Geçtiğimiz hafta içinde Avrupa Parlamentosunun Türkiye’nin AB Üyelik sürecinin askıya alınıp dondurulmasına ilişkin büyük bir oy çokluğuyla aldığı karar, ülkemiz gündeminde neredeyse hiç tartışılmadı ve görmezden gelindi. Bu duyarsızlık elbette ülkemizin son on yıldır içinde yaşadığı siyasal atmosferle ilgiliydi. Katılımcı ve ileri demokrasinin, çoğulculuğun, çok sesliliğin, kısaca açık toplumun hâkim olmadığı bir atmosferde bu kararın tartışılmaması son derece doğal. Zira bir süredir, “yerli ve milli, tam bağımsız, Türkiye yüzyılı” söylemleriyle, içe dönük hamasi ve giderek otoriterleşen politikalarla, tek sesli medya ve algı operasyonlarıyla ülkemizin AB süreci gibi gerçek gündemleri Milletimizden gizleniyor.
Hâlbuki iktidara geldiği 2002 yılı sonundan bugüne iktidarın, ülkemizin her alanda standartlarını yükseltmesinde, eş zamanlı olarak ilişkilerini geliştirdiği AB sürecinin çok önemli bir rolü vardı. Başta Kopenhag Kriterleri denilen AB’nin demokratik ve hukuki şart ve kriterlerini sağlamak için başlatılan, demokratikleşme süreci, sonrasında da Mastricht Kriterleri denilen AB’nin ekonomik kriterlerini sağlamak üzere ekonomide atılan adımlar, özellikle 2015 yılına kadar ülkemizle AB arasındaki makası her alanda daraltarak, ülkemizi dünyanın en hızlı gelişen ve modernleşen ülkelerinden biri haline getirdi. Yaklaşık 200.000 sayfadan oluşan AB müktesebatının ülkemizin kanun ve yönetmeliklerine uyumlulaştırılması faaliyetleri devam ederken, AB tarafından her yıl yayınlanan Türkiye ile ilgili ilerleme raporları adeta bir denetleme vazifesi görüyordu. Bütün bunlar vasıtasıyla, ülkemizde gıda güvenliğinden, trafik güvenliğine, iş sağlığı ve iş güvenliğinden, çalışma standartlarına, laboratuvar standartlarından, gözaltı ve cezaevi standartlarına hayatımızın har alanında olağanüstü olumlu gelişmeler meydana geldi. İçtiğimiz sütün içindeki mikroorganizmaların standardını bile sırf daha sağlıklı yaşamamız için AB müktesebatına uyumlu hale getirdik. Bugün inşallah son aşamaya getirdiğimiz terörsüz Türkiye’nin siyasal açılımlarını da, Kürtçe TV kanalı açarak, Kürtçe türkü ve şarkıların yasağını kaldırarak, Kürt kökenli vatandaşlarımızın siyasal katılımlarını artıran partilerin kapatılmasını zorlaştırarak, AB sürecinin etkisi ile başardık. Özel sektörümüzün rekabet imkânlarını artırmayı, üretim ve ambalajda kalite ve standartlarını hep AB standartlarına uyum yasa ve düzenlemeleriyle başardık.
Bakınız 1980’lerde Türkiye’de bir insanın ortalama ömrü 56,5 yıl iken bugün 77,5 yıla yükseldi. İster kabul edin ister etmeyin, AB standartlarının ülkemize adaptasyonuyla ülkemiz insanı, artık trafikte daha az hayatını kaybediyor, yediği içtiği gıda ürünleriyle daha sağlıklı besleniyor, iş yerlerinde daha az kazaya uğruyor, laboratuvar ve hastanelerden daha sağlıklı hizmet alıyor dolayısıyla 80'li yıllara göre 21 yıl daha uzun yaşıyor. Kısaca bugün ülkemiz İslam Dünyasının en gelişmiş ve müreffeh ülkesi ise bunun en önemli nedeni 1987 yılında Merhum Özal’ın tam üyelik başvurusuyla hızlanan AB sürecinin etkisi ve rolü çok büyüktür.
Ülkemizin 2003 yılında tam üye olduğu ve bendenizin de yedi yıl kadar hizmetinde bulunduğum AB Eğitim ve gençlik programlarının ülkemizde başarıyla uygulanmasıyla eğitim alanında da çok büyük ilerlemeler kaydedildi. Binlerce öğrencimiz ve eğitimcimiz Avrupa ülkelerindeki başarılı uygulamaları ülkemize transfer etme imkânı buldular. Kıta Avrupasının eğitim ve bilim alanındaki büyük başarısının tek faydalanıcıları elbette biz değildik. Bugün Uzakdoğu’da, Japonya, Güney Kore, Taywan gibi ülkelerin teknolojiye dayalı gelişmelerinin ardında son yüz yıldır Avrupa’ya gönderdikleri öğrenci ve eğitimcilerinin rolü olduğu bir gerçektir.
Bütün bu gelişmeler ülkemiz ekonomisinin de bu süreçte büyümesine ve halkımızın refahının artmasına yol açtı. AB standartları çerçevesinde çıkardığımız Kamu İhale Yasasını onlarca kez delip bozmasaydık kamu harcamalarından elde edeceğimiz tasarrufla belki bir bu kadar daha büyüyebilecektik; yolsuzluk ve israfla başa çıkabilecektik. DEVA Partisi Lideri Ali Babacan’ın ifade ettiği gibi, “turpun büyüğü tam da burasıydı; 30 AB üyesi ülkede aynen uygulanan Kamu İhale Yasası bizde de noktasına dokunmadan uygulansa ülke ekonomimiz çok kısa sürede düze çıkma imkânına sahip olabilir.”
Avrupa’da ortaçağda başlayan rönesans ve keşifler dönemi her açıdan dünyayı etkileyen bir süreç oldu. Aydınlanma çağıyla bilimin, felsefenin zirve yaptığı bu coğrafya, Fransız ihtilali ve sonrası ulus devletlerin ortaya çıkması ve cumhuriyet ve demokrasi ideallerinin önem kazanmasıyla tam bir cazibe merkezi haline geldi. Bizim şansımız ise o büyük cazibe merkezine komşu bir Müslüman millet oluşumuzdu. Ecdadımız Gazi Süleyman Paşa’nın 1300’lü yılların başında Lâpseki Çardak’tan Avrupa’ya/Gelibolu’ya ayak bastığı seferle Avrupa’da başlayan fütuhatımız, 200 yıl sonra bizi Viyana önlerine getirdi ve doğu Avrupa’nın hâkimi yaptı. Sadece bir komşu değil artık bizzat biz de Avrupalıydık. Yavuz Sultan Selim hariç bütün padişahlarımızın yüzünün batıya, Avrupa’ya dönük olduğunu hepimiz biliyoruz.
İslam dünyasının kendi rönensansını gerçekleştirememesi nedeniyle devletimizin yenilikler ve reformlara kapalı yapısı maalesef aşılamadı. Avrupa’nın her alandaki ilerlemesine ayak uyduramaması nedeniyle fütuhat hareketimiz durduğu gibi savaşlarda yenilgiler de kaçınılmaz hale gelince, Sultan 3. Selim ile başlayan ve 2. Mahmut’la devam edip Tanzimat’ın ilanına kadar devam eden bir Batılılaşma ve Avrupa etkisi zorunlu olarak topraklarımıza girmiş oldu. Tanzimat, ıslahat fermanı, meşrutiyet ve cumhuriyet gibi köklü rejim değişikliklerinin de tek amacı vardı: Avrupa gibi olma. 1950 yılında, bundan tam 75 yıl önce Avrupa Konseyine tam üyeliğimiz kabul edilmiş, 1963 yılında da ilk kez Avrupa Birliği ile (o zamanki Avrupa Ekonomik Topluluğu) ile Ankara Anlaşmasını imzalayarak üyeliğe adım atmış olduk. İslam dünyasından ve maalesef ülkemizden hala yüzbinlerce mültecinin, zaman zaman ölümü göze alma pahasına çeşitli nedenlerle Avrupa kapılarını zorladığını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde bekleyen binlerce davanın maalesef büyük çoğunluğunun ülkemizden giden başvurular olduğunu da burada zikretmek isterim. Demem o ki, AB üyeliği ve AB süreci ülkemizin tarihi bir gerçeği ve mecburiyetidir.
Avrupa devletleri, yüzyıllardır birbirleriyle savaşmalarından, 30 yıl, 100 yıl savaşlarında, sonrasında birinci ve ikinci dünya savaşlarında birbirlerini yerle bir etmelerinden, milyonlarca insanlarını kaybetmelerinden aldıkları derslerle artık Avrupa’yı bir barış ve huzur coğrafyası yapmanın adımı olarak, Napolyon Bonapart’ın bu hayalini gerçekleştirmek için birleşme adımlarını peyderpey uyguladılar. Zorlu süreçlerle, adım adım, büyük sabır ve özverilerle 75 yıl süren çalışmalarını, yüzbinlerce sayfa dokümanla kayıt altına alarak başardılar bunu. İki türlü strateji uyguladılar: Belirledikleri kriterlere uzun hazırlıklarla uygun hale getirdikleri ülkelerle genişleme, aralarına aldıkları ülkelerle yetki ve egemenlik devirlerini de içeren yasal süreçleri uyumlaştırma için de derinleşme. Bu süreçte ülkemizle de bir dargın bir barışık politikalar devam etti. Ama süreci çok iyi izleyen ve bilen biri olarak söyleyebilirim ki, ülkemizin kriterlere uyması her zaman ağır ve iki adım ileri bir adım geri oldu. 2010-2013 yılları her açıdan ülkemizin tam üyeliğe yakın olduğu ve müzakerelerde fasılların teker teker açıldığı yıllar oldu. Ama sonrasında gizli bir el, “bizim artık AB’ye ihtiyacımız yok, biz bize yeteriz” diyerek masaya tekmeyi vurdu ve müzakere fasıllarını durdurdu. Kürt sorunu ve çözüm süreci de bunun bir bahanesi oldu. Sonraki yıllar da zaten ülkemizde demokrasinin kısmen rafa kaldırıldığı, hukuk devleti uygulamalarının zayıfladığı yıllar olunca AB Parlamentosunun geçtiğimiz haftaki kararı kaçınılmaz oldu.
Bugün Avrupa’da dört ülke, kendi standartlarını yüksek buldukları ve kendi ülke menfaatlerini AB ile paylaşma eğiliminde olmadıkları için AB üyesi değiller ve ülkelerinde yaptıkları referandumlarda halkları AB üyeliğini reddediyor. Bunlar, İngiltere, İsviçre, Norveç ve İzlanda. Ancak AB, bu ülkelerle Avrupa Ekonomik Alanı denen serbest ticaret anlaşmalarına sahip. Eski Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün katıldığım bir tespiti vardı: “Bizim için AB’ye üyelikten çok daha önemlisi AB sürecidir, biz de standartlarımızı AB sürecimizle her alanda o kadar iyileştirmeliyiz ki, bu dört ülke gibi bizim referandumumuzdan hayır oyu çıksa da bir şey değişmesin.”
İktidar yeni bir demokrasi ve hukuk açılımı yapar, ülkemizi yeniden AB sürecine sokabilir mi bilemem, ama muhtemel bir reform hükümetinin ülkemizin 300 yıllık bu batılılaşma sürecini devam ettirmesini elzem görüyorum.
MAZLUMDER Kaya Kartal ile Devam Dedi..
27.05.2025
İslam Teopolitiği Üzerine Notlar|Ali Bal
19.05.2025
Uzak Şehir dizisinde Coca Cola reklamı
20.05.2025
Celal Sancar ile Derkenar..
28.05.2025
İRAN İLE ABD’NİN SAVAŞI ORHAN GÖKTAŞ 13.06.2025
İran Saldırısının Zamanlaması AHMET GÜRBÜZ 14.06.2025
Gençlerimiz İstikbâlimiz AHMET SEMİH TORUN 27.05.2025
Arafat Zirvesinin Bayramı Kurban AHMET GÜRBÜZ 05.06.2025
Ali Baba ve Kırk Haramiler AHMET GÜRBÜZ 01.06.2025