metrika yandex
  • $28.98
  • 31.32
  • GA2000

İktisadın Üç İlkesi

MUHSİN GANİOĞLU

06.04.2023

 

Kadim zamanlardan beri iktisadi hayatın doğal üç temel ilkesi var. Bunlar; ölçü ve tartıyı tam yapmak, borç ve alacak doğuran bütün ilişkileri kayda geçirmek ve bunların tabii sonucu olarak haksız kazanca (riba) fırsat vermemektir. Tarih boyunca insana iletilen İlahi mesajın en çok hatırlatılan ilkeleri de bunlardır.

Bütün iktisadi yaklaşımlar ve yönetim şeklinden bağımsız olarak fertten devlete kadar bütün organizasyonların yaptığı işler; bu üç ilkeye bağlılık ölçüsünce değer ve meşruiyet kazanır.  Yapılan bir iktisadi muamelede bu üç ilkeden herhangi biri yoksa o işlem din, ideoloji vb. ne adına yapılırsa yapılsın meşru değildir. 

Aynı zamanda insanlık tarihi; ölçü ve tartıyı doğru yapanlar, borç ve alacak doğuran bütün ilişkilerini kayda geçirenler, bunların tabii sonucu olarak haksız kazanca (riba) karşı çıkanlar ile gizli veya açıktan bu üç ilkeye karşı duranların çatışma tarihidir. Devletlerin yıkılması, insan ve toplumların kargaşaya sürüklenmesi ve huzursuzluğu, bu ilkelere kayıtsız kalarak olmuştur.

Halbuki hangi dinden, inançtan, milliyetten, ırktan, servet seviyesinden, yaştan, cinsiyetten olursa olsun her insanın başkalarına karşı; ölçü ve tartıya riayet, borç doğuran muameleleri kayda geçirme ve haksız kazanca sebep olmama borcu (sorumluluk); diğer insanlardan da bu unsurları isteme alacağı (hak) vardır. Zira ölçüye göre hak dağıtımının adı olan “kıst” kavramının gereği ancak bu hususlara riayetle olacaktır.  Zaten “iktisat” kavramı da buradan gelir.

Maddi manevi unsurlar arasında bağlantı kurarak ve mukayese ederek bir sonuca gitme eylemi olan düşünme veya akletme faaliyetinin isabetli olması da bir yönüyle varlığın; doğru ölçme, tartma, adlandırma ve kaydetme yoluyla müşahhas (görünür ve anlaşılır) hale getirilmesine bağlıdır. 

Elbette insanların oluşturduğu tanımlama, ölçüm ve değerlendirme sistemleri mutlak değildir. İçinde eksiklik ve noksanlıklar barındırması tabidir. Ancak unutmayalım; ölçmeyen adlandıramaz, adlandıramayan tanıyamaz, tanımayan bilemez, bilmeyen yönetemez, iktisadın gereğini yapamaz ve hukuk düzeni kuramaz.    

Ölçü ve tartı ile kayıt konusunu ayrı ayrı ele almak faydalı olacağından ilk olarak ölçü tartı üzerinde duracağız.  

Tabii olarak ölçme ve tartma işini sadece marketten alınan bir poşet patatesin tartılması veya 2 metre kumaşın ölçülmesi olarak görmeyip, nitelik ve nicelik olarak; kimyadan, fiziğe, elektrikten, tarıma, uzaydan genetiğe, madenden jeolojiye, tıptan  biyolojiye kadar  her türlü mühendislik ve bilim alanında geliştirilen ölçü tartı birimlerini,  emek, güç, hareket, alan, uzunluk, ağırlık, açı, mal, para, fayda, enflasyon, deprem, zemin, basınç, ph, hava, enerji, toprak ve maden, tıbbi ve kimyasal madde içindeki her türlü emprüte, insan, hayvan ve bitki vücudundaki her türlü madde ve bunların arasındaki ilişkileri, ölçmenin ve tartmanın konusu olarak değerlendiriyoruz.   

Öncelikle ölçüm yapabilmek için ölçüme konu olan maddi-manevi her şeyin hakkıyla tanınması, bunların adlandırılması, bu tanıma ve tanımlamalar için o varlığın doğasına uygun standart ilke ve referanslar oluşturulması, bunların sürekli geliştirilmesi, ölçülmesi gereken her türlü eşya ve unsuru tam olarak ölçebilecek alet, edevat, makine, cihaz vb. unsurların oluşturulmasına veya bulunmasına ihtiyaç vardır.

İnsanlık alış veriş konusu olan varlığın ölçüm ve tartımını ilk zamanlardan beri, ağırlık, uzunluk, alan ve hacim gibi varlığın ilk bakışta görünen tarafını standartlaştırarak yapmaya çalışmıştır. Bu durumun maddenin görece daha fazla tanınmaya başladığı 16-17. yüzyıla kadar devam ettiğini söyleyebiliriz.   (Bu arada internet ortamında ölçüm ve tartım tarihi konusunda çok ilgi çekici makale ve çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmaları yapanlara teşekkürlerimi sunar, okuyucularıma da okumalarını tavsiye ederim.)

16. ve 17. YY dan sonra dünyadaki özellikle de Avrupa’daki düşünsel ve teknik gelişmeler, doğa yasalarının keşfi, bu yasaların betimlenmesi; daha gelişmiş bir şekilde maddenin tanınması ve tanımlanması sonucunu doğurmuştur.  Kanaatimce periyodik cetvelin keşfedilmesi; maddenin tanınması açısından çok önemli bir aşamanın geçilmesi ve bundan sonraki gelişmelerin temelini oluşturması açısından çok önemlidir. 

Elbette bu gelişmeleri tarihin bir dönemine değil insanlığın bütün zamanlarındaki bilgi birikiminin bir sonucu olarak görüyoruz. Bu değerlerin oluşumunda pagan toplumlardan, Sümer’e, Asur’a, İnka’lardan, Hint, Çin, Müslüman, Hristiyan, Yahudi toplumlara kadar bütün insanlığın katkısı bulunmaktadır. Bu itibarla bütün çağlarda insanların ortaya koyduğu değerler bir yönüyle bütün insanlığa aittir.  

Mukayeseli olarak bakıldığında ise içinde olduğumuz toplumların ve devletlerin bugün insanlığın kullandığı çok sınırlı sayıda ölçü tartı sisteminin geliştiricisi olduklarını görüyoruz. Bu toplumlar uzunluk, alan ve ağırlık dışında hemen hiçbir ölçü ve tartı birimi geliştirip dünyaya benimsetememiştir.

18. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti ölçü ve tartıların standartlaştırılması için büyük çabalar sarf etmiş fakat temelde bilgi ve teknolojinin üreteni olmadığı için Batıdan satın alınan her ürün ve malzeme için yine Batı standartları kullanılmaya mecbur kalınmıştır.

Bu amaçla özellikle İngiltere, Fransa ve Almanya’ya çok sayıda mühendis sırf bu amaçlarla gönderilmiş, batılı bir çok uzman Osmanlıya davet edilmiş ve çağın gerektirdiği malzeme, ürün ölçü ve tartı standartları öğrenilmeye ve uygulanmaya çalışılmıştır. Belli aşamadan sonra batı ölçü tartı standartları olmaksızın günlük hayat dahi yönetilemez olmuştur.

Osmanlıdan sonra Türkiye Cumhuriyeti Devletinde ölçü ve tartılarla ilgili olarak 1926 yılında hazırlanan kanun taslağına, TBMM nin 13 Mart 1931 tarihli oturumda son hali verilerek yasalaşmıştır. Ağırlık, uzunluk, alan ve hacim ölçüleri dışında bu yasaya tarihimizde ilk defa açı, yoğunluk, mekanik, zaman, elektrik, ısı, ışık ve optik gibi alanlarla ilgili ölçü birimleri de eklenmiştir. (Hakan Bacanlı-Ölçü İnkılabının Tarihsel Süreci, Ölçüler Kanunu’nun Kabulü ve Uygulanışı. Sayfa 117)

Artık günümüzde bütün mal ve hizmetler sadece uzunluk, hacim ve ağırlık olarak değil çok daha farklı unsurlar ölçülerek ve tartılarak alım satıma veya  diğer bir deyişle hukuka konu edilmektedir. Mesela buğday alıyorsanız; ağırlığın yanında, nem, kuru madde, nişasta, hektolitre, protein gibi unsurlar ölçülerek fiyatlanmakta yani hakkın oluşmasına temel olarak alınmaktadır.  Bu unsurlar ayçiçeğinde, yağ, protein, kuru madde, sütte; yağ, protein, kuru madde, nişasta, bakteri sayısı, suda; ph, renk, koku, klor, demir, sülfat vb parametreler, 1 ton çinko konsantresinde; çinko, kurşun, bakır, civa, arsenik, sülfat, demir vb daha bir çok parametre, 1 ton inşaat demirinde; fiziksel özelliklerin yanısıra, akma-çekme mukavemeti, karbon, sodyum oranları, kumaşta; iplik sayısı, yün oranı, akrilik oranı vb  gibi unsurlar   fiyatlamanın yani hakkın konusu olmaktadır.

Şüphesiz alım satım dışında burada zikredilmesi mümkün olmayan tarımda, sanayide, bilimsel çalışmalarda kullanılan bir çok ölçü tartı birimi bulunmaktadır.

Gelelim borç ve alacakların kayda geçirilmesi konusuna;

Kayıt ne için tutulur?  Aslında bu soru ile başlamak çözümleme açısında daha yararlı olacaktır.  Aklı, hafızası, gücü sınırlı olan, geçen zaman içinde unutabilen bir varlık olarak insanın, herhangi bir borç alacak ilişkisinde bir hak iddiasında bulunabilmesi, ancak o bilginin yazılı olarak delil keyfiyetini kaybetmeyecek şekilde kaydedilmesi ve saklanmasıyla mümkündür.   

Yazı ve rakamın bu ihtiyaç ve gerçeklerden hareketle icat edildiğini, geliştirildiğini ve bu zamana kadar ulaşarak bu günki halini aldığını düşüyorum. Bu durumun insana akıl, irade, sorumluluk verildiği (halife seçildiği) zamandan itibaren başladığını da çıkarımla söyleyebilirim.

Kerim Kitapta isim ve kalem kelimelerine bakıldığında; varlığa isim koymak ile kalemle yazma işlemi arasında yani bilgininin veya verinin ortaya konulması (şahitlik) arasında bir ilişki olduğunu, yine bilme ile kalemle yazma arasında da bir bağ bulunduğunu görebiliriz. 

Yine Kuranın ilk indirilen suresi olan Alak 4.,5. ayetleri ve Kalem 1. ayet ve Bakara 282. ayeti gerçekten hayranlık uyandıracak şekilde bilmeyi ve yazmayı, insanlar arasındaki borç ve alacak ilişkilerinin kayda geçirilmesini emreder.

Yazı, rakam ve tabii olarak kayıt; bilginin veya verinin, kişi veya kişiler arasında sır veya giz olmaktan çıkarılıp, ilgilisine; görünür, müşahhas, şahit olunabilir hale getirilmesi, yani şahitlik veya şehadet noktasına taşınması demektir. Bu aşamadan sonra ancak hak, hukuk iddiası başlar. Ata sözünde ne güzel ifade edilmiş; söz gider yazı kalır! Elbette duyma ve görme şeklindeki şahitlik konusu da vardır, ancak bu durum yazımızın konusu değildir.

Kayıt kavramının yazmayı ve hesabı da içine aldığını dolayısıyla muhasebe işlemlerinin de kayıt kapsamına girdiğini ayrıca ifade etmek isterim.

İnsanın avcı toplayıcı olarak yaşadığı paleolitik çağdan, nisbi olarak üretim yapmaya başladığı neolitik çağa geçtiğinde; aynı zamanda yazıyı ve rakamı icat ettiği, en erken alışveriş kayıtları olarak kabul edilen mühürlerin M.Ö. 8 bin yıl öncesinde bulunduğu arkeologlar tarafından ifade edilmektedir. 

Borç ve alacağın kayda geçirilmesi ve daha genel anlamda bir muhasebe ve kayıt düzeni; Eski Mısırdan, Asur’a, Hititlerden, İnkalara oradan yakın zamanlara kadar bütün kadim toplumlarda çok önemli bir yönetim unsuru olarak ele alınmış ve yaşadıkları çağa göre hayranlık uyandıracak kayıt sistemleri geliştirilmiştir.

Çağdaş toplumlarda ise kayıt sistemi, gelişmişlik düzeyinin bir göstergesi olarak ele alınmaktadır. Dünya nüfusunun 8,5 milyara ulaştığına, insan ilişkilerinin, sanayileşmenin, üretim ve para ilişkilerinin bu çağdaki kadar karmaşık olduğuna, hiç zaman dilimi şahitlik etmemiştir.  Bu itibarla bu karmaşık ilişkileri yönetecek kayıt ve muhasebe düzenleri gerçekten çok büyük önem arzeder hale gelmiştir.  

Hele de dünyanın nimetlerinin hesapsızca tüketildiği, çevrenin sanki bir daha hiç yaşanmayacak şekilde kirletildiği bir çağda, tedbir alabilmek ve gelecek nesillere bir değer aktarabilmek için kayıtlı bir hayat yaşamaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Fert, toplum ve devlet olarak ayakta kalabilmenin en kestirme ve geçerli yolu kayıtlı bir hayat yaşamaktır.   

Kahramanmaraş merkezli depremde yaşadığımız sıkıntıların tamamı; yukarı bölümde tanımlamaya çalıştığımız biçimde, maddenin ve varlığın doğru tanınmaması, bu çerçevede ölçü tartı işlemlerinin doğru yapılıp kaydedilememesi ve buna göre hareket edilmemesi sebebiyledir. Bunun sonucunda insanlar birbirlerine karşı haksız kazanç elde etmiş, çoğu fakirleşmiş, azı da haksız biçimde zenginleşmiştir.     

Enflasyon mesela, ekonomik verilerin doğru ölçülmediği ve buna dayalı olarak iktisat biliminin gereği yapılmadığı için haksız fiyat artışları oluşmakta, bunun sonucu toplumun dar bir kesimi, geniş kitleler aleyhine haksızca zenginleşmektedir.      

Mal ve hizmet üretimine katılan bütün faktörlerin bir ölçü dahilinde üretim zincirine katılamadığı, emeğin ölçülemediği, bir ürünün reçetesine katılan maddelerin hakkıyla analiz edilip istenen unsurları sağlayıp sağlamadığının kontrol edilemediği bir ortamda tağşiş edilmiş maldan, değeri düşen paraya kadar çok geniş bir haksız kazanç alanı (riba) oluşmakta ve bu şekilde servet temerküzüne (tekasür) yol açılmaktadır.     

Emek ölçülmediği için aynı iş yerinde aynı işte fazla çalışanla çalışmayan, iş verenle çalışan arasında hak ilişkisi gerçek anlamda kurulamamakta ve bunun sonucunda işçinin hakkı çiğnenerek işveren haksız kazanç elde etmekte veya işçi yaptığı işin hakkını vermeyerek işverene karşı haksız kazanç elde etmektedir.

Devlet işlerinde yapılan işler tam bir kayıt düzeni içinde kaydedilmediği ve muhasebeleşmediğinde, verilen hizmetlerin verimliliği esaslı olarak ölçülmediğinde; toplumdan alınan vergi ve diğer gelirlerin tam ve yerinde harcanıp harcanmadığı belirlenemez. Bu şekilde haksız vergi toplanma durumuna gelinebilir ki devletlerin bekası da doğrudan bununla ilgilidir.    

Üretim işletmelerinde; üretimin her safhasında sisteme giren çıkan; ilk madde malzeme, hammadde, su, gaz, buhar, enerji, ağırlık gibi unsurların sistem içi ölçülmesi, kaydedilmesi ve verimlilik standartlarıyla mukayese edilmesi ve bu şekilde fazla tüketimlerin önüne geçilmesi gerekir. Bu yapılmadığında israf edilen her unsurun bedeli, malın maliyetine eklenerek tüketenden çıkarılacak ve tüketen aleyhine haksız kazanç oluşacaktır.   

Aile içi ilişkilerde; kayıtlı bir düzene geçmek gerekir. Aile bireylerine alışverişlerde yapılan harcamaları ve evin masraflarını gelir ve giderlerini göstermeliyiz. Gelir gider hesaplarını ölçümlemeden harcama yaparak açık veren aile bütçesi, açığını ya varlık satışı yada borçlanma yoluyla gidermeye çalışacaktır ki; bunun sonu da açıkça hüsrandır. 

Yakınlarımıza verdiğimiz veya onlardan aldığımız borç ve alacak ilişkilerini mutlaka zaman, süre, miktar, geri ödeme ve şahit bir kimse olacak şekilde kayda geçirmemiz ve taraflara bunun bir nüshasını vermemiz gerekir.

Gençlerimizin evlilik sözleşmesi yapmalarını öneriyorum. Bu hem birbirlerini tanımaları açısından daha iyi sonuç vereceğini hem de yarınlarda ortaya çıkacak tartışmaları engelleyici ve telafi edici imkanlar sunacağını düşünüyorum. Alınacak veya verilecek mihr tam olarak bu sözleşmeye yazılmalı, daha sonra tarafların maddi olarak aileye kattığı değerler bu sözleşmeye eklenmelidir. Vaki boşanmalarda insanların acı çekmeden, tartışmaya girmeden, hak ve hukuku rencide etmeden boşanmaya imkan sağlaması açısından da evlilik sözleşmeleri çok önemlidir.     

Bilhassa ortaklık teşebbüslerimizde ortaklık anlaşma ve senetlerini çok sağlam yapmalı ve bu anlaşmalara mutlaka uymalıyız. Bir toplumda ortaklık hukuku ne kadar gelişmişse o toplumda maddi ve manevi zenginlik o kadar artar. Bu itibarla Şirketlerimizin sağlam kayıt ve muhasebe düzenleri kurması gerekir. Öyle devasa cirolarla iş yapan şirketler biliyorum ki; hala şirket merkezinde bir muhasebe personeli istihdam etmiyor, kurumsallaşma yönünde gereken adımları atmıyor. Bence devlet belli ciroyu aşan şirketlere kurumsallaşmayı zorunlu tutmalıdır.

Şayet bir memlekette; mazlumları, fakirleri, garibanları, yetimleri, emekçileri ve tabiatı korumak istiyorsanız o ülke ekonomisini ölçülebilen kayıtlı ekonomi haline getirmek zorundasınız. Ne kadar kayıt dışılık varsa o kadar ölçüsüzlük, emek sömürüsü ve haksız kazanç var demektir.

Hangi ideolojiye veya inanca sahip olursak olalım, dünyanın neresinde yaşıyorsak yaşayalım, hangi yaş, kültür, zenginlik seviyesinde olursak olalım insanca yaşamak için; bütün iktisadi ilişkilerde haksız kazanç oluşmaması adına ölçü ve tartımın tam yapılmasına, bu ilişkilerin kaydedilmesine ihtiyaç vardır. Bu işlemi yapan insanlar da elinden ve dilinden emin olunan insanlardır. 

Allaha emanet olunuz.                                  

 

Ankara, 06.04.2023

Muhsin Ganioğlu

Yorum Ekle
Yorumlar (2)
Recep Kaya | 11.04.2023 13:56
İktisadın bu kadar güzel anlatımına daha önce rastlamadım. Ellerinize sağlık…
Hikmet Efe | 10.04.2023 23:28
Muhsin Bey'in yazıları her zaman sistematik bilgi üzerine kurgulanmış ve sonuçları günümüze uzanan yazılar oluyor. Bu yazısı hem bu niteliklere sahip, hem de kapsamı geniş yazılarından biri olmuş. Okuyucusu, etkileneni çok olsun inşallah...
Çok okunan haberler
Çok okunan yazılar