İletişim yayınlarından bu yıl (2024 yılı) çıkmış olan “Postkolonyalizm” isimli kitap, Robert J.C.Young’a ait. Yazar; İngiliz teorisyen, kültür eleştirmeni ve tarihçidir. Eserlerinde sömürgecilik tarihi ve postkolonyal tarih çalışmaları üzerinde durur.
Geçen hafta mütâlaa ettiğimiz kitabı okurken ilk aklıma gelen isim merhum Şehit İsmail Râci El Farukî oldu. Çünkü “Bilginin İslamîleştirilmesi” isimli kitabı, bizlere; İslam dünyasında uygulanan sömürgeciliğin ortadan kalkması bağlamında önemli bir bakış açısı kazandırmakta.
Yine üç-dört ay kadar önce Abdurrahman el Mesirri’nin ; alt başlığı “seküler emperyalist epistemoloji” olan “Kalemin Dansı Göstergenin Oyunu” isimli kitabı okumuş ve o kitap hakkında da konuşmuştuk.
Postkolonyalizm kelimesi her ne kadar sömürgecilik sonrası anlamını içinde barındırsa da; kullanıldığı manâ sömürgecilik karşıtlığı olmuştur. Kimi araştırmacıların 1970 li yıllarda ortaya çıkan bir akım olduğunu düşünmelerine rağmen; bazı araştırmacılar, 1850 li yıllara, hatta coğrafi keşiflerin başladığı dönemlere kadar izinin sürülmesi gerektiği görüşündeler.
Bir akım olarak 1970 de başladığını düşünenler, Edward Said’in “Oryantalizm” kitabının bu konuda ilk çalışma olduğunu savunurlar. Said’in kitabı 1978 yılında basılmış. Sait bu kitabında batının gözüyle doğunun nasıl okunduğunu ve yansıtıldığını anlatır. Aslında bugün de hala konuşulması gereken, batının tüm dünyayı nasıl gördüğü ve dünyayı içine hapsettiği kafeslerdir. Kitaptaki ana tema bu kafeslerin neler olduğu, hangi alanları kapsadığı; kafeslerden kurtulma konusunda yapılanlar ve yapılması gereken çalışmalardır.
Kitapta postkolonyal düşüncenin önde gelen isimlerinden Walter. D.Mignoloya atıfla beraber, sömürgecilik karşıtı Fanon, Gandi, Agamben, Spivak, Albert Memmi, Arundaty Roy, Edwart Sait, gibi muhalif isimlere de sıkça atıflar yapılmaktadır.
Kitabı okurken ve kitaba dair tanıtım yazısını kaleme alırken merhum bilgemiz Âlia’nın “batı hiçbir zaman medeni olmamıştır” cümlesi her sayfada zihnimde dolaştı, zihnime kamp kurdu sanki. Batının her alanda tüm dünyaya paradigmasını dayattığı son üç yüz yıl, her türlü sömürü, katliam ve insanlık dışı uygulamanın tarihi oldu.
Sadece “boynumuz ağrımamış batıya bakmaktan”, her yerimize sirayet etmiş batıl/ı bakış açıları…
“Postkolonyalizm” terimi sömürgeciliğe ve sömürgeci tutuma eleştirel bir yaklaşım olmakla birlikte, ona karşı çıkan bakış açılarını da yansıtmaktadır. Postkolonyalizm kelimesi yerine önerilen, “De kolonyalizm” kelimesi de yerinde bir kullanım olup, aslında maksada daha uygun bir anlamı içinde barındırıyor.
Bu bağlamda eleştirmenler sömürgeciliğin tarihine yoğunlaşmak yerine; “sömürgeciliğin tortularıyla; onun toplumsal, kültürel, siyasal tutumları ve kurumsal pratiklerdeki kalıntılarıyla ve bariz ırkçı ön kabulleri ile durmadan mücadele etmeye.”sh.15 dikkatleri yöneltmemiz gerektiğini vurgular.
Onlara göre; “sömürgeciliğin tasfiyesinin başlayacağı yer, sömürgecilerden ziyade sömürülen halklardır. Onların zihinlerini sömürgecinin bakış açısından kurtarmaktır. sh.15”
“ Sömürgecilik hemen her düzeyde çok derinlere kadar nüfuz etmiş ve katı eşitsizlikler yaratmış, bunu da ırk öğretisi yoluyla ideolojik olarak meşrulaştırmış bir sistemdir.” Sh.15”
Kolonyalizm’in insanlık dışı olduğuna vurgu yapan postkolonyalistler; yeryüzünde bulunan tüm halkların insanca şartlarda yaşamaları gerektiğine, adil ve tarafsız hukuktan yararlanmanın herkesin hakkı olduğuna inanır.
Sömürüye, adaletsizliğe, haksızlığa karşı çıkma ve insanca yaşamayı savunması sebebiyle; postkolonyalistlerle aynı yöne bakabileceğimiz ortak noktalarımız olduğu anlaşılıyor.
Özellikle Kur’an-ı Kerimdeki “müstekbirlere karşı olmak”, “Mütrefîn” ve despotlara hayır demek, tağutları inkâr etmek, insanları hayra çağırmak vb. alanlarda postkolonyal akımla benzerliklerimiz görülmektedir.
Kenyalı muhalif Ngugi’nin “zihni sömürgecilikten arındırmak” cümlesine özellikle vurgu yapan yazar; sömürgeciliğin kültürden tasfiye edilmesinin önemine dikkat çeker. Sömürgeciliğin zihinlerden arındırılması ve kültürden tasfiyesi Postkolonyalizm’in ana hedeflerinden biridir.
Sömürgeciliğin iliklerimize kadar işlemiş olduğunu; “hangi bakımdan halâ sömürgesiniz?”sh.19 sorusuyla ortaya koyar.
“Bilgi, siyaset, iktidar” başlıklı bölümde yazar, batının bilgiye hükmettiğine, batılı bilginin sömürgeci tahakkümden bağımsız olmadığına dikkat özellikle çeker ve şöyle der; ”dünyanın bilgi saydığı şeyleri içeren metinlerin büyük bir kısmı son 300 yıl ve fazlasında Batı tarafından üretildi. Üniversitelerde, yani resmiyet kazanmış bilgi müesseselerinde geliştirilen ve uygun görülen bilgi türü budur.”sh.35. Bunun dışında kalan; her toplumun geleneksel, yerel bilgi türleri ise özellikle küçümsenir ve aşağılanarak reddedilir.---------------------
Sömürgeciliğin her zaman sömürdüğü halkların tarihini silmeye çalışmasının gerisinde, onlara ait kültür ve bilgi türünü yok etmek olduğuna vurgu yapan yazar, postkolonyal akımın hedefini şöyle açıklar: “postkolonyalizm, zihni sömürgecilikten arındırmaya ve baskılanmış değersizleştirilmiş bilgileri yeniden sahiplenmeye yönelik bilinçli bir girişimdir.”sh.35
Batılı sömürgeci anlayışın, Bosna savaşında Sırplar eliyle önce milli kütüphaneyi bombalamaları, ABD’li işgalcilerin Irak’ta önce kütüphaneleri yağmalaması, tapu ve nüfus binalarını bombalayıp yok etmesini bugün daha iyi anlıyoruz. Irak işgali döneminde düşünce adamları, âlimler, profesörler, bilim adamlarının çoğu infaz edilmişti. Kurulacak yeni rejimde toplumlarına önderlik yapmasınlar, yeniden asla toparlanmasınlar diye…
Suriye’de Esat rejiminin düşmesinden hemen sonra; Golan tepelerinden işgale başlayan İsrail’in 400 kadar; siyasi, askeri, stratejik ve bilimsel merkezleri vurmasının yanı, sıra tapu ve nüfus idaresi binalarını da bombaladığını görüyoruz.
Emperyalist yayılmacılığın-kolonyalizmin sömürdüğü toplumlarda ulaşmak istediği en önemli hedeflerden biri; işgal edilen toplumun hafızasız ve tarihsiz hale getirilmesidir.
Filistin’deki Siyonist işgal mezarlıklara varıncaya kadar yok etmiştir. Suudi Arabistan rejimi hafıza ve tarihi yok etme işini Vahhabi anlayışı sebebiyle kendi eliyle yapmaktadır. Haremeyn’de tarihi hafızamız olabilecek ne varsa yok edildi. Bu durumu aymazlıktan ziyade, İngiliz sömürgeciliği/kolonyalizmi ile izah etmek mümkündür. Çünkü Mekke ve Medine’miz halâ İngiliz ve Amerikan işgali altındadır.
Geçmiş hafızanın muhafaza edilmesi ile ilgili Tahsin Görgün hocanın şu cümlesi önemli; “İstanbul Mekke’den daha selefî.” Yani selefe ait hafızayı daha çok içinde barındırıyor. Geçmişimize ait tarihi ve kültürel izlerin yok edilmesi tam da Kolonyalizm’in istediği bir hedeftir.
Kolonyalistler dünyadaki dilleri de bilinçli bir şekilde yok ediyorlar. “Günümüzde dünyadaki altı-yedi bin dilin sadece %4’ü, dünya nüfusunun %97’si tarafından kullanılıyor konuşuluyor.”sh.38.” Dil üzerindeki bu politikalar halkları kendilerine yabancılaştırmaktadır.
Yaşadığımız coğrafyada ise bu uygulamalar; yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde, içimizden çıkan yöneticiler eliyle yapılmıştır. Bir çeşit kendi kendini kolonizasyon. 40 yıl, 50 yıl, ya da 100 yıl sömürge yönetiminde kalmadık ve güya sömürge ülkesi olmadık. Ancak hiçbir sömürgecinin bu coğrafyada başaramayacağı kolonileştirmeyi biz yaşadık.
Zihinleri satın alınmış yerli işbirlikçiler eliyle toplumları dönüştürmek ve kolonyalist amaçlara ulaşmak daha kolay olmuştur; sömürgeci açısından...
Bu süreç ne yazık ki muhafazakâr iktidar eliyle devam ediyor. Üstelik yönetenler sadece içimizden değil, aynı zamanda dini ibadetlerimizin aynılarını da yapıyorlar. Kuran okuyorlar, namaz kılıyorlar. Şöyle dense yeridir; şimdiki şeytanlar senelerdir sağdan yaklaşıyor, soldan değil…
“Onlara sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından yaklaşacağım.” Ayet meali. 7/17
Amerika’nın ve arkasından yeni ticaret yollarının keşfedilmesiyle Avrupa, dünyanın beşte dördünü sömürgeleştirmiştir. Yazar, kolonyalizmin iliklerimize kadar işlediğini, sadece fiziksel kontrol ve hegemonya oluşturmayıp aynı zamanda ideolojik denetim de sağladığını anlatır.
Kitapta kolonyalizm ve modernleşme ilişkisine özellikle dikkat çeker. Kimi araştırmacılar bu ikiliyi birlikte değerlendirir ve ikisinin birlikte olduğunu ve ayrılamayacağını savunur.
“De kolonyal düşünce sömürgeciliğin tasfiyesinden sonra, bilgi ve yaşam düzleminde sömürgeciliğin devam ettiğini ve postkolonyal dünyada mücadelenin buna yönelmesi gerektiğini, ileri sürer.”
“Özellikle sömürgeciliğin ‘Avrupa merkezci bilgi hiyerarşilerinde’ varlığını devam ettirdiğini savunur.”sh.47
“Bir sistem olarak kapitalizm ulus devletlere dayalı siyasi bir örgütlenme, bilgi ve düşünceye dayalı rasyonellik değildir sadece; ayrıca bunların tek tip kurumsal disiplinlerde ve her gün karşılaştığımız pratiklerde somutlaşmasıdır.”sh.53
Yerel ve farklı bilgileri değersizleştirip batı rasyonalizmini- epistemolojisini sömürge halkına dayatan kolonyalistler sömürgeciliğin devamını sağlarlar. Yönetici elitler, seçkin sınıflar ve eğitim programlarıyla hakların çoğu; batılı düşünce kalıplarının korumaya devam etmişlerdir. ABD ile imzalanan “Fulbright Anlaşması” burada hatırlanmalı.
“Akademide yer alan antropologlar, tıpçılar, doğa ve metafizik filozofları ve filologların ortaya atıp destekledikleri ırk kuramları vasıtasıyla…”sömürgeleştirilen halkları tanımlarlar. Sömürgeleştirilen halkları aşağılayıp onların; uygarlaştırılmaları gereken barbarlar, ilkeller, doğulular, Orta doğulular, geri kalmış toplumlar vb. terimlerle insanları bir kategoriye indirgeyerek tanımlar. “Artık siz insan değil bir kategori olursunuz.”
“Irk ve ırk kuramı Avrupa sömürgeciliği ve emperyalizminin ideolojik olarak haklı çıkarılması için ortaya atılmıştır” diyen yazar şunu vurguluyor; ”bütün ırklar bir zekâ hiyerarşisine oturtulmuştur. Avrupalılar bu hiyerarşinin en tepesinde iken, Avusturalyalı Aborjinler en dibindeydi.”sh.58
Üniversitelerde hiçbir akademisyen bu kolonyal epistemolojinin sınırlarını taşamaz. Bırakın taşmayı sınırları zorlayamaz bile... Genel geçer kabulleri kimse sorgulayamaz. Batının hiçbir alanda yenilmez ve aşılamaz bir güç olarak kabul edilmesi tarif edilemez bir aşağılık kompleksinin, ezikliğin ifadesidir ve zihinler yerleşmiştir.
On altı ayı aşkın süredir, bir avuç Gazze’li Müminin tüm dünyaya karşı savaşmaları bile, madunlaştırılmış toplumlarda zihni uyanışa vesile olmaz. Batıyı arkasına alan Siyonizm’in yaptığı soykırımın asıl sebebi belki de; kolonyalistlerin-emperyalizmin yenilebileceğine dair ortaya koydukları örnekliktir. Bu yenilgi onları kudurtmaktadır. Bu örnekliğin tüm dünya halklarında uyanışa ve direniş bilincine yol açmaması için hunharca katliamlara girişiliyor. İsrail ve batı Gazze’de yenildi. İsrail yenilgisini katliamla örtmeye çalışıyor.
Tüm dünyada olduğu gibi İslam coğrafyasında da kolonyalizmin üzerimizdeki etkileri sorgulanmaya başlamıştır. Artık; tarihin sadece batılı zırvalardan ibaret olmadığına, bilginin batının tekelinde bulunmadığına dair eleştiriler ve çalışmalar yapılmaktadır. Müslüman halklar olarak batıl/ı her türlü etkiyi üzerimizden atmak gerekiyor. Ancak böylece ezilen sömürülen, Mustazaflaştırılmış/ “madunlaştırılmış “milletlere örnek bir toplum haline gelebiliriz. Zihinlerimizin, paradigmamızın, yaşantılarımızın, ne kadar kendimize has olduğunu daima gözden geçirmeliyiz. Batılı disiplinlerin tamamını kendi bakış açılarımızla sorgulayıp eleştirebilmeliyiz.
Hayatın tamamını kuşatan bilgi ve uygulamalarımızı ortaya koyabilmeliyiz ki; insanlara şahit bir Ümmet olabilelim. “Hayırlı bir ümmet” olalım.Vesselam.
Aydın ve Aktivistler'den Barış Çağrısı..
08.02.2025
BARIŞ UMUDU / Ümit AKTAŞ
09.02.2025
BARIŞ UMUDU|ÜMİT AKTAŞ
08.02.2025
Aydın ve Aktivistler'den Barış Çağrısı..
08.02.2025
Yıldız Ramazanoğlu ile Derkenar..
24.01.2025
Nail Bey'in Aklı İsraille Ticarette Kaldı!
25.01.2025
Instagram Annesi Hülya FEYZULLAH AKDAĞ 09.02.2025
Netanyahu Trump’ın Mayın Eşşeği mi? AHMET GÜRBÜZ 08.02.2025
ATEŞKESİN ATEŞİ DERVİŞ ARGUN 15.01.2025