metrika yandex
  • $42.84
  • 50.13
  • GA41410

Fetö ve AK Parti

YUSUF YAVUZYILMAZ
19.07.2025

 

 

Fethullah Gülen, ile Ak Parti, Ak Parti iktidarının ilk on yılında, devlet içinde yuvalanmış bürokratik oligarşiye karşı iç içe çalıştılar.

Ancak Gülen'in devlet içindeki etkinliğini, açık konuşmak gerekirse salt Erdoğan'a bağlamak mümkün değildir.

Hemen her kesimle arası iyidir Gülen'in. Ecevit, Çiller, Türkeş, Demirel, Gülen'in arasının iyi olduğu siyasilerdir. Gülen'in arasının iyi olmadığı iki isim Erbakan ve Muhsin Yazıcıoğlu'dur. Erdoğan'ın farkı kimsenin cesaret edemediğine cesaret edip, Fethullah Gülen ve kurduğu örgüt ile mücadele etmeyi göze almasıdır. Bu mücadeleyi hiçbir iktidar göze alamamış ve yapamamıştır. Ya da yapılanmanın iç mantığını ve hedefini sezememiştir.

Fethullah Gülenin ortaya çıktığı andan itibaren entelektüel düzeyden onu eleştirenler ve destekleyenler hep olmuştur. Kadir Mısıroğlu, Ercüment Özkan, Atasoy Müftüoğlu ve Yaşar Nuri Öztürk eleştirenler arasında sayılabilir.

Ancak kimse Erdoğan gibi, FETÖ yapılanmasıyla ve bu yapılanmanın ürettiği kurumlarla,  doğrudan bir mücadeleye girememiştir. Dolayısıyla Erdoğan'ı FETÖ'cü olarak suçlamak mantığa uygun düşmüyor. Erdoğan, hiç kuşku yok ki, bir siyasetçi olarak, FETÖ karşısında geçmişte takındığı tutumdan dolayı eleştirilmelidir. Ancak FETÖ ile mücadele konusu onun en güçlü yönlerinden biridir.

Bu konuda yazılan komplo teorilerine gelince. Bütün komplo teorileri zihinsel kurgudur. Sınanma imkanının olmaması komplo teorilerinin çekiciliğini ve gücünü oluşturur.

Darbenin üzerinden on yıl gibi bir süre geçmesine karşın çoğu yorum ve değerlendirme hamaset yüklüdür. Erdoğan'ı destekleyenler de muhalif olanlar da olayı sosyolojik olarak analiz etmek yerine hamaset üzerinden değerlendiriyorlar.

“Neden bu örgüt bu kadar kolaylıkla devlete ve bürokrasiye sızdı, neden toplumsal zeminde bu kadar karşılık gördü, dindar muhafazakarları bu örgüt saflarına iten nedir, bu örgütün taraftar bulmasında devletin laiklik ve din politikalarının yeri ve etkisi nedir, 28 Şubat sürecinin Gülen'in etkinliği üzerine etkisi nedir, Erdoğan FETÖ ile mücadeleye başladığında, Erdoğan karşıtı muhalefetin FETÖ'yü desteklemesinin anlamı nedir, FETÖ yargılamaları adil yapılmış mı, bu konuda yapılan yanlışlıklar giderilmiş mi, cemaatin üst katmanının yaptığı eylemin cezasını alt katmandaki insanlar mı çekmiş, FETÖ zihniyetinin dindarlar yarattığı tahribat ve travma giderilmiş mi, FETÖ'nün dayandığı Batıni din yorumunun ilkeleri nelerdir; rüya, ilham ve sezginin dini epistemolojideki yeri nedir, FETÖ'nün dayandığı dini anlayış toplumsal zeminde hala etkin mi, diğer cemaatler onun kullandığı terminolojiyi kullanmıyor mu" gibi soruların izini kimse sürmüyor. Çünkü hakikat kimsenin umurunda değil. Taraflar bu olaydan nasıl bir siyasi rant elde edeceklerinin peşine düşmüş durumda...

Öte yandan, Türkiye'deki darbe geleneğinin sosyo-politik arka planını iyi okumak ve değerlendirmekte fayda vardır. Türkiye'de bütün darbelerin öncülü ve örneği 27 Mayıs darbesidir. Bu darbeyi ortaya çıkaran sosyo-ekonomik- politik gerçekliği, Türkiye modernleşmesi tarihimdeki yerini ve işlevini iyi okumak gerekiyor. Temel soru şu: Türkiye siyasal aklında darbenin yeri ve meşruiyet nedir ve darbenin toplumsal zeminde kolay kabul görmesini sağlayan zihniyetin temel özellikleri nelerdir?

Tarihçi Kemal Karpat üç tür tarih anlayışından söz eder: "Biz Türklerin 3 çeşit tarihi vardır. Bir, resmi tarih, iki, Avrupalıların yazdığı tarih ki bu ikisi de şüphelidir. Bir de halkın zihninde kalmış tarih vardır. İşte "hakiki tarih" odur; nesilden nesile geçen tarih odur. Bu "sözlü tarih" dediğimiz şey son 50 yılda gelişen bir tarih çalışmasıdır ve bunun öncülerinden birisi de Afrika'nın tarihini tespit etmeye çalışan Jan Vansina adında bir Belçikalıdır" (Kemal Karpat, Dağı Delen Irmak, Timaş yayınları, s. 23-24.)

Galiba darbeler konusunda resmi tarihten ziyade, süreci birebir yaşayan tanıkların dilinden dinlemek ve değerlendirmek gerekiyor. Çünkü orada FETÖ darbesinin yarattığı, istismar ettiği ve yönlendirdiği gerçek mağdurların hikayeleri var.

Öte yandan din-devlet- cemaat ilişkileri üzerine cesurca düşünmek gerekiyor. Çünkü bir dönem önü açılan bir cemaat yapılanmasının önümüze çıkardığı fatura oldukça ağırdır.

1-FETÖ tipi yapılanmaların en çok istismar ettikleri kavramlar, Mehdi, takiye, tevekkül, kader, itaat gibi kavramlardır. Bu kavramlar semantik bir müdahale ile yeniden tanımlanarak örgütün çıkarına uygun hale getirilir. Dini kavramlara semantik müdahale ile yeni bir dini söylem yaratmanın faturası ağır oldu.

2-FETÖ yapılanmasının epistemolojisi tarikat yapılarında ve tasavvuf külliyatı da hala etkindir. Rüya, ilham ve sezgi tartışılmaz bilgi kaynakları olarak kabul edilmekte ve herkes için bağlayıcı bir konuma yükseltilmektedir.

3-Devlet bürokrasisine eleman alırken bir cemaat, sivil toplum örgütü ve mezhep tercih sebebi olamaz. Tercih sebebi liyakat olmalıdır. Liyakate önem verilmediğinde hem hak etmeyen göreve gelmekte hem de çok daha başarılı olacaklar dışarıda kalmaktadır. Böylece verim giderek düşmektedir.

4-FETÖ yapılanması, devlet bürokrasisine bir cemaat, örgüt ve partililerin doldurulup, liyakat ve ehliyetin önemsenmemesinden doğan faturayı hepimizin önüne koydu.

5-Menzil merkezli tartışmalar gösteriyor ki, FETÖ 'nün üzerine bina edildiği toplumsal zemin bütün varlığıyla ortadadır ve etkindir. Bu zemin uygun bir ortam bulduğunda yeni FETÖ yapılanmaların çıkmasına elverişlidir.

6-Tasavvufun temeli olan rüya, ilham ve sezginin epistemolojik açıdan bağlayıcı bir yönü yoktur. Bu bilgi kaynakları üzerine fıkıh, kelam kurulamaz.

7- FETÖ tecrübesi, dini kavramları araçsallaştırmanın faturasını önümüze koydu.

8- FETÖ, dinin açık hükümlerini görmezden gelen batıni anlayışın tehlikesini önümüze koydu.

9- FETÖ tecrübesi, eleştirel aklın yerine cemaat önderine itaat etmeyi öne alan yaklaşımın ne kadar büyük tehlike üretebileceğini gösterdi.

Türkiye, darbe gerçeği ve cemaat yapılanmalarındaki sorunlarla yüzleşmek zorundadır.

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Yıldırım Yılmaz | 21.07.2025 00:15
UZUN SÜREDİR YAŞADIĞIMIZ DURUMU ÖZETLEYEN CÜMLENİZ: Devlet bürokrasisine eleman alırken bir cemaat, sivil toplum örgütü ve mezhep tercih sebebi olamaz. Tercih sebebi liyakat olmalıdır. Liyakate önem verilmediğinde hem hak etmeyen göreve gelmekte hem de çok daha başarılı olacaklar dışarıda kalmaktadır. Böylece verim giderek düşmektedir.' Biz samimi Müslümanlar önceki iktidarlar döneminde dışlandığımız gibi AK Parti iktidarında da devlet ve milletin malını, 'birlikte talan edememe, çalamama, yiyememe' gibi özelliklerimiz nedeniyle yine dışlandık. Yani: BATI CEPHESİNDE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK:(((