metrika yandex
  • $42.84
  • 50.13
  • GA41410

ADALET, ÖZGÜRLÜK VE AF

YUSUF YAVUZYILMAZ
12.07.2025

"Cezalandırılmayan her kabahat, yeni bir suçun kapısını açar."

    Beydeba, "Kelile ve Dimne"

“İktidara gelirseniz, hal ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size ait olmayan şeyleri almayın, güçsüzlere yardım edin ve ahlak kurallarına uyun. Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihayet Allah`ın önünde hesap verecektir.”

      Aliya İzzetbegoviç.

            Adalet kavramı insanlık tarihi boyunca üzerinde en çok düşünce üretilen ve tartışılan kavramlardan biri olmuştur.

         TDV İslam Ansiklopedisinde adalet hakkında şu ifadelere yer verilmektedir: Adalet, “davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak (Allah hakkında kullanıldığında ‘şirk koşmak’)” gibi manalara gelen bir masdar-isimdir. Yine aynı kökten bir masdar-isim olan ve “orta yol, istikamet, eş, benzer, misil, bir şeyin karşılığı” gibi manalara gelen adl kelimesi, sıfat olarak kullanıldığında adil ile eş anlamlı olup aynı zamanda Allah’ın isimlerinden biridir. Adalet, Kur’an-ı Kerîm’de ve hadislerde genellikle “düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvaya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık” gibi anlamlarda kullanılmıştır. Adaletin en önemli özelliklerinden biri suçlunun, işlediği suç oranında cezalandırılmasıdır. Suçlu olanın ve iftira atanın cezasız kalması, hukuk ve adaleti bitirir.” (Mustafa Çağrıcı, Adalet, TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 1, s: 341-343)

            Sosyal Bilimler Ansiklopedisinde ise konu ile ilgili şu ifadeler dikkat çekicidir: “Kelime anlamı; eşit olmak, eşit kılmak, denklik, denge, doğru davranmak, hakka göre hüküm vermek olan adalet, bir şeyi yerli yerince yapmak veya her şeye ve herkese hak ettiği şekilde davranmak demektir. Adaletin zıddı, haksızlık yapmak ve doğru yoldan sapmak gibi anlamlara gelen zulüm kavramıdır. Adil ve adalet sahibi dendiğinde hak ve hakikatten ayrılmayan, zulmetmeyen, doğru sözlü ve hakkaniyetle hükmeden kimse kastedilir.(Adalet, Naci Aslan, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Tübitak, cilt:1, s:8)

            Adaletin karşıtı zulümdür. Zulüm, Sözlük anlamıyla “haddi aşmak, bir şeyi kendisine ait olmayan yere koymak manasına gelen zulüm, terim olarak inanç, ahlak, hukuk ve siyaset alanlarında geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Kısaca, sınırı aşmak, haktan batıla sapma, başkasının mülkünde izinsiz tasarrufta bulunarak zarar vermek, haksızlık yapmak, özellikle güç ve otorite sahiplerinin haksızlık ve adaletsizlik yapması gibi manalara gelmekte olup adaletin zıddıdır.” (Zulüm, Naci Aslan, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Tübitak, cilt:4, s:443)

            Adalet ve zulüm konusunda dikkati çeken en önemli nokta,  zulmün olduğu yerde adaletin olmadığıdır. Daha doğru bir deyimle adaletin olmadığı toplumlar zulüm üretmeye elverişlidir.

             Öte yandan adaleti en çok zayıflatan etken, suçlu ve mağdurun hak ettikleri karşılığı görememesidir. Haklı olduğu halde mağdur olan bir insanın yaşadığı travma ve öfke tahayyül edilemez. Dünyada ve toplumumuzda güç ve hak arasında kurulan denge o kadar bozulmuş ki, kimsenin adalete inancı kalmamıştır. Ülkemizde suçlu olanların yeteri derecede cezalandırılmadığı inancı yaygındır. Küresel anlamda ise özellikle modern dünyanın Filistin karşısında takındığı, mağduru değil de saldırganı koruma tavrı adalet olan inancı iyice sarsmıştır.

            Adalet, devletin işlevi konusunda en önemli değerlendirme ölçütlerinden biridir. Devlette uygulanan adalet, haklı olanı koruyan bir konumdan uzaklaşıp sürekli mağdur üretiyorsa, o toplumda düzeni sağlamak, kanun dışı hak aramanın ürünü olan mafyanın önüne geçmek mümkün değildir. Ünlü Yunan düşünürü Aristoteles, bir devletin iki temel görevi olduğunu ifade eder: 1- Adalet 2- Özgürlük. Vatandaşlarına özgürlük ve adalet veremeyen bir devlet en temel görevini yerine getiremiyor demektir. Aristoteles’e göre özgürlük ve adalet yönünden kusurlu devlet ise artık tiranlığın eşine gelmiştir.

İslâm felsefecisi Farabi (ö. m. 950), adâleti, “insanın yaygınlaştırmak için çabaladığı en yüce erdem, siyasi düzenin üzerine kurulduğu temel” şeklinde vasıflandırır. Farabi; adâleti, “hukuki adâlet” ve “ahlaki adâlet” diye iki kısma ayırır. Hukuki adâlet, hukuk sahasındaki asgari görevlerle ilgiliyken, ahlaki adâlet ise en yüce insani mertebeye erişmeyi sağlayan bir erdemdir.”(Recep Özdemir, “İslâm Düşüncesine Göre Adâlet ve Adaletin Önündeki Engeller” İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, Aralık 2023; (42) s: 219-244 )

            Özgürlüğün temel bir değer olmadığı ülkelerde insanların dürüst ve tutarlı olması bir hayli zordur. Çünkü sürekli başına bir şey geleceği korkusu ve endişesi, onu gerçek düşüncelerini söylemekten uzaklaştırır. Bu durum ikiyüzlü münafık karakterlerin çoğalmasına yol açar. Böyle bir toplumda kimse kimseye güvenemez. Kimsenin kimseye güvenmediği ve baskının olduğu toplumlarda iftiracılık yaygınlaşır. İnsanlar kendilerini korumak için sürekli iki farklı dille konuşmak zorunda kalır.

            Özgürlüğün olmadığı toplumlarda en zor durumda kalanlar aydınlar ve muhaliflerdir. Sanıldığının aksine aydın ve iktidarın aynı görüşten olması baskıyı ortadan kaldırmaz. Nitekim Ebu Hanife'ye işkence edenler müslümanların Halifesi idi. Ancak Ebu Halife'nin elinde özgürlük ifade eden din, Siyasal iktidarın elinde zulüm aracına dönüşüyor.

Baskı dönemlerinin en önemli özelliklerinden biri de siyasi ve düşünce suçlarının artmasıdır. Siyasi ve düşünce suçları o kadar hukuk dışıdır ki, iktidar değiştiğinde suçlar da tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkar. Türkiye'de sıklıkla genel af olması, verilen kararların sorunlu ve siyasi olduğunu gösteriyor.

Türkiye siyasal tarihinde affa sıklıkla başvurulması, bir yandan hukuk sisteminin sorunlu olduğunu, diğer yandan hukukun siyasal iktidarlar tarafından araçsallaştırıldığını gösteriyor. Bu anlamda temel sorunumuz hukuk devleti olamamaktır.

Son günlerde bütün siyasal tartışmalar hukuktan ne kadar uzak düştüğümüzü gösteriyor. Hemen hemen her konuda yaşanan tartışmalar, hukukun dışına taşınmış durumdadır. Yargılamalar sırasında ileri sürülen İddiaların bir kısmı doğru olması bile, yargıya ve hukuka güvenini kaybetmiş insanlar için bir anlam taşımamaktadır. Hukuka ve yargıya olan güvenin kaybolması bir toplumun iç barışını zedeleyen en önemli faktörlerin başında gelir. Bu durum yargı kararını beklemeden hüküm vermeyle sonuçlanmaktadır. Hukuka güvenin kaybolduğu yerde kimse, “yapılması gereken hukuksal sürecin sonucunu beklemektir” yargısına uymamaktadır. Bu durumda hukuk değil, ideolojik taraftarlıklar öne çıkmaktadır.

Kuşku yok ki, hüküm kesinleşinceye kadar masumiyet esastır. Bu yüzden ileri sürülen iddialara karşı eşit mesafede durmak gerekir. Ancak masumiyet ilkesinin sıklıkla ihlal edilmesi, hukuk alanındaki en önemli sorunlardan biridir.

Öte yandan siyasal farklılıklar hukukun önüne geçmektedir çoğu kez. Oysa adalet; eş, dost, akraba, siyasal görüş, cemaat mensubiyetinin etkilememesi gereken olgudur. Çünkü Kur'an bize taraflar kim olursa olsun adil olmayı emreder.

Kur'an'da yakınlarını, tanıdıklarını, eş-dost-akrabalarını kayırma ( Nepotizm), heva ve hevesine uyma, bir gruba duyulan kin, nefret, öfke; din ve inanç farkını baskı aracı yapma,  adaletin önündeki engeller olarak görülür.

Kur'an, bu olumsuz davranışlara karşı, akraba bile olsa adil olmayı, heva ve hevesine uyup Allah yolundan uzaklaşmamayı, bir topluluğa duyulan öfkeyi, onlara zulüm ve adaletsizlik yapmaya gerekçe yapılmaması gerektiğini savunur. Allah'ın dinine karşı savaşmayan, zulüm yapmayan kimseler hangi inançtan olursa olsun adil davranmayı emreder.

            Adalet, Kur’an’ın merkezi değerlerinden biridir. Kuranda adalet ile ilgili şu ayetler konu hakkında yeterince bilgi vericidir: “Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adâleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adâletten ayrılmayın. Eğer adâletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır .”( Nisa 4/135), “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adâletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu, takvaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”( Maide 5/8.) “Şüphesiz Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emrediyor.”( Nisa 4/58.) “De ki: “Rabbim adâletle davranmayı emretti.”( Araf 7/29.) “Allah, adaletli davrananları sever.”( Mümtahine 60/8.) “Aralarında hükmedersen adâletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adâletle hüküm yürütenleri sever.”(Maide 5/42.) “Tartıyı adâletle tutup-doğrultun ve tartıyı noksan tutmayın.”( Rahman 55/9.)

Öte yandan, Müslümanların mücadele edip gerekirse savaşacakları kimselerin kafirler değil, zalimler olduğu açıktır. Zulüm kimden gelirse gelsin karşısında durmak, mağdur kim olursa olsun desteklemek gerekir. Bu konuda İsrail vandalizminin kurbanı olan Filistinlileri korumak için kendini buldozerlerin önüne attığı sırada İsrail askerleri tarafından katledilen Rachel Corrie’nin “Zulüm bizdense ben bizden değilim” sözü uyulması gereken temel ahlaki ilkeyi belirler. Kuşkusuz bu ifade insanım diyen herkesin uyması gereken temel ahlaki ilkeldir.

İnançların özgürce yaşanmadığı, insanların kendilerini kolayca ifade edip inançlarını yaşamadıkları yerlerde münafıklığa açık bir ortam oluşur. İki yüzlü insanların çoğaldığı bir toplumda kimse sahici davranışlarını gösteremez.

Türkiye özelinde yaşanan asıl sorun, mağdurun sığınması gereken, hukuka güvenin yok olmasıdır. Bir toplumda en birincil sorun adaletin yokluğudur. Adaletin olmadığı, adalete güvenin kaybolduğu toplumlarda toplumsal ve siyasal buhranların önü alınamaz. Adaletin olmadığı toplum, canlıların yaşamını sürdürmeleri için en gerekli ihtiyacını yitirmiş, oksijensiz kalan canlı gibidir.

Aliya İzzetbegoviç, adalet konusunda yasal düzenlemelerden daha çok insan yetiştirilmesi sürecine işaret eder. “Çok sayıda yasa ve karmaşık bir yasama organı, genellikle toplumda "bir şeylerin çürümüş olduğunu" gösteren güçlü bir emaredir ve artık kanun çıkarmaya son verilerek insan yetiştirmeye başlanması gerektiğine işaret eder. Toplumdaki yozlaşma belli bir raddeyi geçtiğinde kanunlar da kifayetsiz kalır. Adalet ya müfsit infaz memurlarının eline geçer ya da yoz toplum tarafından -açıkça veya gizlice- " kitabına uydurma gereci" haline dönüştürülür.”(Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu ve Tarihi Savunma, Ketebe yayınları, s:43)

Öyle görülüyor ki, Aliya İzzetbegoviç’in önemle üzerinde durduğu, adaleti en fazla işlevsizleştiren, “kitabına uydurma” anlayışı toplumumuzda yaygındır. Bu anlayış, salt menfaatini önemseyen, başkalarının hakkını çiğnemekten çekinmeyen, adaleti kolaylıkla kendi menfaatleri için çiğneyen bir toplum yaratmıştır.

“Adaletin uğrunda mücadele edilmesi gereken bir erdem olduğunu belirten İzzetbegoviç, bu erdemi sadece düşüncede değil pratikte de gerçekleştirmeye çalışmıştır. Tarih akıp giden bir insanlık nehri gibidir. Onu yönlendirmek bazen imkânsızdır. Bosna’nın tarih nehri ise daha büyük acıların, yoksunlukların, soykırımların taşındığı bir yatakta akmaktayken bile İzzetbegoviç, soğukkanlılığını tüm ülkesine göstererek, adil toplum olabilmenin, geleceğe doğru miras bırakabilmenin örnek liderliğini üstlenmiştir.” (Yalçın Çetin,  (2020). Aliya İzzetbegoviç’in Adalet Anlayışı Üzerine, Antakiyat, 3 (2), 178-196)

Ötekine yapılan haksızlığı dile getiren, karşı çıkan kişi adil bir kimsedir. Yalnızca kendine yapılan haksızlığa karşı çıkan ise çıkarcıdır. Onun adalet diye bir endişesi olamaz. Bu yüzden haksızlığa uğrayanın etnik, mezhebi ve dini kimliği belirleyici değildir.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş