Kıymet Kimde?
Selim Bey bana “tarihi bir yapıda zor bir elektrik işi var.“ dediğinde, doğrusu işi pek de ciddiye almamıştım. Hatta müşterinin Eşref-i Rumi’nin torunlarından biri olduğunu söylediğinde: “Ohoooo onlardan yığınla var. Kim var ki bu memlekette seyyid ya da şerif olmayan(!)” diyerek içimden geçenin dilime vurmasını da engellememiştim.
Ancak itiraf etmeliyim ki, beyefendi ile karşılaştığımızda üzerindeki -eğitimle alınamayacak- “karşıdakini ciddiyete ve saygılı olmaya” davet eden halden etkilendim.
“Zor iş” denilen, dışardan gelen kablonun odadaki bir kofraya ilave edilmesinden ibaretti. ‘Beş dakikaya dışarda oluruz’, diye geçirdim içimden. İş bitip kofranın kapağını kapatınca evin reisi:
Sonrasında kablolar kapağın şişkinliği, yamuk olması, kabloların rahat geçmesine müsaade etmemesi vs. hatırlatılarak birkaç sefer daha yön değiştirdi. Bir ara beyefendinin odadan çıkması ile fırsat bulan, “belki bir yardımım olur“ diye yanımda gelen oğlum:
Odadan çıkıp dergâhın önündeki boşlukta yarenlik edenlere:
Karşıdaki kim olursa olsun, “sultanım” diye hitap eden beyefendi içeriye yönelirken Selim abi açıklama yapma ihtiyacı duydu:
O esnada kapının önünde bekleyenlerden biri olan Hacı Abi ise olaya bambaşka bir yerden bakmaktadır:
Bu gelen nam-ı diğer “Komünist Hüseyin” lakaplı biri idi. Bizim Selim’in çocukluktan arkadaşı. 12 Eylül döneminde örgüt davasından içerde yatmış; yakın zamanda örgütle arası bozulmuş, lideri eleştirdiği için, örgüt tarafından cezalandırılmaya karar verilmiş ve demir çubuklarla kolları ve ayakları kırılarak Bursa çöplüğüne atılmıştı. 8-9 ay alçılar içinde yattıktan sonra adeta mucizevi bir şekilde hayata geri dönmüş. Ancak ömrünü adadığı davanın, yıkılan hayallerinin bedelini alkol bağımlılığı ile ödemekte olan biriymiş.
Ben ise ömrünün tamamını dindar çevrelerde geçirmiş, mühendis diplomalı, üniversite de öğretim görevlisi biri idim ve görevimden geri kalan neredeyse tüm vaktimi, iki seneden beri Beyefendi ile geçirmeye çalışıyordum. Benim için Hüseyin Beyin gelişine kadar her şey güllük gülistanlık idi. İtiraf etmeliyim ki, sonrasında tadım kaçtı.
Allah’a inanıp inanmadığı bile belli olmayan, ismi “komüniste” çıkmış, alkol sorunu olan birinin yolu kaza ile dergâha düşüyor ve bizim beyefendi onun ardında bir hürmetle, bir saygı ile dolanıyor ki, hayret ediyorum. Bizim iki yıllık dergâh maceramız sırasında girmemiz nasip olmayan selamlığa bile bu komünist, daha ilk günden girebiliyor.
Yıllardır içinde bulunduğum dindar camianın hastalıklarını gayet iyi biliyordum: Diğer hiziplere karşı merhamet cimrisi alan, “o kâfir, bu müşrik, şu münafık” diye saydıran hoca efendilerin, ilahiyatçıların neredeyse üryan hanım efendilerin karşısında; içine ne atsan kaybolan “hoşgörü kuyusuna” dönüşüp, mum gibi eridiklerine kaç defa şahit olmuştum. Kandil gecelerinde zikir çekenlere demediklerini bırakmayanların modern putlar karşısında nasıl da saygı duruşuna geçtikleri ve övgüler düzebildikleri de hafızamda taptaze duruyordu. Bizim kesim “Gâvura karşı hoşgörü, Müslümana karşı merhametsizlik hastalığından” fena halde mustaripti. Görünen oydu ki, Beyefendi de Müslüman cenahın bu kompleksinden nasiplenmiş, diye su-i zanda bulundum.
Küstüm ve uzaklaştım. Kırılmıştım. Birkaç hafta ne aradım, ne de sordum. Sonra kendi kendimle yaptığım hesaplaşmayı kaybedip “Hiç değilse gidip, neden uzaklaştığımı söyleyeyim” diyerek tekrar kapısına dayandım:
Anlamamak için ısrar ediyorum:
Elinin emeği ile geçinenlerin ise elleri işlemezse gelirleri yoktur. Bu nedenle toplumun kıymet ölçüsü bozulunca, el emeği ve el emeği ile çalışanlar gözden düşer.
Hâlbuki hiçbir uygarlık el emeğine, ustalara kıymet vermeden yükselemez. Hatta uygarlıklar onların sırtları üzerinden yükselir, bile denilebilir. Sanırım bu nedenle Peygamber sanatına talip olanlara özel bir hürmet gerekir diye işitmiştik. Bizim daha fazla profesörlere, bürokratlara, yöneticilere ihtiyacımız yok! Daha fazla iş becerebilecek ustalara ve işinin hakkını verecek amelelere ihtiyacımız var kanaatindeyiz.
Deyip ardından bir dua ilave edip konuyu kapatıyor:
Beyefendi kafamdan aşağıya kazanla kaynar su dökmüştü. Ben ki, üniversitede hocayım diye kurumlanırken, Beyefendi; “Senin yediğin içtiğini, helal ettirip ettirmediğin belli değil. Bu komünist diye aşağıladığın şahıs elinin emeğini yiyor, Peygamber mesleği yapıyor. Elbette o senden daha fazla hürmete layıktır” demiş oldu.
Beyefendi daha önce defalarca işittiğim bir hadisi ciddiye almıştı. Hani bedevinin biri Hazreti Peygamberin içinde bulunduğu çadırın kapısından girip bakınıyor ama kimin Resülullah olduğunu anlayamıyor ve soruyordu ya, “Buranın efendisi (büyüğü) kim?” diye. Hazreti Resülullah da cevaplıyordu ya: “Bir yerin efendisi, orada en çok hizmet edendir.” O sırada Resülullah elinde bir su kırbası, sahabeye su dağıtmaktadır.
Kıymet hiyerarşimiz bozulunca “Helale” değil “çok’a” değer verir olduk!
Kıymet hiyerarşimiz bozulunca “Eminliğe değil “ünvana” değer verir olduk!
Kıymet hiyerarşimiz bozulunca “Takvaya” değil, “cüretkârlığa”, “açıkgözlülüğe” değer verir olduk!
Kıymet hiyerarşimiz bozulunca “tevazuya” değil, “zenginliğe” değer verir olduk!
Kıymet hiyerarşimiz bozulunca “emeğe” değil, “emeksiz kazanca” değer verir olduk!
Sonra ustalar, üstatlar ve âlimler görünmez oldular. Onlar bizi, kıymeti olmayan bir sürü cimri zengine, kifayetsiz bürokrata, davasız profa, takvasız dindara, beceriksiz ustaya terk edip gittiler.
Derleyen:
Ahmet Hakan Çakıcı
Recep 1443
Zeyl: Komünist Hüseyin ve Hacı abi bugün, bu hatırayı bize, güle güle anlatacak kadar iyi dostlar.
Büyük Direnişci Cevher Dudayev
22.04.2025
Mustafa Ökkeş Evren ile Derkenar..
20.04.2025
Boykotlu işletme önünde Gazze protestosu..
20.04.2025
Güven ve Adalet Toplumu |HAMZA ER
28.03.2025
UMRAN SORUYOR: DÜNYA NEREYE GİDİYOR?
29.03.2025
ah örgütçü kafa ah! MUSTAFA AKMEŞE 25.04.2025
Sorular YUSUF YAVUZYILMAZ 19.04.2025