1- Siyasal alanda ortaya çıkan krizler( İç çatışmalar, bedeviliğin geri dönüşü, fitne ve hilafetin saltanata dönüşmesi) İç çatışmalar yüzyıllarca süren bölünmelere ve mezhep savaşlarına yol açtı. İç çatışmalar, İslam dünyasında anayasal ve değerler düzeyinde, etkisi hala devam etmekte olan, bir kriz ortaya çıkarmıştır. "İslam medeniyetindeki anayasal krizle burada kastedilen şey, İslam'ın siyasi ilkeleri ile Müslüman halkların yaşadığı ve halen yaşamakta olduğu tarihsel gerçeklik arasında var olan tezat ve bu tezattan kaynaklanıp hicri birinci yüzyıldan günümüze kadar devam eden siyasi meşruiyet kavgasıdır." (Şankiti, İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz, Mana yayınları, s:11)
2- Şura ve istişareye önem veren Nebevi siyasetten otoriter ve güce dayalı saltanat sistemine geçiş. Bu geçişin sonucunda üretilen hilafet saltanat modeli müslüman zihni esir almış durumdadır. Özellikle Muaviye döneminde yaşanan siyasi kırılma, İslam’ın siyasal algısı üzerine bozucu bir etki yaptı. "Muaviye, tabiri caiz ise çağ açıp çağ kapatacak derecede etkin ve de kurnaz bir siyasetçidir. Onun siyasi dehasına dayalı gerçekleştirdiği plan, program ve de oyunlarının 'başarı/ deha' şeklinde gösterildiğine şahit olmaktayız. O kadar ki sadece Şam'da değil Sünni İslam dünyasının başkenti Bağdat'ta da Muaviye sevgisinde aşırı gidenlerin olduğu ve bunların Muaviye sevgisi o derece ileri gitmiştir ki, onun lehine hadisler bile uydurulmuştur. Bunlardan bazılarında şöyle denilmektedir: 'Muaviye ümmetin en akıllısı ve en cömerdidir'. Bir diğerinde ise: 'Muaviye b. Ebu Süfyan, Allah'ın üstün kıldığı, özel olarak seçtiği, güç bahşettiği ve muktedir kıldığı kullarındandır."(Namık Kemal Okumuş, Dost Ateşinde Pişmek/ Te'vil ve Tekfir Arasında Müslüman Zihin, Araştırma yayınları, s: 67) Öte yandan öne çıkan siyasi liderlerin özellikleri de siyasal algıyı ve zihniyeti derinden etkiledi. "Arap toplumunda 'Duhatu'l Arab' yani Arap Dahileri denilince akla gelen dört kişi bulunmaktadır. Bunlar, Ziyad b. Ebihi, Amr b. As, Muğire b. Su'be ve Muaviye b. Ebu Süfyan'dır. Garip bir şekilde bu dört kişinin meşhur olmasına neden olan vasıflardan en belirgin olanı siyasal anlamdaki düzenbazlık ve ayak oyunları yani siyasi hilekarlıklarıdır. Yani bu kişiler, hangi tür olursa olsun rakiplerine karşı oynadıkları oyunlar sayesinde büyük bir üne kavuşmuşlardır. Hakem olayındaki başarı, halife seçimindeki usta manevralar ve pek çok olay bu kişilerin üne kavuşmasında ön plana çıkmış gibidir." (Namık Kemal Okumuş, Dost Ateşinde Pişmek/ Te'vil ve Tekfir Arasında Müslüman Zihin, Araştırma yayınları, s: 67) Nebevi siyasetin en önemli parametresi şuradır. “Şura konusundaki sözün özü, halkın özgür ve bilinçli bir şekilde seçimi olmaksızın İslam’da yöneticinin meşru olmayacağı şeklindedir. Özgür ve bilinçli bir seçim ise ancak iktidar makamının el değiştirmeye açık olması ve ehliyet sahibi kişilerin tehdit ve baskı altında kalmadan özgürce bu makama seçilebilmesiyle mümkündür. Böylece sağlanacak olan bu akışın semeresi ise yönetenlerin iradesiyle halkın iradesinin bir araya gelmesidir.” (Şankiti, İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz, s:147) "İbn Teymiyye şöyle diyor: ”Emeviler döneminde yaşayan halkın çoğunluğu devlet başkanının (imamın) -dünyada ve ahirette-(çev.) sorgulanmasının yahut cezalandırılmasının söz konusu olmadığına inanırlardı. Ayrıca onlar, halifelere itaat emiş oldukları için Allah’ın kendilerini hesaba çekmeyeceğini, aksine bu itaati bizzat Allah’ın emretmiş olduğunu düşünür ve dolayısıyla tek yapmaları gereken şeyin itaat olduğuna inanırlardı. Şam’daki bazı aşırı Emevi fanatikleri ise şöyle derlerdi: ”Allah bir kişiyi halife olarak başa geçirdi mi artık onunu kötülüklerini affeder ve iyiliklerini kabul eder, hatta onu hesaba bile çekmez.”(Ahmet El Katip - Demokratik Hilafet’e Doğru, Mana yayınları)
3- Alimlerin şiddetli işkencelere tabi tutulması. ( Ebu Hanife hapishanede vefat etti. İmam Mâlik verdiği bir fetva nedeniyle yediği dayak sonucu eli felç oldu. İmam Ahmet bin Hanbel, Kur’an’ın yaratılmışlığı konusunda işkence gördü. İmam Şafi zincire vuruldu)
4- İçtihat kapısının kapanması entelektüel verimliliğe büyük darbe vurdu. Yeni düşünceler yerine şerh ve haline dönemi başladı. İslam dünyası eski düşünceleri tekrar ederken dünyada muazzam değişimler oldu. İslam ulemadan yaşadığı zamanın sorunlarına cevap üretemeyince, sürekli tarihe kaçtı. Düşünce üretiminin yerini taklit aldı.
5- Geçmişte yapılan hataların oluşturduğu siyasi ve dini bölünme ümmetin birliğini bozdu. Mezhep çatışmaları iç enerjiyi büyük ölçüde tüketti. Bunun yanında geleneğin bazı unsurları dinin içine sızdı. "Nitekim bütünüyle örften doğan ve milli olan bazı hususlar, Müslümanlar tarafından dinin asıllarıymış gibi değerlendirilmeye esas alındığı için, bu gibi yan ürünler, zaman içerisinde asli kriter durumuna geçirilmişlerdir. " (Namık Kemal Okumuş, Nifak'ın Kıyam Hali/ Dindarlık Maskesi Takmış İkiyüzlülük Görünümleri, Araştırma yayınları, s: 274)
6- Araçlar amaçlara, egemen oldu. Araçların egemenliği, yeni düşüncelerin ortaya çıkması üzerinde büyük bir baskı oluşturdu.
7- Literal okuma amaçsal okumanın önüne geçti.
8- Tasavvuf terminolojisinde kesin bilgi kaynakları olan rüya ilham ve sezgi akılcı düşünceyi öldürdü. Başlangıçta lüks ve şatafata karşı ahlaki bir başkaldırı olan tasavvuf, zaman içinde bozularak, İslam’ın dinamizmini yok etti. "Tarih zemininde evliyaların dolaştığı bir teoloji politik, insanı yükümlü bir varlık olarak oraya dahil olana kadar 'acı'ların edebiyatını üretmeye devam edecektir. " (Mustafa Tekin, Küresel Paganizmle Yüzleşmeler, Mana Yayınları, s: 192)
9- Dindarlığın en önemli parametresi olan ahlak arka plana atıldı. İbadetler ilin, ahlak ve irfandan uzaklaşarak içi boşaldı. İçerik boşalınca biçim öne çıktı. Namaz, oruç gibi ibadetler içi boş kalıplara ve tekrarlara dönüştü. Ahlaki anlamda derin bir toplumsal bir çürüme yaşıyoruz. Ne yazık ki toplumsal ahlak, " Parayı veren düdüğü çalar", "Köprüyü geçene kadar ayıya dayı de", "Devlet malı deniz yemeyen domuz", " Her koyun kendi bacağından asılır", " Bal Tutan parmağını yalar. " çıkarcılığının belirlediği bir yozlaşma yaşadı. Öyle görülüyor ki, toplumsal yozlaşma önümüzdeki en büyük sorundur.
10- Din felsefe ilişkisinde, felsefe karşıtlığı üzerinden akıl devre dışına itildi.
11- Kaderci yorum insanın özgürlüğünü ve sorumluluğunu ortadan kaldırdı. İnsanın kendi hatalarından oluşan sorumluluk kader üzerinden Allah'a yüklendi. Oysa İslam insanı merkeze koyan bir noktadan olaya bakar. "Kur'an, insanın yaşadığı musibetleri, onlarla kendi gerçekliği ahlaklı bir ilişki kurulmamasına bağlar. Zulüm, insanı bir edinim sonucudur. Bugün küresel ısınma, çevre kirliliği, ozon tabakasının delinmesi vb. problemleri, aslı itibarıyla verili ve kendi içinde ölçüsü olan evrenle sağlıklı ve ahlaklı ilişkiler geliştirememesine bağlayabiliriz. "( Mustafa Tekin, Küresel Paganizmle Yüzleşmeler, Mana Yayınları, s: 205)
12- İslam'ın hemen kavramlarına semantik müdahaleler yaparak özünden uzaklaştırıldı. Bu kavramlardan kader insan özgürlüğünü yok eden bir düzlemde tanımlandı. “bu bapta Kur’an’da şöyle demektedir: “Allah bir kavmi kendinde olanı değiştirmedikçe, değiştirmez. Yani kendini önceleyen bir deruni değişim yaşanmadıkça dışsal hiçbir değişim meydana gelmez. Diğer bir ifadeyle enfüsi değişim yaşanmadıkça afaki hiçbir değişim meydana gelemez. Bizler deruni ve enfüsi değişimlerin toplamını kültür olarak adlandırdığımıza göre ayetin anlamı şu olmaktadır: Kültür, siyaset ve ekonomiyi önceler! Dolayısıyla her ne zaman istenen siyasi ve iktisadi bir sistem elde etmek istersek öncelikle toplumu meydana getiren insanlarda kültürel bir değişim sağlamış olmamız gerekir. İçsel olan daima dışsal olanı önceler. İlginç olan ise; ne devrimciler ne muhafazakarlar ne de irticacılardan (radikal İslamcılar) hiçbirisi bu temel gerçeği dikkate almamaktadır.” (Mustafa Melikyan, Takdir ve Tedbir Arasında İnsan, Mana yayınları, s:38-39)
13-Dindarların söylem ve eylemleri arasında büyük bir açıklık oluştu. Söylem ve eylem arasındaki tutarsızlık, insanı mutsuzluğa iten psikolojik etkenlerin başında gelir. Böyle bir durumun çelişkisinden kurtulmak isteyen kişi, içinde bulunduğu durumu meşrulaştırma çabasına girişir. Kendi olumsuz davranışlarını onaylatacak dini bir yorum üretir ve bu yorumun gölgesine sığınır. İslam tarihi boyunca yönetimler asla dindar olmadığını iddia etmemişlerdir. Kendi hukuksuz yönetimlerini onaylayacak bir dini söylem üretmişlerdir. Böylece Müslümanların tarihi dini söylemlerin savaşımına tanıklık etmiştir. Rus romancı Dostoyevski’nin deyimiyle “İnsana en çok acı veren şey, söyledikleriyle söylemek istedikleri arasındaki uçurumdur” (Dostoyevski, Yeraltından Notlar)
14- İslamcı aydınların büyük bölümü, siyasal iktidar ile sorunlu bir ilişki içine girmişlerdir. Alimin görevi siyasal iktidarın veya herhangi bir tarikat, cemaat ve grubun çıkarlarını savunmak değildir. Alimin misyonu adalettir, bir grubun çıkarlarını savunmak değil. "Entelektüelin misyonu, dünyanın efendisi haline gelmiş haksız ve yanlış karşısında, cümle alem diz çökerken bile, ayakta kalıp, ona insanlık bilinciyle karşı çıkmaktır… (Julien Benda)" (Fikret Başkaya, Çığırından Çıkmış Bir Dünya, Öteki yayınları, S:7)
15- İslamcılar; yenileşme, ihya ve inşa konusunda yeterince başarılı olamamıştır. " Hiçbir yenileşme ve modernleşme sıfırdan başlamaz, bilakis bunlar daha önceki bir ilkeden başlanarak düzenlenmelidir." Muhammed Abid Cabiri'nin bu ifadesi son derece yerindedir. İslami yenilemeyi hedef alan müslüman alim, aydın ve entelektüeller, bu çabalarına Kur'an ve onun tarihsel zeminde uygulaması ve uzantısı olan Sünnetten başlamalıdır.
16- Adalet güvenlik dengesi, adalet ihmal edilerek güvenlik yönünde dönüşüme uğradı. Adaletin ihmali dindar zihni önemli ölçüde etkiledi. Oysa adalet sağlıklı bir siyasal sistemin olmazsa olmaz ön koşuludur. Bu yüzden adalet, kolay terk edilen ve feda edilen bir kavram olmamalıdır. Adalet nelere feda edilemez
"1-Adalet, kolektif refaha veya kamu yararına feda edilemez.
2- Adalet, herhangi bir sözde büyük amaca, siyasi başarıya da feda edilemez.
3- Adalet, hakkaniyete aykırı yasalara ve hukuka da feda edilemez
4- Adalet, sevgiye ve mutluluğa feda edilemez.
5- Adalet, kişisel arzu/ istek ve çıkarlara feda edilemez.
6- Adalet, aile bağları, akrabalık ve arkadaşlığa feda edilemez.
7- Adalet, zenginliğe veya fakirliğe feda edilemez.
8- Adalet, kin, nefret ve düşmanlığa feda edilemez.
9- Adalet, korkmaya ve çekinmeye feda edilemez. "
( Cafer Sadık Yaran, Ahlak ve Adalet, Rağbet yayınları, s: 188-194)
İslam toprakları süratle zulmün kol gezdiği topraklar olmaktan çıkarılmalıdır. "Yağmacı düzeni bir toplumda "kökleştirmek" isteyenler bu üç unsuru birbirinden koparır. Servet sahiplerinin "bilgisiz", nüfuzu icra edenlerin "yoksul", bilgili kimselerin de "itibarsız" oldukları bir toplumda insanlar ancak yekdiğerine "zarar vererek" ayakta kalmaya çabalayacaklardır. Büyük bir hızla yağma furyasının geçerli olduğu bir toplumda insanlar birbirlerini yemekle meşgul olurken hep birlikte "başka güçlerin avı" haline düştüklerini anlayamazlar. Türkiye'nin şimdiki hali budur" (İsmet Özel, Tahrir Vazifeleri-5, s. 24.) İnsanların bireysel çıkarları ve zaafları adaletin önünde bir engele dönüşmemelidir. "İnsanların iyilik yapma ( yapana?) tutkuları, adil kimseyi olan sevgilerinden daha güçlüdür. Ancak alemin düzeni, iyilik yapmaktan ziyade adalete dayanır. "( İbn Miskeveyh, Tehzibü'l Ahlak, Ahlak Eğitimi, çev: A. Şener, C. Tunç, I. Kayaoğlu, Büyüyenay yayınları sayfa 144)
17- Müslümanlar Kur’an ve Sünnetin çerçevesini çizdiği tasavvurdan uzaklaşmışlardır. Yeniden Kur’an ve Sünnetin paradigmasına dönmek gerekmektedir. Bu bir geriye dönüş değil, tam tersine yeni bir diriliş hareketidir. Roger Garaudy’nin deyimiyle "İslam'ın her rönesansı Kur'an'ın yeni bir okunuşuyla başlar. " ( Roger Garaudy, Yaşayan İslam, Pınar yayınları, sayfa 131)
18- Müslümanlar taşralı kültürden ve modern tuzaklardan zihnini uzaklaştırmalıdır. "Taşralılaştırılan, düşüncesizleştirilen arabesk bir kültür ikliminde genç kuşaklar, dünyaya hükmeden Amerikan teknoloji devleri Alphabet'in, Amazon'un, Apple'ın, Microsoft'un, Meta'nın, Tesla ve diğerlerinin belirlediği bir dünya görüşü ve hayat tarzı etrafında, dijital büyük "sürü"ye dahil olarak, çok derin ve ölümcül bir yabancılaşma yolunu seçiyor. "(Atasoy Müftüoğlu, Hiçliğin Kıyısında, Mahya yayınlarıs.66)
19- Ekonomik çıkarlar ve rekabet ortamı, İslam’ın ahlak ilkelerinin ihmal edilmesine yol açmaktadır. " Arkadaş olan kimselerin çoğu görünüşte birbirlerini sevdikleri ve karşılıklı dürüst davrandıkları halde, aralarına bu iki metalle ( altın ve gümüşle) ilgili bir iş ortaya çıktığı zaman, köpekler gibi birbirlerine hırlar ve düşmanlıklar gösterirler" ( İbn Miskeveyh, Tehzibü'l Ahlak, Ahlak Eğitimi, çev. A. Şener, C. Tunç, I. Kayaoğlu, Büyüyenay yayınları sayfa 179)
20- Kur’an ve Sünnet bütünlüğünün bozulması. “Hz Peygamber'in sözleri sonradan yazılmıştır. Bu nedenle de birçok uydurma sözler ona İsnad edilmiştir. Hadislerden yararlanırken çok dikkatli olunmalıdır. Şurasını hiçbir zaman hatırdan çıkarmamak gerekir ki, Hz Muhammed(s.a.s)'in sözleri asla Kur'an ile çelişmez, Kur'an'a ters düşmez. Çünkü onun görevi Kur'an'a ters düşmek değil, aksine ona uygun hareket etmektir.” (Salih Akdemir, Tarih Boyunca Kur'an'da Kadın, İ. A. D, sayfa 264
Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Gazze çağrısı
29.08.2025
ÇARE ARAMALIYIZ! ORHAN GÖKTAŞ 28.08.2025
Terörsüz Türkiye Terörsüz Ortadoğu AHMET GÜRBÜZ 31.08.2025
KONYA OLAYI VE AYRIMCILIK YUSUF YAVUZYILMAZ 31.08.2025