" Kriz Yazıları"
Abdulaziz TANTİK
Çıra Yayınları
Hertaraf Haber'in Yazar Kadrosundan, Abdulaziz TANTİK'in yeni eseri " Kriz Yazıları" Çıra Yayınlarınca yayımlandı.
Yazarımız bu eserinde, Türkiye’deki siyasi, sosyal ve toplumsal sürecin son altmış yılını dikkate alarak makalelerini kaleme aldığını belirtiyor.
Kitabında sivilliğe dikkat çeken Abdulaziz Tantik, güç ve güce dayalı imkânın, düşüncenin önüne alındığı bir zeminde entelektüellikten bahsetmek zor olduğuna değinerek; temel meselenin, entelektüel bir krizin varlığını kabul ederek, bu krizin aşılması noktasında devlete bakmadan, sivil arayışlarla yeniden bir atılımın yapılması gerekitiğini vurguluyor..
Tantik, ayrıca; entelektüel krizi besleyen siyasi, toplumsal ve ekonomik yapıların da unutulmaması gerektiğini belirtiyor.

Hakikatin sahibi olmanız, onu doğru bir yöntem, bakış ve bilgiyle desteklemediğinizde ve onu ahlakî bir yapıya taşıyamadığınızda, sentetik algının o hakikati göz ardı ettirerek, sizi yeni bir hakikate hazırlama ihtimalini engellemediğini söyleyen yazar, bunu unutmadığımız sürece bugün Türkiye’de meydana gelen siyasi, toplumsal ve kültürel yapının değişimini konuşabileceğimizi ve önümüzde hangi kriz alanları doğacak sorusuna yönelebileceğimize değiniyor.
Kriz'in kendi içinde çözümü barındırdığına dikkat çeken Abbulaziz Tantik, yabancılaşmayı beraberinde taşıyan her olay, olgu ve durumun krizin habercileri olduğunu, kendi otantik doğasının dışına yönelik her hamlenin yabancılaşmayı ve beraberinde krizi tetiklediğini, mevcut kültürlerin de, ideolojik bir yapıya büründüğü andan itibaren krizin varlığına delil olduğunu ifade ediyor.
İdeolojinin, süreklileşen bir çatışmayı beraberinde taşıdığını belirten yazar, bu yüzden ideolojinin olumlu yanından çok olumsuz boyutu daha çok gündeme taşınması gerektiğini söylüyor.
Türkiye’de ise ideolojik, siyasi ve sosyolojik krizin nedeni bizzat modernleşme süreci ile birebir ilişkili olduğuna dikkat çekilen eserde; modernleşme sürecinin oluşturduğu krizi doğru algılamak ve sorunu tam tespit etmek için krizi beslediği düşünülen yapısal ve düşünsel zeminlerini doğru teşhis etmenin önemine dikkat çekiliyor.
Tantik, "Türkiye, cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte kriz oluşumunu beraberinde taşımıştır. Yabancı bir kültür ve düşünce ile birliktelik sürekli kriz alanları oluşturmaktadır. Bu konuda çözüm olarak önerilen düşüncelerin ideolojik karaktere bürünmesi de krizi derinleştirmeye yaramıştır. Hiçbir ideoloji kriz alanından beri olamamıştır. Bu temel gerçeği dikkate alarak entelektüel bir atılıma olan ihtiyaç her zamankinden daha fazla kendisini dayatmaktadır"diyor..
Türkiye kuruluş aşamasından itibaren kriz yaşamaktadır diyen Yazar, krizin neliği meselesi hep aynı netlikte anlaşılmadığını söylüyor. Cumhuriyet kurulurken, önce saltanat ve hilafet'in kriz olarak görüldüğünü, sonra etnik aidiyetler ve etnik inançlar kriz olarak kabullenildiğini belirtiyor..
Tantik: "Cumhuriyet bu kriz alanlarına kendince çözümler oluşturdu. Ancak bugün görülebildiği gibi çözüme konu alan kriz alanları hala yerinde saymakta ve bu sefer krizin bizzat içinde yer alanların kendisi bir kriz alanı oluşturdular. Bu temel gerçeği görmeden krizin nedenleri üzerine düşünmenin bir karşılığı oluşmayacaktır" diyor.
Kitabın Önsöz'ünden bir kısım ile kitapta geçen iki makaleyi Hertaraf Haber takipçileri için derledik.
Ali DALAZ / Hertaraf Haber / Kültür Sanat Servisi
Önsöz…
İnsanlık tarihi boyunca krizler var olagelmiştir. Bu krizler, değişimin tetikleyicisi oldukları gibi ciddi mağduriyetler de doğurmuştur. Bu krizlerin ağırlığı öncelikli olarak düşünce zeminini ve oradan da siyasi, toplumsal ve iktisadi zemini sarmıştır. Ama bireysel kriz alanı kişisel travmalara neden olarak yaygınlık kazandığı zaman can yakıcı oluyor.
Her yeni değişimin sancısı kriz olgusunun durumuna göre değişiklik arz eder. Modern düşüncenin oluşumu da kriz sonrasına tekabül eder. Eğer Avrupa iç savaşı bu kadar travmatik sonuçlara neden olmasaydı. Dekart’ın görüşleri ortak kabule sahip olamazdı ve bugün sahip olduğumuz modern kültürü var edemezdi. Ama kriz her zaman yeniliği içinde taşır. Çünkü sorunu algılanabilir hale dönüştüren krizin varlığı ve can yakıcılığıdır.
Müslümanlar aşağı yukarı yüz elli yıldır, sömürü altında ciddi bir kriz atağı yaşamaktadırlar. Bu kriz, düşünsel zeminden ahlaki zemine kadar süreklileşmiş bir kriz alanına ev sahipliği yapmaktadır.
Türkiye’de İslamcılık, Türkçülük ve Batıcılık Osmanlı sonrası Türkiye’de de varlığını idame etti. Ama her fikri akım, oluşturduğu düşünsel birikim üzerinden yeni kriz alanları oluşturdu. Solculuk ve buna bağlı olarak Kürtçülük hareketi de yeni kriz alanları oluşturdular. Mesele sadece ideolojik bağımlılıklar değil, aynı şekilde Türk, Kürt, Muhafazakâr ve sağ/ geleneksel yapının kendisi de bir kriz ortamına dönüştü.
Arabesk bir yapı kriz üretiyor.
Cumhuriyetin kurucu ideolojisi dâhil mevcut bütün ideolojiler aslında biraz arabesk bir karakter taşıyorlar. Bu yüzden ideoloji alanı kriz alanını işaret eden bir göstergeye dönüşüyor. Tabii ki her ideolojik yapının kendi kriz alanı farklı şekilde tezahür eder. Ama ortak ilgi alanları yeni kriz alanları oluşturmaları ve bu iki türlü bir krize neden olmaktadır: ilki, kendi otantik iç yapısı gereği kendisine yönelik yabancılaşmasının oluşturduğu kriz, ikincisi ise, kendi krizinin oluşturduğu girdap üzerinden dışa dönük bir krizi tetiklemesidir. Örneğin; Kürtler meselesinde, Kriz alanı ideolojik karakterinde açığa çıkar. İdeoloji ise Kürtlerin genel kültürü ile uyumlu olmadığı için yeni bir kriz alanı oluşturmaktadır. Kürtçülük, siyasi ve toplumsal bir krize neden olmaktadır. Benzeri ideolojik yapılar da benzer kriz alanları oluşturmaktadır.
Kriz nedir sorusuna cevap üretmek yararlı ki kriz kavramının kitap boyunca kullanımında dikkate alınabilsin: kriz; herhangi bir şeyi kendi otantik yapısı dışına taşırma ve yeni sorunsal alanlar oluşturma gücü ile orantılı olarak düşünce, siyaset ve iktisadi yapıda meydana gelecek soruna neden olmasıdır. Kriz, her zaman yeni sorunlara kapı aralarken, yeni düşüncelere ve yeni eylemlere de kapı aralar. Bu yüzden krizin olumlu ve olumsuz boyutları da dikkatle incelenmelidir. Kitap daha çok olumsuz boyutlarını gündeme almıştır.
İslamcılığın temel kriz alanlarına yönelik elbette ki farklı metinlerde değiniler olmuştur. Bu kitapta derli toplu bir şekilde bu kriz alanını tespite çalıştım. Sol, Kürtçülük ve Kürtler meselesinde olduğu gibi Türkler gibi temel bir kavramı da sorunsallaştırarak dikkate sundum. Çünkü Türkler, Kürtler ve dindarlar temsiliyet konusunda ciddi bir kriz yaşamaktadırlar. Ülkemizdeki kriz alanları döngüsel bir şekilde yeni kriz alanlarına tekabül ederek çoğalma eğilimi göstermektedir.
Yaşadığımız dönemde darbelere sürekli maruz kalışımızın nedeni de bu kriz alanlarının varlığı ve çözümüne dair bir beklentinin oluşmamasıdır. Kitap bu konuda yeni bir tartışma alanı oluşturursa sorumluluğunu ifa etmiş sayılır.
İçinde var olduğumuz krizin nelere neden olacağını öğrenmenin yolu sahip olduğumuz algı, duygu ve düşünce dünyamızın bizim tarafımızdan oluşturulmadığını bilmemizdedir. Bu yüzden sürekli yanlış yönlendirmelere açık bir pozisyonu taşıyoruz. Buradan kurtulmanın yolu ise, elimizde ne var ne yoksa hepsini gözden geçirmek ve ciddi bir yüzleşmeye tabi kılmaktır. Bu yüzleşme gerçekleşmeden inandığımız şeylerin ne kadarı doğru ne kadarı yanlış olduğu konusunda hep bir kafa karışıklığı taşıyacağız. Cesaret biraz da kendi yanlışlarını gözü pek bir şekilde ortaya çıkarmakta yatmaktadır. Bugüne kadar sahip olduğumuz birçok şeyin doğruluğuna o kadar emin oluyoruz ki sürekli bir çatışmanın tarafı oluyoruz. İşte artık bugüne kadar bize ezberletilen ve algılatılan tarihsel, düşünsel, siyasal ve toplumsal algılara ve düşüncelere bir mesafe koymanın zamanı geldi.
Krize Doğru
Modernliğin krizi post modern algıyı beraberinde üretti. Krize bir çözüm olarak üretilen post modern kültür hakikati parçalayarak yeni krizlerin kapısını araladı. Yerel düzeyde meydana gelen çatışmaların, siyasal krizin post modern postalları olarak okunması yanlış olmasa gerek.
Uluslararası siyasal sistemin bugünkü açmazı da aslında bir post modern kriz olarak öngörülmelidir. Tabii ki burada kriz; ‘kaostan yeni bir düzen çıkarma’dır. Ancak, bu yeni düzeni ontolojik, epistemolojik gücü kim kendinde barındırıyorsa ve bunu güçle; ekonomik, siyasi ve kültürel olarak destekleyebiliyorsa o kurgulayacaktır.
Hakikatin sahibi olmanız, onu doğru bir yöntem, bakış ve bilgiyle desteklemediğinizde ve onu ahlakî bir yapıya taşıyamadığınızda, sentetik algının o hakikati göz ardı ettirerek, sizi yeni bir hakikate hazırlama ihtimalini engellemez. Bunu unutmadığımız sürece bugün Türkiye’de meydana gelen siyasi, toplumsal ve kültürel yapının değişimini konuşabilir ve önümüzde hangi kriz alanları doğacak sorusuna yönelebiliriz.
Şu an siyasi anlamda bir değişimin içinde bulunuyoruz. Ancak bu siyasi değişimin mihveri ve yönelimi konusunda tam bir karmaşa hâkim. Çünkü bu değişim öncesi bütün yapılarla öyle bir oynandı ki mevcut bütün ideolojik; sol, milliyetçi ve İslamcı cenahın ontolojileri özgün zeminlerinden kaydı. Sadece 1980 öncesi bir tarihsel kesite gönderme yapmak ve o gün neler olup bittiğini kavramak yeterli. 11 Eylül 1980 tarihine kadar sokaklar kan kokuyordu. Büyük bir ideolojik körlük vardı ki baba-oğul, kardeş-kardeş rahatlıkla aynı evde birbirlerine silah doğrultabiliyordu. Ve bu öyle kaba ve hoyratça yapılıyordu ki halkın gözüne sokacak düzeyde işlerlik kazanıyordu. Gün içinde halkın gözleri önünde soygunlar yapılıyor veya infazlar gerçekleştiriliyordu. Bizzat bu durumun kendisi ideolojik yapıyı; sol ve sağ/milliyetçi cepheyi derinden değişime uğrattı. Benzer bir durum ise İslamcılar için 28 Şubat sürecinde gerçekleştirildi. Ana gövde İslamcılık, şiddetten uzak durmasına rağmen küçük bir azınlığın bulaştığı/bulaştırıldığı şiddet üzerinden yapılan medya kışkırtıcılığı sayesinde, halk nezdinde din üzerine farklı algılar oluşmasının başat unsuru olarak kullanıldı.
Ak Parti iktidarıyla solun yaşadığı deneyimi İslamcılar da yaşamaya başladı. Böylece Türkiye için ideolojik duruşlu bir gelecek perspektifine sahip bütün unsurlar bir karmaşaya terk edildi. O ideolojik gruplar da kendi içlerinde bu meseleyi çözümleyecek entelektüel donanıma sahip olamadığı gibi örgütlenmeyi de gerçekleştiremediklerinden kendilerine hazırlanana düştüler.
İşte kriz tam burada başlıyor. “Vesayet rejimi bitiyor” sevincini yaşarken, bu vesayet rejiminin yerine neyi ikame edeceğimiz konusundaki kafa karışıklığı ve sorunsal alanı oluşturan unsurların bizzat kendi kafalarının karışıklığı yüzünden gerçekleştiğini bilmek bir nebze işleri düzeltebilir. Ayrıca halkın sağduyulu davranışı sayesinde kafa karışıklığının neden olacağı çatışma alanlarından şimdilik uzak duruluyor. Ama potansiyel olarak halen bu çatışma zemini kendini muhafaza ediyor. Durumu doğru bir şekilde çözümleyecek siyasi, entelektüel ve kurumsal bir yapı da ortalarda görünmüyor…
Evet, öncelikli olarak yaşadığımız bu zeminin bir kriz ürettiğini kabul ederek bu krizin olumlu anlamda yeni bir yapılanmanın kaynağı haline dönüştürülebilmesi adına gerekli entelektüel, siyasi ve ekonomik bir iradeye sahip olunmalı. Kriz ancak bu şekilde aşılabilir. Krizin siyasi, kültürel, toplumsal ve ahlaki zeminde meydana geldiği doğrudur. Ama öncelikle yaşanan krizin entelektüel çerçevesine de dikkat çekmek kaçınılmaz olmuştur…
Entelektüel Bir Kriz Var Mı?
Modernleşme süreçleri krizi bağrında taşımaya teşne bir yapı arz eder. Çünkü modernleşme demek; siyasi, toplumsal ve kültürel dokunun değişime açık halde bulunmasıdır. “Eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal!” demenin taşıdığı derin krizi kavramak gerekir. Fakat en temel kriz alanı entelektüel alanda kendini gösterir. Çünkü her şeyi ile bir değişim başlar ve bu yeni kültüre göre siyaset, toplumsal ve birey yeniden inşa edilir. Sahip olunan kültür, örf, anane, gelenek dışlanıyor ve bu dışlanmışlıktan doğan boşluk; kişilik sorunlarının oluşumunda öncelikli yerini alır.
Türk Modernleşmesi, halkın modernleşmeye dahil edilmesiyle en olgun dönemini yaşıyor. Çünkü cumhuriyet bir proje olarak modernleşmeci idi. Ancak modernleşme jakoben bir yöntemle gerçekleştirildiği için halka bir türlü sirayet ettirilemiyordu. Demokrat Parti ile başlayan Adalet Partisi ve ANAP ile sürdürülen, halka yakın durularak gerçekleştirilen modernleşme ise halkta makes buldu. Ve Ak Parti ile birlikte modernleşmeye en temelden itiraz eden İslamcılar da buna dâhil edilerek mesele çözümlendi. Yani cumhuriyet projesi olan modernleşme İslamcı bir kadro tarafından uygulanarak olgunlaştırılmış oldu. Böylece entelektüel olma umudu olan kadrolar devlet kademelerinde bürokrata dönüştürüldü.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu temel ilkelere uygun bir entelektüel yapı oluşturabildi mi? Görece evet diyebiliriz… Fakat toplumun sahip olduğu kültürel derinliği kuşatacak ve bu yeni durumu da yine derinlemesine fark ederek meydana gelecek olan değişimi sancısız ve sorunsuz çözümleyecek bir kültürel birikimden bahsedemeyiz.
Meseleyi Batı düşüncesi bağlamında ele alırsak; Türkiye’deki düşünce hayatının entelektüel zemin açısından olumlu olmadığını söylemek durumundayız. Hatta bir adım ileri giderek cumhuriyet sonrası dönem için milliyetçi, sol ve İslamcı akımların da entelektüel birikim açısından sınıfta kaldıklarını söylemeliyiz. İstisnalar kaideyi bozmaz… Ama genel anlamda birinci sınıf bir entelektüelliği bir tarafa bırakalım, üçüncü sınıf bir entelijansiya ile karşı karşıya kaldığımızı belirtebiliriz. Mesele maalesef hem dil açısından hem de düşünce seviyesinin varlığı açısından böyledir. Örneğin, Osmanlı’nın son dönemindeki bir âlim, aydın ya da entelektüel ile cumhuriyet dönemi âlim, aydın ve entelektüellerini mukayese yapmak bile lüzumsuz olur. Çünkü mukayese kaldıramaz bir durumdur. Cumhuriyetin ilk yılları ile son dönemini mukayese yaptığımız zaman da yine aynı sonucu görebiliriz. Yani entelektüel kalite gittikçe düşmüştür. Ben şahsi eğitim yaşamımda bile bunu gözlemliyorum. 1970’li yıllarda okuduğum ilkokul müfredatı ile öğrendiğim şeyler, bugün lise bitirenlerden daha yüksektir.
Bu entelektüel zaafı sistemin bilinçli olarak hazırladığını söylememek için bir neden yok! Aksine, iki yönlü bir saldırı karşısında kalınca krize girmesi kaçınılmaz olan entelektüelliğe ilk saldırı, bizzat sistemin kendi saldırısı ve dolayısı ile de entelektüelliği bir sorun olarak kabul etmesidir. Bu da entelektüel hayatı zayıf bıraktığı gibi entelektüelliği daha çok aydın tipiyle özdeşleştirerek bir indirgeme yaşanmasına neden olmuştur. Kısır, sığ ve ideolojik yaklaşım sorunun kendisi olmuştur.

İkinci yön ise; bizatihi o akımın kendi içinden gelmiştir. Entelektüel yetiştirecek bir zemini hiçbir ideolojik yapı hazırlayamamıştır. Milliyetçi, solcu ve İslamcı gibi ideolojik kesimler, kendilerini geliştirmek için siyasal ideolojik olana bağımlı kaldıkları için entelektüelliğin ruhuna sadık kalmamışlardır. En önemlisi de sahip oldukları ufuk ve vizyon bu sorunu aşmada yeterli imkanı sağlayamamıştır. Toplumsal göç ve eğitim müfredatının sürekli değişikliğe uğraması, eğitimin sadece iş bulma aracına dönüşmesi de gerçek anlamda bir entelektüelliği ortadan kaldıran unsurlardandır.
İktidar işleyişi içinde aydın ve entelektüellerin taltif edilerek iktidar ve ihtişam ile buluşturulmaları onların sonunu hazırlamıştır. Halk nezdinde de bir güvenilirliğe sahip olamayan aydın ve entelektüel, kendini hizmete sunma konusunda bir çekinceye sahip olmamıştır. En son kale olan İslamcılık ise Ak Parti döneminde entelektüelliği muhafazakâr demokratlık içinde harcamış ve kendisi ile birlikte bu ülkenin ufkuna yapacağı katkıyı ertelemiştir.
Güç ve güce dayalı imkânın, düşüncenin önüne alındığı bir zeminde entelektüellikten bahsetmek zor olmalıdır. Burada temel mesele, entelektüel bir krizin varlığını kabul ederek, bu krizin aşılması noktasında devlete bakmadan, sivil arayışlarla yeniden bir atılımın yapılmasıdır. Entelektüel krizi besleyen siyasi, toplumsal ve ekonomik yapı da unutulmamalıdır.
..
Kitaba seçkin kitapçılardan ve Çıra yayınlarından ulaşabilirsiniz