“Aksa Tufanı” tarihin kırılma anıdır demek abartı olmaz. Bir dönüm noktası, yeni bir tarih başlangıcı, ulusal ve uluslararası anlayış, işleyiş düşünce ve kurumların sarsıldığı bir olay, bir hareket….
Bu hareketle, yıllardır küllenen, üstü örtülen birçok gerçek su yüzüne çıktı.
Müslümanlar (İslâmî anlayış ve yaşayışı hayatın merkezine koyan Müslümanlar) batı-doğu ayırımı yapmadan emperyalizm ile sömürücüler ve Batı değerlerini savunanların insanlığa sundukları reçetelerin hep aynı mihraklar tarafından tezgâhlandığını ve hepsinin Siyonizm’e hizmet ettiğini dile getirdiler. Bu söylemler kimileri tarafından komplo teorileri ve aslı astarı olmayan bir saplantı hatta bir hastalıklı ruh hali olduğu ileri sürüldü ve genel kabul gördü demek de mümkün.
Emperyalistlerin bize empoze ettikleri; demokrasi, insan hakları, özgürlük, barış, birlikte yaşama, İslamdışı insani değerler…
Hepsinin içi boş ve geri bıraktırılan ülkeleri sömürmek için kullanılan argüman olduğu soylu Aksa Tufanı hareketi ile orta yere serildi.
Artık hiçbir manipülasyon bu gerçeği örtemiyor.
Bu soylu ve alicenap hareketin oluşturduğu atmosfer, dünya sistemini de yerle yeksan eyledi. 1950’li yılarda kurulan beynelmilel sistemin iflas beyannamesidir aynı zamanda.
Birinci ve ikinci cihan harplerinden sonra oluşturulan iki kutuplu dünya, 1989 yılında bitti. Yeni sistem de oluşturulamadı, dünya sistemi açısından şu an bir ara boşluk var. Ortaya çıkan yeni büyük güçler de dünya siyasetinde, iktisadiyatında, fikir dünyasında yer edinmek istiyorlar.
Kapitalist dünya, sermaye vasıtasıyla dünyayı avucu arasına almış, devletleri(!) sermayenin kulu-kölesi haline getirmiştir. Sermaye-medya-hukuk-gelişen insani özellikten yoksun teknoloji yapay zeka vb. gelişmelerle gerçeklikten uzak yeni bir dünya/atmosfer oluşturuldu.
Bu sanal dünya gerçeğin yerine ikame edilmeye başlandı. Bu hayal dünyası Aksa Tufan’ı ile bozuldu.
Tüm dünyaya gerçeğin hayali yere serebileceğini gösterdi. Olayların nereye nasıl evirileceğini kestirmek güç.
Türkiye bu gerçeği 1989 yılında fark etti ve devlet olmaya karar kıldı, onun için dünya sistemiyle nizaalı hale geldi ve dünyaya mevcut mer’i işleyişin devam edemeyeceğini üst düzeyde dile getirmeye çalışıyor.
“Dünya beşten büyüktür”, “One Minute (wan münit)” çıkışların bugün daha anlaşılır olduğu malum…
İnşaallah, İslam dünyası da bunu anlar ve kendi özüne dönerek yeni bir çıkış/bir huruç hareketini başlatır. Batılı emperyalistlerin şerrinden kaçıp doğulu
veya kuzeyli -fark etmez- başka bir emperyalist kampın himayesine girmek, insanî İslâmî bir tutum ve davranış değildir.
Yıl 1964 İsmet İnönü/Türkiye, Kıbrıs’taki zulmü engellemek için harekete geçmek ister, hazırlıklar tamamlanır, çıkarma yapmak üzere iken ABD Başkanı Johnson kendisine olumsuz ifadelerle dolu bir mektup yollar.
ABD Başkanı’na cevaben İnönü “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye de bu dünyada yerini alır” demişti, demesine lakin çıkarma yapamamıştı.
Bugün başta Türkiye olmak üzere, İslâm dünyası bu zihin yapısından kurtulmalıdır, kurtulmalıyız.
Yeni bir dünyayı “BİZ” kuracağız, diğer devletleri ve yapıları kuracağımız adil İslâm şemsiyesine insanlığı biz çağıracağız.
Bu meyanda adına İslâm ülkeleri denilen ülkelerin (buna halkı Müslüman olan ülkeler demek daha doğru) yapması gerekenler ve STK’ların –daha çok cemaatlerin- yapması lazım gelenler vardır.
Devletler, önce kendi aralarında adil ve hakkaniyetli davaranmayı sağlayacaklar/sağlamalıdırlar, yekdiğerine tahakküm etmemelidir.
Saniyen idareciler halkın isteklerine kulak vermeli, halkı sürü gibi görmemelidir.
Devlet halk için var, halk devlet için olmamalı.
Salisen, bölgesel birliktelikler kurulmalı, var olanlar da işlevselleştirilmeli. Mesela, İslam İşbirliği Teşkilatı canlandırılmalıdır.
Arap ligi, Türk birliği vb. geliştirilmeli ve ortak hareket etmenin yolları aranmalıdır.
Ortak para birimi, ortak bankacılık vb. kurum-kuruluşlar canlandırılmalıdır.
Teknolojik iş birliğine gidilmelidir.
Ortak medya oluşturulmalıdır.
Ortak bir bilgi akışı sağlanmalıdır…
Bunları çoğaltmak mümkün.
STK-Cemaatlerin Yapması Lazım Gelenler
İlk önce cemaatler ümmet birliğine inanmalı ve bunun altyapısını sağlamaya çalışmalıdır.
İkinci olarak, yerel-bölgesel farklılıkları zenginlik saymalı.
Üçüncüsü, önce her ülke kendi içinde bir ortak hareket etme becerisini kazanmalı. Kendi iç farklılıklarını hazmedebilme genişliğine ulaşmalı/sahip olmalı…
Dördüncüsü, iman birliğini yeterli görmeli…
Beşincisi, birlikte oldukları insanları oyala mamalı, gereksiz bilgi ve zaman israfını önle meli, insanlarını geleceğe hazırlamalı…
Altıncı, ahlaklı olmayı mensubiyete öncelemeli. Ahlaksızlığı mensubiyetle örtmemeli...
Yedinci, adaletli olmayı yaşayarak öğretmeli.
Sekizinci, yetiştirdikleri insanları kendilerine değil İslam’a hadim olmaları öğretilmeli.
Dokuzuncu, cemaatin yerini iyi tayin ve tesbit etmeli.
On, Cemaat ümmet birliğine engel değil onun bir ön hazırlayıcısı olduğuna inanmalı ve bunu fiilen göstermeli…
On birinci, ötekisini iyi tayin ve tesbit etmeli. Ötekisi kendisi olan kaybeder.
On ikinci, modern dünyayla hesaplaşmayı göze almalı.
On üçüncü, modern dünyayla hesaplaşırken kendi değer yargılarını asla örselememeli.
Sübutu ve delaleti kat’i naslara bağlılığını gevşetmemeli.
Bunları çoğaltmak mümkün..
Ezcümle, “Aksa Tufanı” bize bunları yapma ya bir kapı araladı. Ya bu aralığı anlayıp yol alacak ve kapıyı açarak İslam dünyasının ortak hareket etmesini sağlayacak yol/yöntemler bulup istikamet üzere yürüyeceğiz.
Yahut hamasi ve sert söylemlerle bir iki yardım etmekle yetinip yıkılan Gazze’yi daha güzel inşa edeceğiz.
Bunu da yeterli görüp rahatlayacağız.
Eğer ikinci yolu seçersek bilelim ki İsrail işgalci Siyonist toparlanacak ve tekrar saldıracak.
Biz de tekrar aynı teraneleri söyleyip ağıtlar yakacağız.
Ağıt yakma değil destan yazma hazırlığını yapma zamanıdır.
(Medeniyet Dergisi-65. Sayı)