metrika yandex
  • $32.36
  • 34.65
  • GA17500

Haberler / Yorum - Analiz

II- İRAN DEVRİMİ- Hasan Hüseyin Paksoy

25.08.2022

II- İRAN DEVRİMİ

Hasan Hüseyin Paksoy

Şİİ AKİDESİNE MESNED SAYILAN AYETLERİN KENDİ BAĞLAMINDA ANLAMLARI VE BU KONUDA BAZI MÜLAHAZALAR

1979 yılında İran’da devrim olduğunda, gerçekten bir İslam devrimi olduğunu sanarak heyecanlanmıştık. Bu heyecanımız, İran’ın Şii-Farisi ırkçılığı eksenindeki anlayışının hiç değişmediğini görene, İslam’ı anlama ve yaşamada erdemli herhangi bir kişinin kabul edemeyeceği görüş ve uygulamalarını öğrenene kadar sürdü. Örnek: Mollaların din adına kıydığı erdemli bir kadının kendisi, erdemli bir babanın kızı için kabul edemeyeceği, gerçekte dini kılıfa sokulmuş fuhuştan başka bir şey olmayan ve İran devleti yasalarınca meşru olan saatlik, günlük, haftalık, aylık mut’a nikâhı. Zekâtın devlete değil yazıda değineceğimiz niteliklere sahip olduğu iddia olunan bazı kişilere verilmesi. Gerçek dini inanışını gizlemeyi ‘Takiyyesiz din olmaz’ sözüyle yalancılığı ve münafıklığı dini bir ilke olarak kabul eden Şiilerin başlangıçta ‘kâfirlere karşı’ benimsedikleri bu ilkeyi, Humeyni’nin siyasi ve dini anlamda yönettiği Şiilere: ‘Sünnilere karşı da takiyye yapınız.’ buyurması gibi. (Böylece biz de bu Molla’nın, bizi kiminle birlikte konumlandırdığını anlamış olduk.) Sonra… Sonra bu heyecanımız tıpkı eritilen madenin köpüğü gibi söndü gitti. Geriye bize, (İran müziğinden uyarlanmış marşlar eşliğinde okuduğumuz) Humeyni, Şeriati, Rafsancani, Mutahhari, Burûcirdî, Tabâtabâî, Beheşti, Şeriatmedari vb. gibi İranlı mollaların, yazdıklarından bizi kızdıracak ve sorgulamamıza neden olacak kısımları makaslanarak büyük bir hızla Türkçeye çevrilen kitaplarını, öğrenci harçlıklarımızla satın alarak bu kitapları pazarlayanları zengin etmenin acı pişmanlığı kaldı. Bir de İran devriminin bir İslam devrimi olmadığını, daha ilk andan itibaren bir Şii-Farisi devrim olduğunu anlamanın derin acısı…

Teknolojinin uzağı yakın, gizliyi açık ettiği bu çağda artık hiç kimse ve hiçbir devlet kendi gerçeğini -araştırıp öğrenmek isteyen kimseler için- ilanihaye gözlerden uzak tutacak bir gizlilikle örtemiyor. Hatta bunlar, İran Şiiliği gibi takiyyeyi/gerçek dini inanışını gizlemeyi dini bir ilke olarak benimseyen bir kitle olsa dahi. Çünkü gerçeğin er-geç ortaya çıkma huyu, İran ırkçılığının güdümündeki Şiiliğinin yüzündeki perdeyi de açmaktadır.

Şiilik, 8. yy.ın başında hicri birinci yüzyılın son çeyreğinde ‘vasilik’ yani Hz. Nebi’nin vasiyetiyle Hz. Ali’nin Müslümanların imamı olduğuna ve ‘mehdilik’ yani İslâm’ı doğru haline kavuşturacak olan beklenen yönetici fikirleri etrafında, kendilerine Araplar tarafından himayemizdekiler(azalı köleler) mevalî adı verilen ve Arap olmayanlardan özellikle İranlılar arasında oluşmasını sürdürmüş bir mezheptir. Bu mezhebin oluşumunda Emevi-Abbasi dönemlerinde başka ırktan Müslümanlara ve İranlılara yapılan zulümler de etkili olmuştur.

Şiilik akidesinde beş temel esas bulunmaktadır. Bunlar: Tevhid, risalet, adalet, imamet ve ahiret. Bunlardan doğru bir ‘tevhid, risalet, adalet, ahiret’ inancı, tüm dünya Müslümanları tarafından Kur’an’ın ana amaçları telakki edilerek kabul edilmektedir. Ancak Şiilerin, Allah tarafından belirlenip görevlendirildiğini, sayılarının 12 olup 12.sinin kaybolduğunu, şimdilik onun beklendiğini, günü gelince Allah tarafından görevlendirilmiş olarak yeniden ortaya çıkacağını iddia ettikleri ve ‘Hz. Ali, Hasan, Hüseyin’ diye başlattıktan sonrasını Hz. Hüseyin neslinden belirledikleri bir ‘imamet’ inancı bulunmaktadır. Bu inanca göre gaip 12. imamdan sonra Şiiler asırlardır ‘imamsız’ kalmışlar; dini-siyasi yönetici olması gereken ancak kaybolduğu için olmayan imamın yerine ‘velayet-i fakih’ adıyla bir müesses nizam oluşturmuşlardır.

Bu yazımızda, Şiiliğin kendisini Müslümanların büyük kitlesinden ayırarak inanmayan geri kalanını ‘tekfir’ etmesine, tekfir ettiklerine karşı mubah gördükleri düşünce ve eylemlerine neden olan, ‘imamet’ akidesine Kur’ânî mesnet saydıkları beş ayet, kendi bağlamında ele alınacaktır. 

1-) TATHİR/EHL-İ BEYT AYETİ: Ahzab 33/32-34: يَا نِسَٓاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَاَحَدٍ مِنَ النِّسَٓاءِ اِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلَا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذٖي فٖي قَلْبِهٖ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفاًۚ ﴿٣٢﴾وَقَرْنَ فٖي بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُو۫لٰى وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰتٖينَ الزَّكٰوةَ وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُؕ اِنَّمَا يُرٖيدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهٖيراًۚ ﴿٣٣﴾وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلٰى فٖي بُيُوتِكُنَّ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ وَالْحِكْمَةِؕ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ لَطٖيفاً خَبٖيراًࣖ ﴿٣٤﴾ : ‘32. Ey Nebi’nin kadınları: Siz herhangi bir kadın değilsiniz. Erdemli olmanız için sözü edalıca söylemeyin ki kalbinde bozukluk olan (yanlış) umuda kapılmasın; uygun şekilde konuşun. 33. Evlerinizde de vakarlı olun, önceki cahiliye döneminde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Salatı yerine getirin, zekâtı verin, Allah’a ve resulüne itaat edin. Ey ehlibeyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (Ey kadınlar/vezkurne fiilinin zamiri nedeniyle) Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti dilinizden düşürmeyin. Allah latiftir/incelikleri ve gizlilikleri bilir, her şeyden haberdardır.’

Ayetin Anlamı: Bu bölümün başındaki ‘Nebi’nin kadınları’ hitabı, merak eden herkesin okuyunca göreceği gibi Hz. Nebi’nin ‘evinde yaşayan, eşleri, eşlerinin kızları, eşlerinin ve kendisinin kadın akrabaları, hicret ederek gelip Nebi’ye sığınan kadınlar vb. olduğu çok açıktır. Ayetin bu kadınlarla ilgili olduğu, bu ayette kullanılan zamirlerden ve bağlamdan da açıkça anlaşılır. ‘Tathir ayeti’ olarak da bilinen 33. ayette geçen ‘ehlibeyt’ ise Nebi’nin evindeki kadın-erkek herkesi kapsamaktadır. Doğaldır ki Nebi as.ın evinde eşlerinin oğulları, akrabaları, kendisine hicret eden pek çok erkek de bulunduğu gibi ona inanan pek çok erkek de çevresinde bulunmaktaydı. Tüm ev halkına seslenen bağlamdaki zamir değişimi bu nedenledir. Nebi’nin kendi çocukları ve yakınları da bu elbette bu hitap içine girer. Ancak bu ayet, kesinlikle yalnız ‘Hz. Ali, Hz. Fatma, Hasan ve Hüseyin’ için kullanılmamıştır. Bu ayetten iddia olunan Allah tarafından günah işlemekten korunun 12 imam görüşünün çıkarılması mümkün değildir. 34. ayetin yine müennes devam etmesi de bu konuda doğruya ulaşmak için önemli bir husustur.  

Şiilerin Görüşü: Şiiler, bu ayette geçen ‘ehlibeyt/ev halkı’ tamlamasını, ‘Hz. Ali, Hz. Fatma, Hasan ve Hüseyin’ için kullanmaktadırlar. Şiilerin bu anlayışı, yaşanan zulümler nedeniyle fırkalaşmanın arttığı ilerleyen yüzyıllarda (kutsal kana sahip olduğuna inandıkları son hükümdarlarının kızıyla evlenen) Hz. Hüseyin’in; ağabeyi Hz. Hasan’ı, babası Hz. Ali’yi ve İslam’ın son nebisi Hz. Muhammed’i gölgede bırakan bir üstünlüğe ulaşmasına neden olmuş; diğerleri yalnızca Hz. Hüseyin’le yakınlıkları nedeniyle önemli olmuşlardır.

Şiiler, 33. ayete verdikleri bu anlamı, ayetteki zamir değişimine dayanarak yapmakta ve bu değişime Yusuf 12/28, 29 ayetlerindeki ‘Yusuf; ey kadın’ hitaplarındaki zamir değişimini örnek vermektedirler. Ancak zamirlerin değişimi dahi ayetin Hz. Ali’nin Hz. Hüseyin’den devam eden soyuyla ilgisini kurmak için yeterli değildir. Çünkü 12/28,29 ayetleriyle verilen örnek ve yapılan kıyas yanlıştır. Söz konusu ayette, ne olay ne olayı yaşayanlar ne de ortam değişmektedir. Bu nedenle hitabın kime olduğu ancak zamirler üzerinden anlaşılmaktadır. Çünkü olayın faili olan cinsiyeti farklı muhataplarla konuşurken zamirin değişmesi Arap dilinin kuralı gereği doğal bir durumdur. Oysa 33/33 ayetinde böyle bir durum yoktur. 33/33 ayetinde nebi ile aynı evde yaşayanlara hitap edilmektedir. Bunlar da eşleri, eşlerinin oğulları-kızları, nebiye sığınan kadınlar-erkekler, akraba kadın-erkekler… olduğu açıktır.

Sonuç: Bir nebiye kan bağıyla yakın olmanın hiçbir anlamı olmadığını Kur’an, ‘Azer-İbrahim, Nuh-Nuh’un oğlu’ gibi örnekler üzerinden açıklar. Buna rağmen sonraki dönemlerde ortaya çıkan Hz. Muhammed’le kan bağı üzerinden bir üstünlük elde etme çabası, Kur’an’ın onaylayacağı bir durum değildir. Allah cc. kan bağı nedeniyle elçilerinden Hz. Nuh’un oğluna vermediği üstünlüğü ve özel konumu, elçilerinden Hz. Muhammed’e de vermez. Çünkü Allah’ın yasaları değişmez. Ayrıca Şiilerin bu ayetten hareketle ‘ehlibeyt’ diyerek kan bağıyla oluşturduğu ‘masum imam’ teorisinin de mesnedi yoktur. Hz. Nuh as.a, oğlu için: ‘O senin ehlinden değildir.’ (Hud 11/46) denilmesi, bir nebinin ehli olmanın kan bağıyla değil, inançla mümkün olduğunu açıkça ortaya koyan bir hakikattir. Tüm bu nedenlerle Kur’an’da geçen bir tamlamaya, ayetin bağlamına ve bağlamdaki konuya rağmen Kur’an’ın vermediği anlamı verip çevresini doldurmaya çalışmak, en azından Kur’an’a ve sözün sahibi Allah’a saygısızlıktır.

2-) MEVEDDET-(YAKIN) SEVGİ AYETİ: Şura 42/23: ذٰلِكَ الَّذٖي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِؕ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىؕ وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ فٖيهَا حُسْناًؕ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ  : Allah’ın, iman edip doğru işler yapan kullarına verdiği müjde işte bu! De ki: “Ben sizden hiçbir karşılık istemiyorum ancak (Allah için) yakın bir sevgi!’ Kim iyilik gerçekleştirirse onun iyiliğini artırırız. Allah kesinlikle çok bağışlayıcıdır, iyiliğin karşılığını da bol bol verir.’

Ayetin Anlamı: Kur’an’da ‘meveddet/sevgi’ ayeti olarak bilinen bu ayet, insanlara iki ilkeyi öğretmektedir. Birincisi, Kur’an’da kıssası anlatılan istisnasız tüm nebilerin dilinden ‘Ben bu tebliğim için sizden hiçbir karşılık istemiyorum’ sözleriyle tekrarlanan bir ilkedir ki İslam’ın tebliğinin karşılıksız olması gerektiğini her tebliğciye öğreten bir ilkedir. İkincisi ise ayetin ‘meveddete filkurba’ bölümüdür, burası: ‘yakın bir sevgi’ anlamına gelir. Kur’an, tüm insanlığı yaşadıkları şirki terk ederek Allah’a çağıran dinin kitabıdır. Bu bölüm, Kur’an’ın geneline göre ve bu amacı doğrultusunda anlamlandırıldığında bölümün ‘akrabalarıma sevgi istiyorum’ anlamında olmasının asla ve kata mümkün olmayıp ‘(Allah için) yakın bir sevgi istiyorum’ anlamında olması bir zorunluluktur. Kur’an insanları, Allah’a davet eder ve başka insanlara davetin kısa sürede şirkin yeni kapısı olacağını Kitabın genelinde ısrarla anlatarak şöyle der: Araf 7/206: اِنَّ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ عِبَادٌ اَمْثَالُكُمْ: Allah’tan başka taptıklarınız da/dua ettikleriniz de sizin gibi kullardır.’

Şiilerin Görüşü: Şiiler, bu ayetin ‘meveddete filkurba’ sözünün ‘akrabalarıma sevgi istiyorum’ anlamında olduğunu söylerler. Bundan da kastın Hz. Ali ve onun daha sonra gelecek çocuklarını sevmek olduğunu söylerler. İlerleyen dönemde bu durum daha da özelleşerek ayette söz edilenlerin Hz. Hüseyin neslinden gelenler olduğunu ifade ederler. Bu sevgi, onları kurtaracaktır.

Sonuç: Kur’an boyunca tüm elçilere sürekli emredilen karşılıksız tebliğ buyruğunun Hz. Muhammed söz konusu olduğunda değiştirilmesi mümkün değildir. Bu ayet, insanları Allah’a çağıran Nebi as.ın dilinden ifade edilen samimi sevgiyi Allah’a döndürme çabası olarak ‘(Allah’a) yakın bir sevgi’ isteğidir. Çünkü Nebi as.ın ‘Ben sizden hiçbir ücret istemiyorum’ dedikten sonra  ‘yakınlarıma sevgi istiyorum’ demesi, nebilik sünnetine aykırıdır çünkü sevgi de bir karşılıktır. Oysa onların bu iddialarının hiçbir mesnedi yoktur. Çünkü soyut makamı gönül olan sevgi, insan için emirle oluşturulabilecek bir duygu değildir. Eğer ayetin bu bölümü, onların dediği gibi anlaşılacak olursa bilinmektedir ki Hz. Nebi’nin tek akrabası da Hz. Hüseyin soyu değildir. Hatta Şiilerin düşmanlık besledikleri Emevi ve Abbasilerin Hz. Nebi’nin akrabası olduğu kendileri tarafından da bilinmektedir. Bu nedenle ayetin bu bölümünün yalnızca Hz. Hüseyin soyuna ait bir ilahi emir olduğunu söyleyebilmek, vahyin içeriğine takla attıran, tarafgirlik adına vahyi tahrif edecek kadar gözünü karartmaktan başka bir şey değildir.

3-) SALAVAT AYETİ: Ahzab 33/56: إِنَّ ٱللَّهَ وَمَلَٰٓئِكَتَهُۥ يُصَلُّونَ عَلَى ٱلنَّبِىِّ ۚ يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ صَلُّوا۟ عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا۟ تَسْلِيمًا : Allah ve melekleri, Nebi’ye salat ediyorlar. Ey inananlar! Siz de ona salat edin.’

Ayetin Anlamı: ‘Salavat ayeti’ olarak bilinen Ahzab 56. ayetinde söz edilen ‘salat’, Allah’ın ve meleklerinin Nebi için yaptığı ve Müslümanların da aynı şekilde yapması istenilen bir eylemdir. Bu unutulmadan ‘salat’ sözü anlaşılmaya çalışıldığında bunun da ancak ‘destek, yardım, moral’ olduğu anlaşılır. Sünni dünya bu ayeti ‘salavat çekmek/okumak: Allahümme salli ala seyyidina Muhammed: Allah’ım efendimiz Muhammed’e salavat et/yardım et’ şeklinde anlayarak bu ayeti buyuran Allah’a iş buyurma konumuna düşmüştür. Allah ve melekleri, Nebi için böyle mi demişlerdir? Bu anlayış yanlıştır. Ayette buyrulan, salavat çekmek değil, salavat etmek yani Nebi’ye elçilik görevinde karşılaştığı zorluk ve sıkıntılarda yardımcı ve destek olmaktır.

Şiilerin Görüşü: Şiiler bu ve aynı konudaki diğer ayetlerdeki ‘çoğul’ zamiri ‘tekil’ kılarak, nüzul rivayetleri ihdas ederek, Hz. Peygamber adına söz uydurarak Kur’an’ın pek çok ayetini olduğu gibi bu ayetini de Hz. Ali üzerinden Hz. Hüseyin’e ve onun kıyamete kadar soyuna ‘yardım’ olarak anlamaktadırlar. Bu da ‘humus’ adlı, her Şii’nin gelirinin beşte birini bu soydan birisine vermesine ve böylece çalışmadan zengin yaşayan bir ‘kutsal soy?’ oluşumuna neden olmuşlardır. Şiiler, bu soyun Allah tarafından günahlardan korunarak masum kılınıp kutsandığını varsaymaktadırlar ki bu da yukarıya aldığımız ‘tathir’ ayetinden çıkarttıkları mesnetsiz bir yorumdur. Bu görüşlerin hiçbirinin -uydurulmuş sözler dışında- aslı yoktur.

Sonuç: Ayette söz edilen ‘salavat’ Allah’ın ve meleklerinin, elçi Muhammed as.a yaptıkları yardımdır. Ayette inananların da İslam’ın öğrenilmesi, öğretilmesi ve yaşanması için sürekli bu çaba içinde olmaları gerektiği vurgulanmakta, inananlar, bu yolda uğraşanlara destek vermeye davet edilmektedir. Yardım çağrısı, bu uğurda çalışıp çabalayan hangi ırk ve ülkeden olursa olsun herkes için istenmektedir. Bu davetin, Hz. Nebi’nin soyu bile olsa, hiçbir soyun çocuklarıyla özel bir ilgisi yoktur. Zaten bu mümkün de değildir. Varsayalım, yeni Müslüman olanların yaşadığı bir yerde yaşayan bir Müslüman, bu salat emrini kim için uygulayacaktır? Çevresinde bulunan çalışkan ve gayretli Müslümanlara destek olarak mı,  yoksa İran’daki soyu Hz. Hüseyin’e dayandığı varsayılan kimselere humus vererek(?) mi bu emri yerine getirmiş olacaklardır?

4-) MÜBAHALE AYETİ: Âl-i İmran 3/61: فَمَنْ حَٓاجَّكَ فٖيهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ اَبْنَٓاءَنَا وَاَبْنَٓاءَكُمْ وَنِسَٓاءَنَا وَنِسَٓاءَكُمْ وَاَنْفُسَنَا وَاَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَتَ اللّٰهِ عَلَى الْكَاذِبٖينَ : Sana gelen bu bilgiden sonra her kim bu konuda seninle tartışmaya kalkarsa de ki: “Gelin, oğullarımızı oğullarınızı, kadınlarımızı kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım sonra da Allah’ın lanetinin yalancıların üzerine olmasını dileyelim.

Ayetin Anlamı: Bu ayet, Rasulullah’ı ziyarete gelenlerin (Necran heyetinin) Hz. İsa hakkında Kur’an’da söylenenleri kabul etmeye yanaşmamaları ve kendi yanlışlarında direnmeleri üzerine karşı tarafı lanetleşmeye çağırması nedeniyle ‘mübahale ayeti’ diye anılır. Böyle bir istek ancak kendi görüşlerinin doğruluğundan kesinlikle emin olanlardan gelebilecek bir meydan okumadır. Ancak gelen heyet ne ‘lanetleşme’ çağrısına uymuş ne de İslam’ı kabul etmişlerdir.

Şiilerin Görüşü: Şiiler, bu ayetteki ‘oğullarımızı’ ifadesinin ‘Hasan-Hüseyin’, çoğul olan ‘kadınlarımızı’ ifadesinin ‘Hz. Fatma’, kendimizi ifadesinin ‘kendisi ve Hz. Ali’ olduğunu ifade etmektedirler. Bu konudaki rivayetlerden etkilenen bazı Sünni müfessirler de zorlama ve ayette geçen ‘sözleri’ dikkate almayan yorumlar yapmışlardır.

Sonuç: Ayetteki tamamı çoğul kalıpla gelen ‘oğullarımız, kadınlarımız, kendimiz’ sözlerinin her birinin en az üç kişiyi karşılaması gerekir. Bu durumda Şiilerin iddia ettiği gibi ayetteki ‘oğullarımız’ ifadesinin yalnızca ‘Hasan ve Hüseyin’i, ‘kadınlarımız’ ifadesinin tek başına ‘Hz. Fatma’yı, ‘kendimiz’ ifadesinin de yalnızca Nebimiz ile damadı Ali’yi ifade etmesi mümkün değildir. Bu nedenle bu yorumlar, ‘kutsal soy’ mitine dayanak kılınmak için oluşturulmuş rivayetlerden etkilenen yorumlardır ve zaten Kur’an’ın evrensel bakış açısına da uygun değildir. Burada yapılan meydan okumanın anlamı: ‘Siz tüm mensuplarınızla, tüm gücünüzle gelin, biz de tüm mensuplarımız tüm gücümüzle gelelim’ anlamındadır. Ancak kararı önceden verip ayeti kararına göre yorumlayan zihniyet, tefsirini de kendi yanlışını doğrulayacak şekilde yapmaktadır.

5-) İMAMET TEORİSİ: Şii akidesini anlatan kitaplarda ‘Kur'an’da 12 İmamla ilgili ayetler’ denilerek pek çok ayette geçen ‘imam’ sözcüğü, sanki ‘12 İmam’ görüşüne delil olabilirmiş gibi nakledilmektedir. Bunlardan birkaçını vererek ayetlerin bağlamından nasıl saptırıldığını, tarafsız okuyabilenler için ortaya koymaya çalışacağız.

Bakara 2/124: وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰهٖيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّؕ قَالَ اِنّٖي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَاماًؕ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّتٖيؕ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمٖينَ  : Rabbi, İbrahim’i bazı sözlerle sınayıp İbrahim bunları tamamlayınca: “Ben seni insanlara imam/önder yapacağım” buyurmuştu. İbrahim: “Soyumdan da” deyince Rabbi: “Zalimler benim vaadime nail olamazlar” buyurdu.

HER NEBİ İMAMDIR/ÖNDERDİR: 2/124. ayeti, Hz. İbrahim’in elçi oluş sürecinden söz etmektedir. "Seni insanlara imam/önder kılacağım" müjdesini alan İbrahim’in: ‘Benim soyumdan da imamlar yap’ sözüne cevap olarak: ‘Zalimler benim vaadime nail olamazlar’ denilmiştir. Bu cevap, imamet işinin soy bağıyla mümkün olmadığını ortaya koymaktadır. Şiiler ise ilginç bir tersine anlayışla bu ayeti, soy bağıyla oluşan bir önderliğe delil kabul etmekte; nedense İbrahim’e verilmeyenin Hz. Muhammed’e verildiğine, bu nedenle Hz. Ali esasında Hz. Hüseyin soyunun günah işlemekten korunduğuna/ masum/ tertemiz olduğuna inanmaktadırlar. Oysa tüm insanlar eşit oranda iyi ve kötü olmaya meyyaldirler, bu durum tüm insanların sınanması gereği böyledir. Kimsenin yaratılıştan özel konumla yaratılmadığı da bu ayetle ortaya konulmaktadır.

Kasas 28/68: وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ وَيَخْتَارُؕ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُؕ : Rabbin, dilediğini yaratır ve tercih eder. (O’nun seçme ve yaratmasında) onların tercih hakkı yoktur.

SEÇİLEN ELÇİDİR, İMAM DEĞİL: Bu ayette Rabbimiz yaratma ve elçi seçme işinin tamamen kendi uhdesinde olduğunu, Hz. Muhammed’in elçiliğine itiraz eden müşriklerin ve ehlikitabın bu konuda bir seçim haklarının olmadığı söylenmektedir. Şiiler ise ‘Rabbin dilediğini yaratır seçer, seçim insanlara ait değildir.’ ayetini, elçi seçimi değil, Şiilerin kabul ettiği ‘imamların Allah tarafından seçilmesi’ şeklinde yorumlamışlardır. Oysa ayet Nebimizden ve onun elçi seçilmesinden söz etmektedir, daha sonra gelecek başkalarından değil. Ayette 12 imam seçildiğine delalet eden bir ifade de yoktur. Bu ayeti, Allah’ın 12 imam seçtiğine delil saymak, vahye takla attırmaktan başka bir şey değildir.

Furkan 25/74: وَالَّذٖينَ يَقُولُونَ رَبَّـنَا هَبْ لَنَا مِنْ اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّقٖينَ اِمَاماً  : Onlar, “Ey Rabbimiz! Bize göz aydınlığı olacak eşler ve çocuklar ver; bizi erdemlilere imam/önder yap!” derler.

 

 

HERKES İMAM/ÖNDER OLABİLİR: Bu ayet sure içerisinde Allah’a inanan ve Rabbimizin ‘Rahman’ın kulları’ diyerek niteliklerini saydığı ayetler bağlamında geçer. Bu ayete göre herkes, erdemlilerin önderlerinden/imamlarından olmak için dua etmeli, bunu istemelidir. Şiiler ise Yüce Allah’ın, her insanın dua ederek istemesini buyurduğu bu konumun, yalnızca Hz. Ali ve 11 erkek evladı özellikle de Hz. Hüseyin nesli için mümkün olduğuna inanmaktadırlar. Oysa bu ayetten hareketle böyle bir iddiada bulunmak, Kur’an’la çelişen, gerçekten uzak bir iddiadır. Çünkü Allah, bu duayı kendisine inanan her insanın kendisi ve çevresi için etmesini buyuruyor: ‘Bizi takva sahiplerine/erdemlilere imam/önder kıl’.

Hûd 11/17: اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّهٖ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِهٖ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًؕ  : Bunlar Rabbinin apaçık belgesine uyanlar gibi olurlar mı? O belgeyi Rabbinden bir şahit okur, ondan öncede bir imam/önder ve rahmet olarak Musa’nın kitabı var.

KİTAP DA İMAM/ÖNDER OLABİLİR: Bu ayete göre bir topluma yol gösterici olarak insan kadar kitap da imam/önder olabilir. Demek ki görülen her ‘imam’ sözcüğünü insan olarak anlamaya ve Hz. Hüseyin soyu ile bağlantı kurmaya gerek yoktur.

Tevbe 9/12: وَاِنْ نَكَثُٓوا اَيْمَانَهُمْ مِنْ بَعْدِ عَهْدِهِمْ وَطَعَنُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ فَقَاتِلُٓوا اَئِمَّةَ الْكُفْرِۙ اِنَّهُمْ لَٓا اَيْمَانَ لَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَنْتَهُونَ : Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün imamlarıyla/elebaşlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riayet etmeyen kimselerdir. Umulur ki, vazgeçerler.

KÜFRÜN DE İMAMLARI/ÖNDERLERİ VARDIR: Bu ayet-i kerime, küfre öncülük yapanlara da ‘imam’ denilebileceğini gösterir. Ayet de ‘imamlık’ makamının özel bir makam olmayıp kelimenin dünyanın her yerinde iyi-kötü önder kabul edilen tüm kişiler için kullanılabileceğinin bir örneğidir.

İsra 17/71: يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ  : O gün her insan topluluğunu kendi imamı/önderi ile çağıracağız."

HER TOPLULUĞUN İMAMLARI/ÖNDERLERİ VARDIR: Bu ayet de tıpkı 9/12 gibi ‘imam’ sözcüğünün Hz. Hüseyin nesliyle ilgili olmayıp öncülük niteliğine sahip herkes için kullanılabileceğinin örneğidir.

Yunus 10/35: قُلْ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّۜ قُلِ اللّٰهُ يَهْد۪ي لِلْحَقِّۜ اَفَمَنْ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ اَحَقُّ اَنْ يُتَّبَعَ اَمَّنْ لَا يَهِدّ۪ٓي اِلَّٓا اَنْ يُهْدٰىۚ فَمَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ : De ki: “Ortak koştuklarınızdan, hakka iletecek olan var mı?” De ki: “Allah hakka iletir. Öyle ise hakka götüren mi uyulmaya lâyıktır, yoksa hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Size ne oluyor? Nasıl böyle yanlış hükmediyorsunuz?”

HAKKA GÖTÜREN ELÇİLERİNE VERDİĞİ KİTAPLARIYLA ALLAHTIR, İMAMLAR DEĞİL: Bu ayet, insanların Allah’a ortak koştukları varlıkları sorgulamakta, bunların da herkes gibi insanlar olduğuna işaret etmektedir (Araf 7/206). Allah, insanların ortak koştukları karşısında ‘Hakka götüren’ olarak ise bizzat kendisine işaret etmektedir. Allah, hakka götürme ve insanlara yol gösterme işini elçilerine verdiği vahiy aracılığıyla yapar. Şiiler ise Allah, elçisi ve vahiyle ilgili bu ayeti, Nebimizden sonraki yüzyıllarda görevlendirileceğini söyledikleri Hz. Ali ve Hüseyin neslinden imamlarla ilgili saymaktadırlar. Bu iddia Kur’an’ın buyrukları ile çelişmektedir. Bu durumda bu ayet, indiği dönemdeki insanlara hiçbir şey söylememiş olmaktadır.

Özetlersek Şiilerin, becerebildikleri ölçüde her ayeti, Hz. Ali ve daha da önemlisi Hz. Hüseyin soyuyla yani ’12 İmam’ teorisiyle ilintilendirmeye çalıştıkları görülmektedir. Şiilerin bu görüşlerini, Kur’an’ın genelini bilmeden okuyan bir kişinin: ‘Kur’an, Hz. Hüseyin’i ve soyunu yüceltmek ve kutsamak için indirilmiş bir kitapmış’ diyesi gelir. Peki, gerçek böyle mi? Elbette değil. Rabbimizden, sözünü doğru anlayabilecek basiret ve cesareti hepimize bol bol vermesini diliyoruz. (Devam edecek)

 

 

 

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Naciye kaya | 17.09.2022 14:58
Ayetlerle delillendirilen bu yazını kitaplaştırılması dua'a sıyla.