanının da Kur'an'ın indiği dönemde Mekke ve çevresinde yaşayan insanların yaşadığı sorunların benzerlerini yaşadıklarını görürüz. Bunu izdüşümü Kur'an'da açık bir şekilde görülmektedir. Mekki sürelerin genelinde benzer konuların yoğunluklu olarak tartışıldığına şahit oluyoruz. Bunların başında da inanç/akide konusu geliyor.

Hem bireysel tecrübelerimizden; yaşayıp gördüklerimizden, hem sosyal ve toplumsal sıkıntıların nedenleri üzerine yapılan çalışmalardan, hem de tarihte yaşananlardan çok net bir şekilde anlaşılmaktadır ki; inanç/inançsızlık/yanlış inançlar konusu çağın her döneminde insanoğlunun birincil problemini oluşturmaktadır. Yeni bir insan, yeni ve adil bir sosyal yapı oluştutmak ve insana iki cihan saadeti sunmak isteyen Kur'an vahyinin en öncelikli hedefi de sağlam ve sağlıklı bir inanç sistemi ortaya koyabilmektir. Çünkü inanç noktasında sağlam bir temel atılmaz ve bu temel üzerine sağlam bir yapı inşa edilmezse, insanlardan sağlıklı ve tutarlı davranışlar beklemek de mümkün olmaz. Ancak dediğimiz gibi bugün için muhataplarının Ku'an'ın mesajını anlayıp uygulayabilmeleri okadar kolay değildir. Tarih, metin, dil ve insanın kendisi Kur'an'ın anlaşılması noktasında bazı sorunların ve engellerin oluşmasına neden olmuştur.

Bu nedenle, Kur'an'ın anlaşılmasını kendilerine sorun eden ve bu konuda sorumluluk hissi duyan kişiler, bu sorunları çözecek, engelleri ortadan kaldıracak ve okunduğunda insanlara kendilerini onda görme ve yanlışlarını düzeltme imkânı verecek bir okuma yöntemi bulmak durumundadırlar. Çünkü Kur'an algısındaki değişiklikler ve Kur'an'ın tertibi, Okuduğumuz şey meal olsa da O’nu nasıl okuyalım ve okumaya neresinden başlayalım ki ondan azami ölçüde istifade edelim sorusunu gerekli kılmaktadır.

a)-Kur'an'ı Hangi Tertibine Göre Okuyalım?

Bilindiği gibi Kur’ân'ın hepsi bir defada nâzil olmamış; nüzûlü yirmi üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde tamamlanmıştır. Toplanıp, bir kitap haline getirilmesi ise daha sonraki bir zaman süreci içerisinde gerçekleştirilmiştir. Elimizdeki mushaf bu toplanma sonucu oluşan kitaptır. Rabbimiz âyetlerini, gerek gördükçe, kendi tercihi çerçevesinde, oluşturmak istediği inanç sisteminin ve toplum yapısının doğurduğu ihtiyacı da hesaba katarak göndermiştir. Böylece, âyetlerin bir seyir içerisinde inmesi sonucunda, Müslümanların inanç sistemleri ve toplumsal yapıları oluşmuştur.

Mushaflar, surelerin vahyediliş sırasına göre değil, içerik ve hacimlerine (uzunluk ve kısalıklarına) göre tertip edilmiştir. Çünkü Kur’ân âyetlerinin bir araya getirilmesi işinin, bu inanç sisteminin ve toplumsal yapının oluşturulmasından sonraki bir döneme rastlaması, onun, oturmuş ve oluşmuş bir yapının ihtiyaçlarına göre tertip edilmesini gerekli kılmıştır1.

Kur'an'ın her suresi kendi içinde bir bütünlük arzeder. Bu nedenle neresinden, hangi suresinden başlanırsa başlansın, okunduğunda, ondan mutlaka birşeyler anlaşılıp, bir şeyler öğrenilecektir. Dolayısıyla okuyucu da o sure ve genel anlamda Kur'an hakında bir bilgiye ve anlayışa ulaşacaktır. Ancak, elde edilen anlayış, algı ve bilgiler bir bütünlük ve sistematiklik arzetmeyeceği için öğrenilen şeyler dağınık ve muğlak olacaktır. Üstelik indiği dönemin ruhunu da gerği gibi yansıtmayacaktır. Bu nedenle zihinde oluşan anlamların daha sağlıklı ve Kur'an'ın ruhuna daha uygun olması için nüzul sırası takip edilerek okunmasının daha yararlı olacağı kanaatindeyiz.

Surelerin kendi içlerinde bir bütün olduğu ilkesinden hareketle oluşturulan bir nüzul sırasını takip ederek yapılan bir okumanın, okuyucunun nüzul ortamını, o dönemdeki yaşantı ve algıyı daha net bir şekilde görmesini sağlayacağı gibi, Kur'an'ın hedef ve önceliklerinin kavramasına da yardımcı olacaktır. Okuyucunun, vahyin nüzul seyrini yaklaşık olarak takip etmesinin o dönemdeki olayları içselleştirebildiği oranda kendi davranışları üzerinde de olumlu etkisi olacaktır.

Bilindiği gibi o dönemdeki tartışmalar, Kur’ân'da çok canlı bir şekilde yansımasını buluyordu. Müslümanların gündemini, çabalarının yönünü, kısa ve uzun vadeli hedeflerini gelen bu âyetler belirliyordu. İşte bu tarihî olayları, nüzul seyri takip edilerek canlı bir şekilde izlemek mümkündür. İlk gelen surelerde Kur’an’ın öncelediği konular işlendiği için nüzul sıralamalarındaki küçük farklılıkların fazlaca bir önemi yoktur.. Çünkü bu konular Kur'an'ın olmazsa olmaz dediği ve üzerinde hiçbir tartışmıyı kabul etmediği alanlarla ilgilidir. Kur'an meali okuyucusu; kendisini, Kur'an'ın ilkelerine göre yönlendirme ihtiyacı duyuyor veya Kur'an'ın ortaya koyduğu inanç sistemini, toplum yapısını ve bu yapının dinamiklerini öğrenmek istiyorsa, kendisinin de Kur'an'ın öncelediği konuları öncelemesi gerekecektir.

Çünkü günümüzde inançlar konusunda önemli sapmalar sözkonusudur, bunların bir kısmı tarihin bize mirası ise bir kısmı da bugünün icadı sapmalardır. Bu sapmalar sadece inanmayanlar (Müslüman olmayanlar) için değil, inandığını, yani Müslüman olduğunu söyleyen insanlar için de söz konusudur. Bu inanç sorunlarının başında da Allah'ı gereği gibi tanıyamamak gelmektedir. Allah'ı gereği gibi tanıyamamanın bir uzantısı olan âhiret anlayışındaki çarpıklıklar da azımsanmayacak kadar fazladır. Günümüzde bu sapmaların yanında risâletin ve vahyin doğru anlaşılması noktasında da büyük sorunlar yaşanmaktadır. Oysa, bu konular İslâm dininin temelini oluşturmaktadır. Kur’an’ın 23 yılık bir zaman dilimi içinde nazil olması nedeniyle onu okumanın da buna uygun olması gerekir.

Genel meal okuyucusu için meali, Nas, Felek, İhlas, tebbet… Suresinden başlayarak Fatiha suresine (sondan başa doğru) doğru okunduğunda da önemli kazanımlar elde edilebileceğini söyleyebiliriz: Çünkü ağırlıklı olarak bu sıralamanın baş taraflarında da Mekki sureler bulunmaktadır.

b)Kur'an'ın İlk Muhataplarının Bilinmesinin Önemi

Kur’ân, dağı, taşı değil insanı muhatab alan bir mesajdır. Kur’ân'ın muhatabının insan olması o ilk muhatabını tanımamızı gerektiriyor. Çünkü, o insanları toplumsal bir grup olarak da olsa bilmek (müşrikler, Yahûdîler, Hristiyanlar gibi), metni ve mesajını anlamak açısından önemli katkılar sağlayacaktır.. Kur’ân meâli okuyucusu, Kur’ân'ın indiği dönemdeki muhataplarının sadece isim olarak değil onların anlayışlarının, inançlarının, alışkanlıklarının ve kültürlerinin neler olduğunu kaba hatlarıyla da olsa bilmesi, işini oldukça kolaylaştıracaktır.

Bilindiği gibi, Mekke ve çevresinde yoğun olarak müşrik Araplar, az sayıda Hıristiyan, Medîne'de ise Yahûdîler ve müşrik Araplar yaşamaktaydı. Ayrıca Yahûdîler, Medine'nin (o günkü ismi Yesrib) dışında da yoğun olarak yaşadığı merkezler bulunmaktaydı (Taif gibi). Hristiyanlar ise cemeat olarak değil de, dağınık gruplar veya aileler şeklinde varlıklarını devam ettirmekteydiler. Hıristiyanlar yoğun olarak, daha çok Yemen, Habeşistan ve Suriye’de yaşıyorlardı. Yemen'de aynı zamanda, güçlü bir Yahûdî topluluğu da mevcuttu. Bu bölgeler Mekke ve Medîne’ye çok yakın olmasalar da ticârî ilişkilerin yoğun olduğu bölgelerdi. Hıristiyan tüccarların bu bölgeye geliş-gidişleri veya bu bölgedeki insanların (müşrik Arapların) o bölgelere gidiş-gelişleri ticârî ilişkiler yanında iki topluluk arasında bir kültür alışverişine de ortam hazırlamıştı. Özellikle Mekke'nin bölgenin ticaret merkezi olması, Arabistan'ın Hıristiyan topluluklarla çevrili olmasından dolayı, Hıristiyanlığın bölge halkı üzerindeki etkisi sanıldığından fazlaydı. Bu bile, Kur’ân'ın, Hıristiyanları muhatap kabul etmesi için yeterli sebeb teşkil edebilirdi.

İlk Müslümanların Mekke ve çevresindeki topluluklardan olmaları, Kur’ân'ın ilk muhataplarının müşrik Araplar olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü Mekke ve çevresinde yaşayanlar müşrik Araplardı. Muhataplar müşrikler olunca tartışılan konular o insanların kültürleri, alışkanlıkları, inançları ve yaşayışları çerçevesinde odaklaşıyordu. Onların inançlarının, anlayışlarının çarpıklıkları, çelişkileri ortaya konuyor, Kur’ân'a düşmanlıklarının gerisinde yatan asıl sebepler irdeleniyordu. Aynı şekilde Medîne'de nazil olan ayetlerde de Yahûdîlerin (özellikle bir dönem) çok yoğun olarak muhatap alındıklarına şahit oluyoruz. Bu âyetlerde Yahûdîlerin tarihlerinden örnekler verilerek (Mekkî dönemdeki Peygamber kıssalarını kastetmiyoruz), onların içlerinde bulundukları durum anlatılmaya çalışılıyor. Daha az olmakla beraber Hristiyanlarla diyalogların artması ile birlikte onların da kendi iç sorunları ve inançlarındaki zaafların dile getirildiğini görüyoruz. Ayrıca, Medîne'de münâfıkların da zaman zaman muhatap alınarak, onlara, yaptıklarının görüldüğü, kimseyi aldatamayacakları ve yanlış yolda oldukları hatırlatılarak çeşitli uyarıların yapıldığını gözlemliyoruz.

Müslümanların özellikle bir cemâat halinde yaşamaya başlamasıyla birlikte, kendi aralarındaki sorunlara da değiniliyor. Onlara, birbirlerine karşı nasıl davranmaları gerektiği konusunda yol gösteriliyor, yeni yeni kurallar konuyor. İster Mekke'de ister Medîne'de olsun, Müslümanların zaman zaman uyarılması, zaman zaman motive edilip desteklenmesi, müjdelenmesi ve onlara yol gösterilmesi ve yeni yeni emirler gelmesi açısından Vahyin sürekli ve asıl muhatablarının Müslümanlar olduğu gözleniyor.

Bu nedenle, meâl okurken dikkat edilmesi gereken en önemli konu, âyetlerin/konuların indiği dönemdeki muhataplarının kim olduğunu bilmektir. Kur’ân'ın indiği dönemdeki yerel muhatapları; Mekke ve çevresinde yaşayan müşrikler, Müslümanlar, Yahûdîler, Hristiyanlar ve münâfıklardır. Kur’ân'da bu saydıklarımız dışında da bazı toplulukların isimleri geçse de, o topluluklar direkt olarak muhatap alınmamışlar, asıl muhataplarla ilişkilerinden dolayı onların isimlerinden bahsedilmiştir.

Okuduğumuz âyetlerin ilk muhataplarının yukarıda saydıklarımızdan hangisi olduğunu tespit etmemiz, o âyeti veya konuyu doğru anlamanın ilk şartıdır. Diğer şartların hepsi bu şartın üzerine bina edilir. Çünkü muhataplar doğru tespit edilmezse doğru anlamı bulmamız mümkün olmaz. Muhatapları karıştırdığımız zaman, farkında olmadan anlamın yönünü, hedefini de değiştirmiş oluruz. Dolayısıyla, sadece, anlamak istediğimizi yanlış anlamış olmayız, aynı zamanda bu yanlış anlamalara dayanan uygulamalar da yanlış olmak durumunda kalır.

Örneğin, Müşrikleri veya Ehl-i Kitâb’ı muhatap alan bir âyet kümesinin, Müslümanları muhatap aldığı var sayılırsa, Kur’ân'ın anlatmak istediği bütün yapı bozulmuş, tüm dengeler değişmiş olur. Bu durumda müşriklerin veya Ehl-i Kitâb’ın anlayışları, hatta inançları Müslümanların anlayışları ve inançlarıyla karıştırılabilir. Böylece âyetlerin vermek istediği mesaj kaybolur gider. Sonuçta, bugün sıkça şahit olduğumuz gibi Müslümanların birbirlerini müşriklikle, Ehl-i Kitaplıkla suçlayabildikleri ortamlar hazırlanmış olur. Daha kötüsü de, âyetler yanlış yorumlanarak, yanlış algılanarak, böyle düşünenlere teorik temeller sunulmuş olur. Mesala ne demek istediğimiz, Maun suresinin muhatabının kim olduğuna (Müslümanlar mı? Müşrikler mi) verilecek cevapla daha iyi anlaşılır.

Bunun için de, her bir sureyi en az iki defa okumak gerekir. Birinci okuma genel bir okuma olur, surenin genel mesajı ve muhatabının kim olduğu belirlenir. İkinci okumada ise sure daha dikkatli okunur ve derinlemesine tefekkür edilir. Böylece her sure iki defa okunduktan sonra bir sonraki sureye geçilir. Bunu yapmak için de âyetlerin, siyak-sibakları içerisinde ve nüzul ortamı göz önünde bulundurularak algılanmaları gerekir. Anlatılanların, muhataplardan hangilerinin düşünce ve inanç yapılarıyla, karakterleriyle, davranış biçimleriyle örtüştüğünün muhasebesinin de iyi yapılması gerekmektedir.

Kur’an metni içerisinde, Kur’an’ın, Mekke ve çevresinde yaşayan insanları muhatap aldığını, bunların da; Müşrikler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlardan biri olduğunu bilmesi, metni anlamasında büyük katkılar sağlayacaktır.

1 Mushafların mevcut tertibinin niçin bu şekilde olduğu ve kim tarafından yapıldığı Müslüman âlimleri arasında tartışma konusudur. Âlimlerin bu konuya yaklaşımları genellikle bağlı bulundukları, ekol ve okul çerçevesinde olmuştur. Bu nedenle Sünni gelenek içindeki pekçok âlim, bu tertibin ilahi olduğunu, hikmetinin ise insanlar için gayb olduğunu ifade etmiştir. Bizim kanaatimiz tertibin Peygamberimizin ve Müslümanların insiyatifi ile oluştuğu yönündedir.

Devam Edecek..

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Mehmet Ersoy | 04.02.2024 12:13
(HALİSATEN) kelimesine karşılık kullanılan (İNANANLARA ÖZEL) kelimesi ayetin miheng taşı gibi duruyor! Kıyamet günü giyim kuşam, yiyecek ve içecekler iman edenlere mahsus, diğerleri bundan mahrum. NEUZÜBİLLAH Deki: “Allah’ın kulları için çıkardığı ziyneti ve rızıktan temiz olanlarını kim haram etti?” Deki:”O, dünya hayatında iman edenlerindir, kıyamet günü inanana özeldir.” İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz. A’raf / 32 Meallendiren Mehmet ERSOY