metrika yandex
  • $34.79
  • 36.77
  • GA21150

Bir Mankurtlaştırma/ Kimliksizleştirme Aracı Olarak Küresel Eğitim - 2

MEHMET YAŞAR SOYALAN
08.07.2024

İkinci Bölüm

Aydınlanmacı Düşünce ve Pratiğinde Eğitimin/ Okulların Anlam ve Önemi; Toplumların Kimliksizleştirilmesindeki Rolü

Öncelikle söylememiz gerekir ki eğitim ile öğrenme,  eğitim süreç, araç ve amaçları ile öğrenme süreç, araç ve amaçları birbirinden çok farklı durumlardır. Bunların iki farklı olgu/ durum olduğu, ortaya çıkardıkları ürünler itibari ile de bellidir; ortada ürün olarak çok farklı karakterlere/ niteliklere sahip iki insan vardır. Öğrenme; insanın kendini keşfetmesine, geliştirmesine ve çevresiyle/ doğayla, doğal olan ile uyuma aracılık eder. Eğitim ise her durumda bunun tersidir. Dolayısıyla öğrenme bizim önemsediğimiz bir konudur, ancak bugün itibari ile küreselleşen Aydınlanmacı dünyada bir karşılığı bulunmamaktadır. Yeryüzündeki mevcut uygulamaların hepsi eğitim ile sınırlanmış durumdadır. Bizim burada eleştiri konusu yaptığımız şey de, öğrenme değil, her boyutu ile eğitimdir; onun amaç, araç, süreç ve yöntemleridir…

Tespitini yapmaya çalıştığımız konunun iyi anlaşılması ve eğitim ile öğrenme süreçlerinin sağlıklı bir karşılaştırmasının yapılabilmesi açısından Aydınlanma öncesi öğrenme süreç ve uygulamalarını en azından ana başlıklar halinde özetlememiz gerekir.

Öğrenme merkezli modellerin en belirgin özelliği; birincisi, sivil olmasıdır. Yani otoritenin/iktidarın/devletin yönlendirme ve kontrolünden bağımsız olarak gerçekleşiyor olmasıdır. İkincisi, “ne” öğreneceğine, “kim”den öğreneceğine, “ne zaman” öğreneceğine kişinin kendisinin karar vermesidir. Üçüncüsü, Toplumun tümünü değil sadece talep eden az sayıdaki muhataplarla sınırlı olmasıdır. Dördüncüsü, Belirlenmiş bir zamanda, belli bir takvime göre çalışan bir kurum içinde ve özel görevlendirilmiş ücretli öğreticiler tarafından gerçekleşmiyor olmasıdır. Beşincisi, öğrenilen şeyin öğrenene doğrudan ekonomik bir getirisinin olmamasıdır. Diploma/icazet ile iş/ çalışma alanı ve ücret arasında doğrudan bir ilişki söz konusu değildir. Altıncısı (belki de en önemlisidir), böyle bir faaliyet, bir meslek sahibi olmak için yapılmadığı gibi bu modelde teknik anlamda bir meslek, zanaat öğrenimi de gerçekleşmez.

Bir zanaatı öğrenme, bir meslek sahibi olma, iş ve çalışma ortamının doğal süreçlerinde, usta-çırak ilişkisi içerisinde, bizzat o mesleği/ zanaatı icra ederek gerçekleşir. Kişi bu faaliyetiyle hem kendi ve ailesinin geçimini sağlar hem de bir meslek sahibi olur ve bu uğraşısı eğitim- öğretim faaliyeti olarak görülmez.

a-                 Birey ve Toplumu Değiştirip Dönüştürme Aracı Olarak Küresel Aydınlanmacı Eğitim

Aydınlanma düşüncesinin bir fikriyat, bir dünya görüşü, bir hayat tasavvuru olarak ortaya çıkması en az iki yüz yıllık bir mücadele ve birikim sonrasında gerçekleşmiştir. Bir bütün olarak Batının, özellikle de Kuzey ve Batı Avrupa’nın kadim pagan kültürü ve Katolik kilisesinin dogmaları ile yüzleşilerek bugünkü aşamaya gelinmesi zor süreçler sonrasında gerçekleşti. Özellikle de Kilisenin dogmalarının aşılması kolay olmadı; bu yolda çok bedel ödendi. Batılılar için, Haçlı Seferleri, Endülüs ve Müslüman Sicilya tecrübeleri Kilisenin aşılmasında ve pagan kültürünün yeni bir şekle sokulmasında önemli kilometre taşlarını oluşturdu. Sonuçta Kilisenin dogmaları, Avrupa pagan kültürü ve İslam etkisinin sentezi olarak bir süreç içerisinde Aydınlanma düşüncesi bir hayat tasavvuru olarak on yedinci yüzyıla doğru ete kemiğe bürünmeye başladı. Bu düşüncenin birkaç yüz aydının kapalı dünyasının dışına çıkıp toplumsallaşmasını ise uluslararası ticaret, sömürgecilik ve eğitim sağladı.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, eğitim, Aydınlanma düşüncesinin en temel aracıdır ve aslında bizzat eğitimin kendisi bir Aydınlanma projesidir ve dahi eğitim yoluyla Aydınlanma düşüncesinin yeniden, yeniden inşası sağlanmıştır. Aydınlanma öncesi dönemde Aydınlanmacı eğitim anlayışıyla paralellik kurabileceğimiz Çin, İran, Selçuklu ve Osmanlı tecrübelerindeki (Nizamiye Medreseleri ve benzeri uygulamalar) öğretim/ talim/ terbiye geleneği ve uygulamaları devletin kendisine uygun personel yetiştirme faaliyetidir; genel bir eğitim öğretim faaliyeti değildir. Ki bu faaliyetlerin tamamı belirlenmiş bir zaman içerisinde belirlenmiş muallim ve kitapların tedrisat şeklindedir; ortak bir müfredat da söz konusu değildir.

Eğitim merkezli anlayışların en temel özelliği öğrenciye bir müfredat dâhilinde, belirlenen araçlarla istenilen/istendik davranışların kazandırılmasıdır. Bu “istenilen/istendik davranışlar” öğrenci ve ailesi dışındaki kişi ve yapılar/ kurum ve kuruluşlar tarafından belirlenir. Bunların öğrenciye nasıl/ ne şekilde, hangi araçlarla, kimler tarafından, hangi sürede verileceği de yine öğrenci ve ailesi dışındaki kişi ve yapılar/ kurum ve kuruluşlar tarafından belirlenir. Bu seçilmiş, istenilen davranışlar ve davranışlara alt yapı oluşturacak araç ve aletler, fikirler/ malumat yani adına “ders” denilen şey, okul/medrese/ mektep denilen mekânlarda, öğretmenler ve “uygun çevreler” tarafından bir süreç içinde öğrenciye yükleme yapılması yolu ile uygulamaya konulur.

Bu modelde (modelin hangi versiyonu olursa olsun) öğrenci edilgen pozisyondadır. Öğrenci, bilinçsiz, bilgisiz, ölçme yeteneği olmayan ve zihni/hafızası boş bir varlık/ obje olarak kabul edilir. Bu kabulün bir gereği olarak ona istenilen davranışların kazandırılması için “ders” denilen bu yüklemelerin yapılması “bir insanlık ülküsü”, “bir vatandaşlık görevi”, “devletin vatandaşına karşı sorumluluğu” olarak ifade edilir. Yani öğrencinin zihni, boş bir havuz olarak addedildiği için bu boş havuza gerekli şeylerin, “uygun” yöntem ve araçlarla dolumu yapılır. Genel amaç; bireylerin “uygun vatandaşlar” olmasının sağlanmasıdır. Bu amaca ulaşmak için zaman ve zemine göre (elbette devletin niteliğine göre) yeni yeni yöntemler, programlar, müfredatlar, alet ve araçlar belirlenir. Öğrenciye bir taraftan bu “ders” denilen şeylerin yüklemesi yapılırken bir taraftan da istenilen davranışların ortaya çıkması için gerekli egzersizler uygulanır, etkinlikler yaptırılır. Bunların sonuçları “modern” ölçme ve değerlendirme yöntemleri ile test edilir. Bu modelin pek çok uygulaması bulunsa da işin özü bu şekildedir. Günümüz dünyasının eğitim- öğretim sistemi öğrenme modelli değil eğitim yani şartlandırma merkezlidir. Bu egemen bir model olarak dünyanın her coğrafyasında birbirine benzer şekilde uygulanmaktadır.

On yıllardır eğitim-öğretim insanlığın en önemli dogması ve en temel kutsaldır; onu sorgulamak neredeyse imkânsızdır, abes ile iştigal olarak kabul edilir. Sanırım eğitim ve öğretim ile devletlerin, dinlerin ve ideolojilerin bekası arasında doğrudan bir ilişki kurulduğu için böyle bir kabul ortaya çıkmış olabilir. Ne yazık ki en az üç yüzyıldır, kutsal bir görev, bir ibadet olarak kabul edilen bu anlayışın, eğitim öğretim sistemleri ve onun kutsal mekânlara dönüştürülen okulları, insanların dilsizleştirildiği, işlevsizleştirildiği, tektipleştirildiği, değer katma adına değersizleştirilip kimliksizleştirildiği, yerel özelliklerinin kaybettirilip, uluslararası bir nesne haline getirildiği, kendine yabancılaştırıldığı, ailenin dışlandığı, otorite/iktidar ile uyumlu bireylerin/ “vatandaşların” yetiştiği bir mekanizmadan, bir atölyeden hatta bir değirmenden başka bir şey değildir.

Dolayısıyla konuşmaya çalışıp konuşamadığımız, teoride kutsal addetmediğimiz ama gerçekte öyle olmayan, pek çoğumuzun asıl nedenini bilemediği sebeplerden dolayı tabu haline dönüştürdüğümüz, bu nedenle bireysel ve toplumsal şuuraltında kutsal addettiğimiz hayati bir konudur eğitim-öğretim. Hayatın kendisi ve temel gayesi haline gelmiş, adeta kutsanmış bir yapıya ve amaca dönüştürülmüş eğitim-öğretim olgusunu ve bu olgunun en temel çıktısı/ürünü olan “öğrenci” ve “diplomayı” ve oluşturduğu travmayı, konuşamayan, dilini tüketmiş bir toplum olarak bu konuları konuşmak mümkün olmamaktadır. Ayrık kümelerden oluşan topluluklar olarak bu konuları konuşmak ve olması gerekeni inşa etmek için ortak bir alan kalmadığı gibi ortak bir dil de bulunmamaktadır. Eğitim, bir bütün olarak tüm insanlığı dilsizleştirmekte ve sürüleştirmektedir.


Devam edecek...

Yorum Ekle
Yorumlar (3)
Halit Ataoğlu | 23.07.2024 11:19
Yüreğinize kaleminize sağlık sayın hocam. Çok güzel bir yazı olmuş.
Ali Dede | 10.07.2024 19:19
Sn. Yaşar Soyalan, Nizamiye Medreseleri ile Gazali ve Nizamülmülk İslam tarihinde hem eğitimi hem de mezhebi sivil alandançıkarıp devlet tekeline aldılar. Sonrasında ise aynı kurumun mağduru oldular. Sivil alana ait olan Otorite merkezli hale getirildiğinde kimseye fayda vermiyor zaten. Makalenin devamını sabırla ve dua ile bekliyoruz. Emekleriniz için teşekkür ederiz
Mustafa Kemal Atıcı | 09.07.2024 12:39
Çok güzel ve aydınlatıcı bir yazı olmuş. Mankurtlaştırma kimliksizleştirme asırlardır farklı şekillerde yapıla gelmektedir. Toplumlar ve bireyler için telafisi mümkün olmayan sonuçlar oluşur. Yazınızın devamını sabırsızlıkla bekliyorum. Ellerinize ve emeğinize sağlık...

Her Taraf - Türkiyenin habercisi