BÖLÜM-II
Geçen yazıda arz edilen sorunların önüne geçebilmek için öncelikle maden mevzuatına göre şu anda ülkemizdeki ihale yoluyla maden ruhsatı elde etme sürecini bir hatırlamakta fayda var.
Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) maden ruhsat hakkını devretmek için açtığı ihalelerde, devretmek istediği sahayla ilgili esaslı madencilik etüdleri yapılmadığı için hiçbir şekilde madenin cinsi, rezerv miktarı ve tenör bilgisi verilmemekte, hangi maden için ihaleye çıkıldığı belirtilmemekte, sadece Maden Kanununa göre beşe ayrılmış olan gruplardan birisinin adı verilerek ihaleye çıkılmaktadır.
Ruhsat devri yapıldıktan sonra madencilik için gerekli izinlerin alınamaması sebebiyle ihaleyi kazanan firmaya MAPEG’e yapılan ödemelerin iade edilmeyeceği, sahada madencilik yapılıp yapılamamasının bütün sorumluluğunun ihale katılımcısına ait olduğu ihale şartnamelerinde ifade edilmektedir.
Bu sebeple, ruhsat hakkı satın alındığında hiçbir değer ifade etmeyen bir mala çok büyük bir bedel ödenmiş olunabileceği gibi çok büyük değere haiz olan bir saha çok düşük bir bedele satın alınmış da olabilir.
MAPEG açısından devrettiği maden sahasının üretimi yapılacak maden açısından niceliğinin ve değerinin bilinmemesi doğru bir işlem midir? Niteliği bilinmeyen bir mal piyasaya arz edilir mi? Belirsizlik ve riskler önce burada başlamaktadır.
Bugünkü uygulamaya göre ihale ilanı ile ihale tarihi arasında verilen yaklaşık 2 aylık sürede hangi maden sahasının etüdü yapılabilir? Dahası maden sahası etüdü 2 aylık sürede yapılabilir mi? Bu süreler de esaslı maden etüdleri açısından asla yeterli değildir.
İhale katılımcıları maalesef piyasadaki söylentiler, kendi bilgileri veya çok yetersiz yüzey araştırma bilgileriyle ihalelere katılmak durumunda kalmaktadır.
İhaleyi kazanan yatırımcı daha sonraları şayet sahada beklediği gibi kolay işletilebilecek miktar ve tenörde bir rezerv varlığı tespit edememişse bu sefer o sahayı satmak veya devretmek için her türlü yola başvurabilmektedir. Onlarca yıldan beri ruhsat verildiği halde işletme aşamasına geçememiş bir yığın maden sahası bunun delilidir.
Diyelim ki bir müteşebbis, MAPEG’in ihalesine girdi, kazandı, parasını ödedi, maden ruhsatını aldı ve faaliyete başlamak istiyor. İhaleyi kazanan şirket olarak kendisi önce arama ve etüt amaçlı sondajlar için Tarım ve Orman, Çevre ve Şehircilik, Kültür ve Turizm, Maliye ve Hazine Bakanlıklarının ilgili birimlerinden gereken izinleri alacak, eğer ihaleyle alınan maden sahasında tarım arazisi varsa ve tarla sahibinden veya sahibi ölmüş ise varislerinden (bazen onlarca olabilmektedir) ruhsat sahibi olarak gerekli izinleri alacak, ondan sonra sahada aramaya başlayacaktır.
Şayet tarla sahibinden noter onaylı muvafakat alamazsa sondajlı arama bile yapamayacak ve o zamana kadar yapılan bütün masraflar boşa gitmiş olacak. Daha işin başında asla yürümeyecek bir düzen, inanılmaz bir bürokrasi orta yerde durmaktadır.
Diyelim ki müteşebbis arama safhasını geçti; uygun miktar ve tenörde rezerv buldu ve işletmecilik yapmak istiyor. Bu defa ÇED raporundan tutun da arazi (şahıs, orman, tarım, hazine) sahipleriyle olan münasebete kadar yukarıda saydığım bütün kurumlarla temas kurulacak, gerekli izinler ihdas edilecek ve ondan sonra MAPEG’e işletme izni için müracaat edilecek.
Bu arada da en az 2-3 yıl geçecek. Fizibilite, projelendirme, tesisin kurulması ve maden ocağı açılması süreçlerini de eklersek MAPEG’den ihale yoluyla alınan bir sahada işletmecilik yapılması 6-7 yıl sonra ancak olabilecektir.
Bütün bu zorluklar, insanların teşebbüs iştahını kırmakta ve sektöre daha ciddi yatırımların yapılmasını engellemektedir.
Halbuki en başta zanna değil hakikate göre davranış sergileyerek maden sahalarında, bundan sonraki satış veya devirler yapılmadan önce ilk olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar, Tarım ve Orman, Hazine, Kültür, Çevre ve Şehircilik bakanlıkları vb. ilgili bütün kurumların bir araya gelip o alanda madencilik araması yapılıp yapılamayacağını belirlemesi ve buna göre o sahada faaliyetin devam ettirilip ettirilmeyeceğine karar verilmesi gerekir.
Çalışma için önce MAPEG ve MTA’nın birleştirilmesi ve böylece yeraltı kaynaklarının hem hukukunun hem de tekniğinin bir arada yürütüleceği bölge müdürlükleri şeklinde bir idari yapı oluşturulmasının çok faydalı olacağını düşünüyorum.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından maden sahalarında yapılacak/yaptırılacak sondajlar dahil bütün çalışmaların, kurumun kendi çalışanlarıyla değil, akredite ettiği şirketlerden hizmet alımı yöntemiyle yapması işlerin daha verimli ve doğru ilerlemesini sağlayacaktır. Bunun için çalışmaların en ince detaylarına kadar proses edilmesi ve madencilik yapacak müteşebbislerin veya sermayedarların güvenebileceği, dünyaca kabul edilen standartlarda olması son derece önemlidir.
Bunun yanında gerek devlet kurumları gerekse özel sektör şirketleri için maden arama ve rezerv geliştirme standartları geliştirilmesi, bu standartların bağımsız bir kurum olan TSE tarafından onaylanması; MAPEG, kredi kuruluşları ve uluslararası kabul edilebilirlik açısından da önemlidir.
Verilen bütçeler çerçevesinde akredite edilen şirketler vasıtasıyla daha önce belirlenen sahalarda, Bakanlığın yönetim ve denetiminde, aşamalı olarak esaslı bir şekilde jeolojik ve gerekirse jeofizik etütlerin yapılması, ardından bu sahalarda sondaj yapılıp yapılmayacağına karar verilmesi madenciliğin geleceği açısından elzemdir.
Bilahare herhangi bir yerden izin almaya gerek kalmaksızın uluslararası kabul görmüş standartlara göre sondajlar yapılması, hangi sahada ne tür, kalite ve tenörde rezervlerin olduğunun ortaya çıkarılması, bunların değerlemesinin yapılması, zaman ve kaynak kaybını engelleyecektir.
Bunun yanında yine Bakanlığın akredite ettiği şirketler tarafından minerolojiden fizibiliteye kadar bilinen-geliştirilen teknolojik imkanlar çerçevesinde randıman ve karlılık etütlerinin yapılması ve ön fizibilitesinin yapılarak Kuruma sunulması gerekir.
Şayet uygun miktar ve tenörde rezerv tespiti yapılarak, çıkarılacak madenin ekonomik büyüklüğü ortaya konularak, “burada madencilik yatırımı yapılabilir” şeklinde devletin ilgili bütün kurumlarından çevrecilik şartları da gözetilerek işletmecilik izinleri alınırsa; ancak o zaman bir maden sahası devir için ihale edilmeli ve akabinde çalışma ruhsatı verilmelidir.
Elbette ortaya çıkarılan madenin rezerv büyüklüğüne göre uygun teknik ve mali yeterliliği olan şirketlerin ihalelere katılması gerekir. Ayrıca herkes madencilik yapmamalıdır.
Yapılan ihale neticesinde işletme hakkı devredilen sahayla ilgili daha önce yapılan bütün harcamaların yeniden değerleme yapılarak, ihale üzerinde kalan firmalardan ihale bedelinden ayrı olarak defaten tahsil edilmesi; daha sonra devletin yapacağı etüt ve hazırlık çalışmalarının finansmanı açısından çok büyük fayda sağlayacaktır.
Yani ÇED (çevresel etki ve değerlendirme) izni devlet tarafından alınmalı ve müteşebbis ihaleyi aldıktan sonra herhangi bir izne ihtiyaç olmadan yatırıma başlayabilmelidir.
Böylece hem tarım alanlarına, su kaynaklarına, kültür alanlarına, orman alanlarına en az zarar verilmiş olur hem de zaman, kaynak, insan ve müteşebbis israfı en aza indirilmiş olur kanaatindeyim.
Bu şekilde ülkemizde gerçekçi maden yatırımları yapılmasına bir zemin oluşturularak devletin ve şirketlerin madenlerden daha doğru kazanç elde etmesi sağlanır, bu suretle varlığa ve gelecek nesillere karşı sorumluluklar yerine getirilmiş olur.
İşletmeye açılan maden sahalarının denetimi nasıl yapılmalıdır?
Bugün madenlerdeki denetim faaliyetinin de doğru bir mantıkla yürümediğini düşünüyorum.
Zira MAPEG ve Çalışma Bakanlığı denetçileri gerçekten maden denetimlerini yapmaya ehil mi? Yapmadıkları veya yapamadıkları denetimin bedelini ödemeye hazır mı? Maaşı maden sahibi şirket tarafından verilen daimi nezaretçiler, kamu adına sahadaki can, mal ve iş güvenliği konularında madencilik icaplarına uygun olarak denetim yapabilir mi?
Bu soru ve sorunlara doğru cevap bulmak durumundayız.
Madem ki bu sahaların asıl sahibi devlettir; o halde inşaatlardaki yapı denetim mekanizmalarına benzer, idari, teknik ve mali yetkinlikleri Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından belirlenen “bağımsız madencilik denetim” şirketlerinin kurulması yararlı olacaktır. Elbette önerimiz devletin denetimden elini çekmesi anlamına gelmemektedir.
Bu denetim yapılarının maden sahipleriyle menfaat ilişkisi ve akrabalık ilişkisi içinde olmaması gerekir.
Belirlenmiş standartlar çerçevesinde idareye ve diğer muhataplara “makul güvence” verecek şekilde denetim yapmaya yetkin olacak bu şirketlerin, belirli bir sermaye yeterliliği de olması ayrıca gereklidir.
Denetim şirketlerinde akademiden gelen uzmanların da bulunması, en az 10 yıllık iş tecrübesine sahip maden, çevre, jeoloji, jeofizik, inşaat vb. diğer uzmanlık alanlarından mühendislerin denetim yapmasını yanında mali açıdan da sorumlu mali müşavirlerin bu yapılarda yer alması, denetimin amacına uygunluğu açısından önemlidir.
Denetim faaliyeti ayrıca hem maden sahası sahiplerine hem de diğer muhataplara yol gösterici niteliklerde olması gerekir.
Ayrıca Devletin maden işletmecilerinden denetim için aldığı bedelleri bir fonda toplayarak denetimlerin bedelini kendisinin doğrudan denetim şirketlerine ödemesi, işin doğasına uygun bir işlem olacaktır.
Bunlarla birlikte madenlerdeki risklere karşı özel sigorta sistemlerinin geliştirilmesi çok faydalı sonuçlar üretecektir.
Umulur ki ölümlü madencilik kazalarının ve madencilikten kaynaklı çevre facialarının yaşanmadığı bir ülke oluruz.
ANKARA . 21.02.2024
MUHSİN GANİOĞLU
ABD Seçiminin Tarafları | Hamza Er
07.11.2024
DİN VE DEVRİM / Muharrem BALCI
14.10.2024
Direnişin Cesur Lideri Şehid Oldu..
18.10.2024
Tarih böyle alçaklık görmedi
16.10.2024
Söz mü Eylem mi.. Nereye? CAVİT OKUR 20.10.2024