metrika yandex
  • $32.45
  • 34.68
  • GA18240

Haberler / Yorum - Analiz

Felsefi Düşüncenin Uluslararası İlişkilerdeki Etkisi Ve Doğu Akdeniz Sorunu… / Abdulaziz Tantik

19.09.2020

İnsan, toplum ve siyaset üzerine belirginleşen düşünceler, uluslararası sistemin kodlarını da oluşturmakta gecikmemektedir. Bunun belirgin örnekleri her zaman verilebilir. Roma, İslam İktidarı ve Modernliğin sağladığı iktidar buna büyük ölçekte örnektirler. Bir dünya sistemi kurmanın imkânı, evrensel bir bakışa sahip olmaktan geçiyor. Yani tüm insanları etkileyecek bir bakışın sarsılmaz yapısı ile karşı karşıya bırakıldığı zaman uluslar arası bir sistemden söz edilebilir oluyor.

Roma barışı, Osmanlı Barışı ve Amerikan Barışı bu görüşe uygun örneklerdir. Bugün yeni bir ‘barış’ arayışı ortaya çıkmıştır. Ancak bu barışı sağlayacak yeni bir düşüncenin yokluğu yüzünden bir kaos oluşmuş durumdadır. Bunun felsefi karşılığı geliştirilene kadar bu kaos sürdürüleceğe benziyor. Roma Barışını sağlayan Hıristiyanlığın, Yahudilikten kurtularak evrensel bir yaklaşıma sahip oluşu ve bunu Roma’nın kabulü ile sağladığı biliniyor. İslam ise; evrensel bir yaklaşım ile kendini ifade ederek bütün bir insanlığa davet oluşu kendi metinlerinde apaçık bir şekilde duruyor. Bu da Osmanlı ile zirveye ulaştı ve yıkılana kadar bir hâkimiyet alanı oluşturdu. Daha sonra modernleşme bütün kültürleri elimine ederek, kendi sesini yükseltti ve evrensel olduğu iddiası ile dünyayı egemenliği altına aldı. Bunun sembol ismi ise her iki cihan savaşında başarılı olma imkânı bulan Amerika oldu. Şimdi düşüncelerde ciddi bir değişim yaşanıyor. Bu yeni düşünceye uyumlu yeni bir dünya sisteminin kurulmasının öyle kolay olmadığı aşikârdır. Bu sancılar, yeni sisteme uyarlanacak yeni stratejik ve taktik denemeler teknoloji sayesinde gerçekleşiyor ve bu düşünceyle uyumlu bir siyasi sistem kurulmaya çalışılacaktır. Doğu Akdeniz meselesinin bu temel tarihi kırılganlıkla ilişkili olduğu tartışılamazdır.

Modernliğin hem kurucu özelliği hem de yıkıcı bir özelliği olduğu aşikârdır. Yıkıcı özelliği, Katolik egemenliğinin yıkılışını sağlaması, imparatorlukların dağılımını gerçekleştirmesi ve kendisinden önceki bütün inanç ve düşünce yapılarını yapı değişimine zorlamasıdır. Kurucu özelliği ise, ulus devlet üzerinden farklı etnik ve fikri yapıları bir araya getirerek daha üst bir şemada birleştirmesi ve bunun dünya egemenliğine giden yolu açmasıdır. Fakat yeni sistem, sermaye üzerine kurulu olduğu için sürekli yeni sorunlara kapı aralıyor. Hem ortaya çıkışı çok sancılı, hem daha sonra sürekliliğini sağladığı zaman da bir sürü etkeni devre dışı bırakarak insanların çıplak; yani kültür, inanç ve değerlerinden soyundurulmasını sağlayarak çok ciddi bir sorunun parçası olmaktadır. Ama birinci dünya savaşı sonucunda büyük imparatorluklar yıkılmıştır; Osmanlı ve diğerleri… Yalnız, sorunların çözümü, sürekli yeni sorunlara kapı aralayacak şekilde düzenlenmiştir. Modernlik, yıkıcılığı ile kendi dışındaki bütün kültür ve inançları yok saymıştır veya yeniden içeriklerine müdahale ederek değişime zorlamıştır. Ancak, modern yapı; kesinlik, pragmatik ve uzlaşı yapısı ile sürekli yenilenmeyi sağladığı gibi kendisinden uzaklaşmayı da beraberinde taşımıştır. 1789 Fransız devrimi ve ardından 1845 İngiliz sanayi devrimi ile başlayan süreç, daha yirminci yüz yılın başında ekonomik kriz ile baş göstermiş ve birinci ve ikinci dünya savaşını tetiklemiştir. İkinci dünya savaşı özellikle faşizmin iktidar olması ve totaliterliğin bir felsefi yaklaşım olarak öne çıkarılması ile başlamıştır. Buna bir tepki olarak doğan felsefi bakış, modernliğin sorunlarını aşma adına post modernliği kurmuştur. Bu yaklaşık yirminci yüz yılın ilk yarısına doğru ancak felsefi olarak bir bakışa ulaştığında artık ikinci dünya savaşı bitmiş ve yeni bir dünya kurulmuştur. Ancak bu Yeni Dünya modernliğin klasik algısı içinde öteki üzerine kurulu iki güç tasarımı ile iki kutuplu dünya olarak belirlenmiştir. Fakat bu sistem yaklaşık olarak 68 olayları ile sarsılmış ve 89 glasnost ve perestroyka ile sona ermiştir. Artık yeni bir sistem arayışı öne çıkmıştır. Yirmi birinci yüz yılın başında Amerikan tek dünya devletini ilan etse de bir karşılığı oluşturulamamıştır. O günden sonra çoklu güçler teorisi devrede olmakla birlikte bir kaos yaşandığı konusunda herkes hemfikir durumdadır.

Felsefi düşüncenin aslında dünya sistemini derinden etkilediğini söylemek her zaman mümkündür. Post modern düşünce, çoğulcu yaklaşımı ile bütün dünyayı sardığında doğal olarak yeni dünya sistemi de bir krize girdi. Bu çoğulcu yapı, yeni kültürü ve siyaset etme biçimini de belirginleştirdi ve iki kutuplu dünya çöktü. Yeni tek kutuplu dünya ise tutmadı. Çünkü bunu sağlayacak felsefi bakış hala ortalarda baskın bir karakter olarak bulunmamaktaydı. Ki bu post modern yaklaşımın öne çıkardığı bakış ile orantılı bir şekilde var olmaktadır. Yeni felsefi arayışın ön ipuçları aslında küllerinden doğarak ortaya çıkmaya başladı. Bu düşünce mevcut her şeyi bir biri ile bağıntılı olarak görerek, insanı merkezden edecek yeni bir felsefi yaklaşımın ipuçlarıdır. Bu aynı zamanda yeni bir dünya sisteminin varlığını sağlayacak koşulları da içinde var kılacak bir potansiyeli taşıyacaktır. Tıpkı post modernliğin, modernliğin içinden çıktığı gibi post modernliğin göreliliği içinden bu yeni yaklaşımın öne çıkarılması sağlanacaktır. Bu aynı zamanda kesinliğin baskın karakter ile birlikte yeni ortaya çıkacak pragmatik durum ve uzlaşının kaçınmaz sonuç oluşunu da gösterecektir.

Kaos, hem ulus devletler açısından hem de bireyler açısından sonuna kadar tahammül edilecek bir durum değildir. Bunun çözümünü sağlayacak olan şey; hiçbir gücün tek başına yeterli güce sahip olmadığının açığa çıkması ve sistemin tıkanmasını sağlayacak olguların görünürlülük kazanmasına imkân tanımak olmalıdır. Doğu Akdeniz, bu çok uluslu devletlerin güç gösterisinde bulunulmasını sağlayacak zengin bir maddi yapıya sahip olduğu görüşü ve ayrıca dünya tarihi kadar eski olan Akdeniz de varlık kazanan dünya hâkimiyetine doğru bir imkâna kavuştuğu tezi de belirleyici olacaktır. Dikkat ederseniz, Doğu Akdeniz’in etrafında olan bütün ülkelerde ciddi kaoslar bulunmaktadır. Sorunlar derinleşerek ortaya konulmaktadır. En son olayda Yunanistan ve Türkiye ezeli düşmanlığı öne çıkartılarak bir güç kapışması sahnelenmektedir.

Bu noktada yeni felsefi sistemin en temel özelliği ‘artırılmış gerçeklik’ denilen bir olgunun gerçeklik kazanmasıdır. Yani gerçek olmayan bir şeyin gerçeklik düzeyine çıkartılmasını sağlayacak bir teknolojik imkân ve düşünmeyi etkisi altına alabilecek bir düzeyde iş gördüğü belirginlik kazanmıştır. Sanallığın gerçeğin yerini alması… Bu aynı zamanda Yeni Dünya sisteminin bel kemiği tezini de oluşturuyor. Aslında bugüne kadar elde edilen bilgi ve birikimin ulaştığı sınır hali olarak da tanımlanabilir. Yaşamın öne çıkarıldığı ve yaşamın aslında bir sanal gerçeklik zemini içinde mevcut bulacağı tezini de güçlendiren bir şeydir. Böylece gerçek savaşlar yerine sanal savaşlar inşa ederek insanların o olay ile ilgili istenilen bakışa ulaşmasını sağlaması bağlamında önemli ve sonuç alıcı bir yaklaşımdır. Şunu unutmamak lazım: dünyada mevut silahların varlığı, dünyayı birden fazla mükerreren yok etmeye yetecek kadar olduğu bilinen bir gerçektir. Bu yüzden bir dünya savaşı, dünyanın yıkımı olur. O zaman elde tek seçenek kalıyor. Sanal bir gerçeklik zemininde bir savaş; çok uluslu bir savaş dizaynı gerçekleştirmek ve dünyayı bu beladan az hasarla kurtarmaya yönelmenin yolunu bulmaktır. Akdeniz meselesi tam olarak buraya oturmaktadır. Yükselen yeni bir güç olan Türkiye, yeni yükselişe geçmiş olan Rusya ve Çin ile birlikte yeni bir dünya düzeninin kurulmasının öncülüğünü yapma çabalarını gösteriyorlar. Ancak Türkiye bu noktada kendi konumunu ve çıkarlarını önceleyen ve bitaraf gibi görünmeyi temel bir ilke olarak ortaya koyduğunu dillendiriyor. Ama işin aslı, hep sanallığı işaret ediyor. Bitaraf olmak ile bertaraf olmak arasında bir bağ olduğu aşikârdır.  Türkiye, içinde yer aldığı jeo stratejik ve jeo kültürel yapı üzerinden güç kazanmaktadır. Ortada ciddi bir kaos olmakla birlikte bu kaosun önemli bir kısmının oluşturulmuş sanal gerçekliğe tekabül edebileceğini hesaba katmakta yarar var. Aslında çıkar eksenli her olayda çıkarı örtecek yeni bir meşru zemin arayışı da bu sanal gerçekliği besleyen bir özellik olarak ortaya çıkmaktadır.

Şimdi yeni felsefi bakışın ipuçlarına bakalım. Modernlik ve post modernlik insan merkezli; özneliği ile öne çıkan yaklaşımlardı. Hâlbuki yeni felsefi duruş ise yaşamı öne çıkartan ve insanı merkez olmaktan çıkaran bir yaklaşımı ortaya koymaktadır. Bütünsel bağlantısallık ile varlığın bir bütün olarak, bir ağ içinde, birbiri ile irtibatlı olduğu savı, ağ ve irtibat ile yaşamın oluştuğunu ileri sürmenin getirdiği yeni yaklaşım; değer, inanç ve kültürü, bir anlamının kalmadığı yeni bir olguya taşıyor. Bu yeni durumda kültür ve inanç yerine yaşamın soğuk ve acıtıcı tarafı öne çıkartılarak yaşamın korunması eksene alınacaktır. Bu noktada ayrımların bir anlamı olmayacaktır. Kadın, erkek, çocuk, etnik yapılar, dil farklılıkları bir anlam taşımayacaktır. Hatta bir hayvan, insan veya bitki arasında da bir fark olmayacaktır. Yeni bir felsefi bakışa ve yeni yaşam algısına dönük bir bakış geliştiriliyor. Bu yüzden ekolojik tartışmalar ve cinsiyet tartışmalarının arka planında da bu yeni yaklaşımın ipuçlarını gözlemleyebiliriz. Bugün bu yeni yaklaşıma yönelik zemin oluşturma girişimlerini bu bakışı dikkate alarak tartışmalıyız. Toplumsal cinsiyet meselesi ile Akdeniz meselesinin bir birini tamamlayan unsurlar olduğunu görmeden bu sorunu tam olarak çözümleme imkânı bulunamaz.

Son on yılın gelişen bütün siyasi olaylarını sanal gerçeklik olgusunu dikkate alarak yeniden yorumlamalıyız. Bütün ülkelerin birbirleri ile ilişkilerindeki inişlerini ve çıkışlarını buna göre yeniden yorumlamakta yara var. ABD ve Rusya arasındaki gerilim, Çin ve ABD arasındaki gerilim, Yunanistan ve Türkiye arasındaki gerilim veya başka ülkeler ile oluşturulan gerilim aynı düzlemi işaret ediyor. Oluşturulan sanal gerçeklik üzerinden yeni sisteme adım -adım yürünülüyor. Bu yeni sistemde hiçbir devletin gücü önemli olmayacaktır. ABD ve Çin dâhil olmak üzere; Yeni bir dünya sistemine gidilirken, uluslar veya devletlerin varlığı önemli olmayacaktır. Ama sermaye yeni bir güç ve Yeni Dünya sisteminin yeni Patronu olmaya aday olarak adım -adım öne çıkıyor. Çünkü bu yeni felsefi yaklaşım sadece sermaye gücüne yarayacak bir pozisyonu elde tutuyor. Devletler veya kültürlerin bu yeni sistemdeki karşılığı ederinden çok küçük olacaktır. Hiçliğin iktidarına giderek daha fazla yaklaşıyoruz.

Umudumuz, Türkiye’nin kendisi olarak var olmaya başladığı bu yeni süreçte kendi kazanımlarını elde ederken, bu yeni sisteme adapte olmaya uzak durmasıdır. Açıktır ki, Doğu Akdeniz sorunu Türkiye’nin önünü açacak bir pozisyonu elinde tutacaktır. Bu bölge dünya tarihi bağlamında hep önemini korumuştur. Yunanistan şımarık oğul olarak bugüne kadar korunduğu doğru olmakla birlikte bu yeni sistemde korunmayı sağlayacak bir bakışın kalmadığını acı çekerek öğrenecektir. Ona yine sadece Türkiye yardım edebilir. Bunu anladığında iş işten geçmemiş olması gerektiğini bilmelidir.

Evet, yeni bir dünya sistemine geçişin sancılı adımlarını izliyoruz. Doğu Akdeniz bu sancıların bir şekilde nihayete ereceğini görebileceğimiz bir zemin oluşturulabilir. Çünkü burada tek bir gücün tek başına belirleyici olma ihtimali kalmamıştır. Yeni felsefi bakışın zorladığı bu yeni yaklaşım ise uzlaşıyı zorunlu kılacaktır. Bu noktada bütün devletler pragmatik olmak zorunda kalacaktır. Bu kaçınılmaz sonu yaşamadan öğrenmeyi başarmalıyız. Bu yeni felsefi yaklaşıma teslim olmadan sonuçlarından istifade ederek kendi beka sorununu aşmaya çalışan Türkiye, doğru adımları atmaya devam ederken, kendi beka sorununu çözmenin yegâne yolunun ise kendi kültürel dinamikleri ile barışık bir yapıyı inşa etmekten başka seçeneği olmadığını anlamıştır diye umuyorum…  

Dünya tarihi bize gösteriyor ki; her iktidar bir felsefi bakışın izlerini taşır, meşruiyetini oradan alır ve beka sorununu da bu bakışın üzerine temellendirir. Yeni bir dünya ve yeni bir felsefi yaklaşım kendisini dayatmaktadır. Ayak izleri her yerde gözlemlenebiliniyor. Toplumun kültür katmanlarında bunun izleri taşınıyor. Din, inanç ve kültürler asimilasyona uğramış durumdadır. Gençlik, yeni yaklaşımın izlerini taşımaya inatla devam ediyor. Eğer iyi bir örneklik ortaya konulmazsa asıl tehlike o zaman baş gösterecektir. Doğu Akdeniz, sıçrama açısından önemli bir çatışma alanını işaret ederken, kültürel kaos ve çatışma ise yıkımı beraberinde taşıdığı için çok daha önemli sayılmalıdır. Bu önem, bize Doğu Akdeniz’deki haklarımızı terk etmemizi meşrulaştırmaz, bilakis, önce önümüzde duran bu sorunu çözüme kavuşturmayı önceletmelidir. Sonra kültürel sorunlarımıza da yönelmeyi ihmal etmemeliyiz. Ancak unutmayalım ki Doğu Akdeniz sorunu da sanal gerçekliğe uyarlanacak bir özellik taşıma ihtimali çok yüksek ve karar vericilerin bu noktayı da unutmamaları yararlarına olacaktır.  

Doğru adımlar, doğru tespitler üzerine atılabilir…

Olup bitenin neye tekabül ettiğini doğru analiz etmeliyiz. Meselenin felsefi arka planını yeniden gözden geçirmeliyiz. Belirleyici bakışın izlerini iyi tanımalıyız. O zaman her sorunu aşmada gücümüzü artıracağımız gibi lehimize çözümler bulmada da kolaylık sağlarız…

Yeni felsefi yaklaşım, modernliğin ve post modernliğin bazı özelliklerini taşımaya devam edeceği için bir yanılgıyı içinde taşıyacaktır. Yeni bir felsefi yaklaşım yok dedirtecek kadar eski felsefi yaklaşımlardan izler taşıyacaktır. Tartışmalar tanıdık gelebilir. Ancak, bir felsefi yaklaşımı diğerinden ayıran şey; bakıştır. Yeni felsefi yaklaşımın temel bakışı ise yaşamı öncelemek ve insanı sıradanlaştırmaktır.

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Bülent Akkuc | 23.09.2020 08:42
\"Yeni felsefi yaklaşımın temel bakışı ise yaşamı öncelemek ve insanı sıradanlaştırmaktır.\" Sozu günümüz gerçekliğin merkezine oturtulmuştur, allah bize akıl ve sabır versin. Fikir işçisi aziz abi aklına sağlık.