Türkiye siyaseti kabak tadı veriyor artık. Dönüyoruz dolaşıyoruz, aynı yere geri geliyoruz. Kimimiz umutsuzluk içinde kıvranıyor, kimimiz sahte umutlar peşinde koşuyor. Umarım bu ahval içinde doğru soruları sorup umudu doğru yerde aramaya başlayabiliriz. Umudu liderde arayanların da kısa vadeli siyasî hesaplarda arayanların da akıbetlerinin hayır olacağını düşünmüyorum. Çünkü esasında yaşadığımız kriz Türkiye siyasetinin çürümesiyle açıklanabilecek bir yüzeysellikte değil. Çok daha derin bir anlam krizi içindeyiz.
İnsanlık bir paradigmanın çöküşünü yaşıyor. Hem de uzun bir süredir.
Felsefede hakikatin bilinemeyeceği ama yine de bir şeylerin bilinebileceği fikri, klasik metafiziğin sonunu getirip modernizme kapı açmıştı. Ama sonra bu rüzgar, ilk mimarlarının hayal edemeyeceği bir noktaya getirdi düşünce dünyamızı. Artık hiçbir şey bilinemez. Her şey dil içerisinde oynanan bir oyundan ibaret. Ama burada bırakamıyoruz oyunu, hayatımıza anlam katacak bir tutamak arıyoruz. Mesela bunun üzerinden pozitivizm canlanabiliyor. Bilime dört elle sarılıyoruz.
Halbuki bilim, zannedildiğinin aksine harikalar yaratamıyor artık. Bilim felsefesi açısından getirilebilecek olan “bilimin amacı zaten hakikate dair bir şey söylemek değildir” eleştirisinden söz etmiyorum. İnsanlara bilimi cazip bir sığınak olarak gösteren şey pratik başarılardı. Ve tam da pratik açıdan tökezliyor bilim. Açıklayıcı gücünü kaybediyor.
Görelilik ve kuantum teorileri sebebiyle fiziğin yaşadığı kriz devam ediyor, 100 yıldır çözülemedi. Hala fizik bize bütüncül bir dünya resmi sunamıyor.
DNA’nın yapısı keşfedileli 70 yıl oldu. Bu süre zarfında bir sürü genetik mühendisliği tekniği geliştirildi. Ama bu gelişmelerin yarattığı heyecan çok uzun sürmedi. İnsanın tüm DNA dizisi üzerine çalışılırken “bittiğinde her şeyi çözmüş olacağız” havası esiyormuş. Dizi çıkalı 20 yıl oldu ama bu dizinin bize ne söylediğine dair kafa karışıklığımız sürüyor.
Bilgisayar bilimlerinin gelişmesiyle birlikte insan bilincinin taklit edileceğine dair inanç çok kuvvetliydi. Ancak yıllardır akademide dünya çapında en aktif alanlardan biri sinirbilim olmasına rağmen bilinci açıklama yolunda bir arpa boyu yol gidemedik.
En başarılı görülen alanlardan biri olan sağlık bilimlerine baktığımızda bile aslında bir çıkmazla karşılaşıyoruz. Çok temel halk sağlığı kuralları, hijyen uygulamaları, insanî çalışma ve yaşama koşulları, tıbbın bize sağladığı sağlığın çok önemli bir yüzdesini oluşturuyor. En az para harcayarak en çok fayda elde edildi. Şimdi en küçük faydalar için dünyanın parası dökülüyor. Ve gittikçe bu makas açılıyor. Daha çok para (dolayısıyla daha çok üretim, tüketim ve ekolojik zarar elbette), daha az fayda. Yoğun bakımda üç gün fazla geçirebiliyoruz belki, ama bu neye yarıyor ki? Ne pahasına olursa olsun uzun yaşamak, bizi ne daha sağlıklı yapıyor ne de daha mutlu.
Bilimin gün gelince her şeye cevap vereceğine dair iyimserlik 100 yıl önce anlaşılabilirdi; ama bu iyimser bakışın bugünkü tek açıklaması tutunacak başka dalımızın kalmamış olması.
Felsefe yalnız bırakmadı bizi sadece, din de yalnız bıraktı. Tam bir fetret devrindeyiz. Dini temsil ettiği iddiasındaki kişi ve kurumlar bugüne konuşamıyor. Dinin tüm zamanlara hitap edecek bir özü varsa bile, bu özle irtibatımızı kaybettik. Hiçbir dinî söylem bizi tatmin etmiyor. Ama dinsizliğin de suyu çıktı, o da tatmin etmiyor. O yüzden Batı’da meditasyona bizde tasavvufa ilgi artıyor. Din öldü, yerini mistisizme bıraktı.
Tüm bu krizin üzerini iktidarların göz boyayıcı söylemleri ve kapitalizmin bize sağladığı nispî rahatlık örtüyor. Çözümün önündeki en önemli engel de bu: Problemin farkında bile değiliz. Üstelik bu söylediğim (Türkiye için konuşursak) yalnızca iktidar seçmeni için değil hepimiz için geçerli. Muhalefet seçim kazanınca her şeyin çok güzel olacağını zannediyor. Onun için de tüm politikasını seçim kazanmak üzerine kuruyor, tüm enerjisini oy devşirmeye adıyor. Böylece elimizdeki azıcık enerji de gerçek bir dönüşüme harcanmamış oluyor. Açıkçası bu biraz da siyasetçilerin çapıyla ilgili. Onlardan daha fazlasını beklemek haksızlık olur.
Direksiyona oturması gerekenler, problemin farkında olanlardır bence. Eğer bu söylediklerim üzerinde benimle hemfikirseniz, “bir şeyler yapması gereken” biziz aslında. Siyasî partiler değil.
İktidar bu kriz döneminde geçici birtakım yollar bulmuş olabilir kendine. Orta vadeli bir siyasi ufka sahip olup Türkiye siyasetine birkaç beden büyük gelen hesaplar içinde olabilir. Böylece beklenmedik başarılara imza atıyor olabilir. Fakat esas krizi okuyabildiklerini hiç ama hiç zannetmiyorum. Onun için her halükarda planları çok kırılgan olacaktır.
Gerçekten dişe dokunur uzun vadeli planlar için proje üretmesi gereken bizleriz. Hem teori hem de pratik alanında. Eğer bunu başarabilirse birileri, dünya çapında insanlara öncü olacaktır.
Önümüzdeki on yıllar içerisinde kalıcı bir çözüme doğru gidilecekse eğer, bu elbette kolektif bir çabanın ürünü olacak. O yüzden üzerimize düşen tek başımıza tarihe geçmek, bir denklemin çözümünü bularak her şeye cevap vermek değil. Gücümüz nispetince krizin aşılması için gayret göstermek. Aynı zamanda bu gayretlerin önünün açılması için gücümüzü ve etki alanımızı da genişletmek.
Daha özel planda ne yapmamız gerektiğini düşünürken, bu krizden çıkışımızın hangi aşamasında olduğumuzu iyi okumak önemli. Bana kalırsa işin daha çok başındayız. Henüz sorun tespiti aşamasındayız. O yüzden sözümüzü de eylemimizi de emekliyor olduğumuzun bilincinde olarak üretmeliyiz.
Ben örneğin, krizi aşmaya girişmek yerine, krizi aşacak bir nesil yetiştirmeyi daha çok önemsiyorum. Her şeyin başı eğitim.
Ancak bu eğitim, bilinen ezberleri tekrar etmekten ibaret olmamalı. Elimizde tüm dertlere deva olacak bir reçete var da bunu insanlara anlatamıyor olmak değil bizim eksiğimiz. Bizim eksiğimiz, elimizde bir reçete olmadığını itiraf edememek. Yani anlayacağınız, krizi aşan neslin eğitimi, eğitimcilerin eğitimi ile başlamalı.
Kendimize tekrar tekrar sormamız gereken soru, “nasıl oluyor da siyasette hiçbir mesafe katedemiyoruz” olmamalı. Biz, tüm insanlık olarak, nerede yanlış yaptık da kendimizi bu anlam krizinde bulduk? Çıkış için yıkmamız gereken tabular, vazgeçmemiz gereken varsayımlar, bir kenara terk etmemiz gereken inançlar nelerdir?
Bir eğitimci için doğru soru sormayı öğretmekten daha iyi bir gaye olamaz. Bunun için de önce kendisi doğru soru sormayı öğrenmelidir.
Sumud Filosu Saldırıya Uğradı
24.09.2025
İtalya'da Gazze için hayat durdu
24.09.2025
Zorlu CEO'su geri döndü
01.09.2025
KONYA OLAYI VE AYRIMCILIK YUSUF YAVUZYILMAZ 31.08.2025
Dil, Kabalık, Kavga ve Cinayet OSMAN KAYAER 21.09.2025