Kur’ani/ Peygamberi Bir Model Olarak Aile ve Toplum Tasavvuru Üzerine Bir Giriş Denemesi
1. Bölüm
Giriş: Kur’an Merkezli Bir Model Ortaya Koymanın Öncülleri
Yetkin Düşünce Dergisi’nin 3. sayısında “İslam’ın Güncellenmesi” Tartışmaları Bağlamında İlahi Vahyin Zamansal ve Toplumsal Gerçekliğe Tekabuliyeti Meselesi, makalemizde Kur’an ‘da ve Kur’an indiği vasatta ve Kur’an’da kadın-erkek tasavvuru, kadın- erkek ilişkileri ve toplumda karşılıkları üzerine bazı değerlendirmeler yapmış ve bazı tespitlerde bulunmuştum. Yine aynı derginin 9. sayısında Kaybolan Ailenin Kısa Tarihçesi; Ataerkil Aileden Modern Aileye Sorunlar ve Çözümler isimli makalemizde ise ailenin kısa tarihçesi ve kayboluş sürecini kısaca analiz ederek hem bu süreç ile ilgili hem de kadim aile hakkındaki kanaatlerimi paylaşmış, siyah beyaz bir fotoğraf çekmeye çalışmıştım. Sonuç bölümünde de aile yeniden kurulacaksa nereden başlanması gerektiği ile ilgili kısa bir not düşmüştük. Şimdi oradan devam edelim.
Eğer bugünün gerçekliğinde aile veya başka bir konuda Kur’an merkezli bir model ortaya çıkarılacaksa öncelikle yapılması gereken şey, ilgili ayetleri zaman, mekân ve bağlam bütünlüğü içinde değerlendirmek, amaç, maksat, illet ve hikmetlerini dikkate alarak nüzul ortamının toplumsal gerçekliğinde neye karşılık geldiklerini, nasıl algılanıp uygulandıklarını, muhataplarının kim/kimler olduğunu, inzal vasatında hangi işlevi gördüklerini, hangi toplumsal yaraya merhem olduklarını tespit etmek gerekmektedir.
Sonra bugünün vasatında, yani, kadının da erkek gibi reşit kabul edildiği, hayatın içerisinde, okulda, çarşıda, pazarda, tarlada, fabrikada vs. caminin dışında her yerde erkekle yan yana olduğu bir vasatta, bugünün toplumsal gerçekliğinde, bu ifadelerin ve inzal dönemi vasatındaki uygulamaların ne anlama geldiğini, birey ve toplum için ne ifade ettiğini, sorun mu çözdüğünü sorun mu oluşturduğunu anlamak ve görmek gerekir. Ayrıca ilgili ayetleri literal halleriyle anlamanın ve o halleriyle uygulamanın İlahi Vahyin hatta ilgili pasajın amaç, maksat, illet ve hikmeti ile ne kadar örtüştüğünü ortaya koyarak, günün toplumsal gerçekliğine göre yeniden yorumlamaktır. “Zihar, fey’, cizye, savaş esirleri ve esirlerin köleleştirilmesiyle ilgili Kur’ani ifadelerde zaten yapılageldiği gibi, benzer konulardaki, örneğin kadınlarla, özellikle de kadın- erkek ilişkileri ilgili ayetleri de o dönem vasatının sorunları bakımından “örnek çözümler” olarak kabul edip, daha genel bir iyileştirme için birer basamak olarak kabul etmek gerekmektedir. 1
Konumuz aile olduğuna göre bu “aile” nasıl bir aile olacaktır, nasıl bir çerçeve ve içeriğe sahiptir. Nasıl kurulacaktır, kim kuracaktır ve nereden başlanacaktır? Toplum ve aile ilişkisi nasıl olacaktır; aile mi toplumu, toplum mu aileyi oluşturmaktadır? Ailesiz bir toplum veya toplumsuz bir aile mümkün müdür; özgünlüğünü kaybetmiş küresel bir karaktere dönüşmüş günümüz toplum yapısını bir toplum olarak görmek ne kadar doğrudur ve bu tek düze, ailesiz küresel toplumsu yapı içinde aileyi yeniden kurmak ne kadar mümkündür? Zor sorular, belki de cevabı olmayan sorular bunlar. Ancak bir yerden başlamak gerekir. Aile ve toplumun öznesi insandır. Küresel toplumsu yapıda insan özne olmaktan çıkarılmışsa da, gerçek anlamda bir aileden söz edeceksek onun öznesi olan insandan başlamak durumundayız. Dolayısıyla önce parçalanan insanın onarılması ve insanın yeniden keşfedilmesi, fıtratının, doğasının ne olduğunun bilinmesi ve ona göre bir ailenin inşasına çalışılmalıdır. Bu bilgi ve farkındalık üzerine insanın, günümüzün zaman ve mekân gerçekliği ile örtüşen ihtiyaçlarını tespit etmek ve bu ihtiyaçları karşılayacak ve öznesi insan olan bir yapı/ kurum ortaya çıkarmak elzemdir. 2
Peki, bu nasıl mümkün olacak ve bu yeni yapıyı/kurumu kim kuracak? Daha da önemlisi bu aile nasıl bir karaktere sahip olacaktır? Gerçekten bugün aile bir ihtiyaç mıdır, yoksa biz yok olmaya yüz tutmuş bir kesimin kaygılarını mı seslendiriyoruz? Küresel ölçekte bügün insanlığın ne kadarı tarafından aile bir ihtiyaç olarak görülmektedir, daha önemlisi aile denince herkes aynı şeyi mi anlamaktadır? Bu konudaki kanaat ve önerilerimizi ortaya koymadan önce hem mevcut durumla hem de olması gerekenlerle ilgili tespitlerle işe başlayalım:
Tespitler
1- Mevcut şartlar, zamansal ve mekânsal gerçeklikler, ailenin yok oluşunu hazırladı. Aileyi yeniden kurmak için bu şartların değişmesi gerekir.
Aydınlanma Düşüncesinin ortaya çıkardığı hayat tasavvuru ve tasavvurun dinamikleri ailenin varlığını devam ettirmesine izin vermiyor. Çünkü mevcut anlayış bireyi ve toplumu sorumsuzlaştırıyor, toplumsal bağları parçalıyor, aidiyet duygusunu yok ediyor; en önemlisi de merhamet duygusunu ve tahammül edebilme kabiliyetini değersizleştirerek öldürüyor. Oysa bunlar ailenin üzerine oturduğu temellerdir. Ancak bugün için bu temeller mevcut değildir. Bu temeller yeniden atılmadıkça/kurulmadıkça aileyi ister geleneksel haliyle olsun isterse yeniden, yeni bir paradigma çerçevesinde olsun kurmak mümkün olmayacaktır. Bu temeller hangi zemin üzerinde kim tarafından ve hangi değerler sistemine göre kurulacaktır.
2- Aydınlanma Düşüncesi insanı zihnen, fikren, aklen, dinen duygusal olarak, hatta bedenen parçaladı, onu büyük ölçüde bir nesneye dönüştürerek haz ve tüketim objesi haline getirdi. Onu bütün sorumluluklarından, değerlerinden, aidiyetlerinden, yerel karakteristiklerinden azat ederek/ soyarak güya özgürleştirdi ve yeni bir varlığa dönüştürdü. Bu yeni insanımsı varlık kurumsal ve bildik anlamda bir aileye ihtiyaç duymamaktadır. İnsan kadim karakterine ve değerler yapısına dönmedikçe bu ihtiyaçsızlığı devam edecek ve ailenin kurum olarak inşası da mümkün olmayacaktır.
İnsan bu haldeyken ve bu hali daha da derinleşmeye devam ederken aileyi değer üreten bir kurum olarak yeniden kurmak nasıl mümkün olacaktır? Bu aileyi hangi insan kuracaktır. Mevcut insanın bu anlamda bir aile tasavvuru olmadığına göre aileyi yeniden kuracak insanı, kim hangi kültür içerisinde ve hangi değerler hiyerarşisine göre inşa edecektir? Mevcut insan, şu anki tasavvuruna göre (ki onun şu anki tasavvuruna göre aile bir ihtiyaç değildir, hatta insanın özgürleşmesinin, kendisi olması önünde bir engeldir.) yeni aileyi kurması nasıl mümkün olacaktır?
3- Bir şey kurulacaksa, oluşacaksa önce onun açık ve gerçek/ zaruri bir ihtiyaç olarak ortaya çıkması ve sonrasında muhatapları tarafından da bir ihtiyaç olarak kabul görmesi gerekir.
Yani ortaya çıkacak şeyleri ihtiyaçlar belirler. İhtiyaç oluşmamışsa, suni olarak var edilen ve sahte bir ihtiyaç olarak topluma kabul ettirilen olguların uzun süre ayakta tutulması zordur ve bir saman alevi gibi yanıp söner ve yeni yapay ihtiyaçlara yönelinir.
Modern tasavvurda ve yaşam biçiminde aileye yer olmadığı için bu kültür ve dünya içinde ailenin bir ihtiyaç olarak ortaya çıkması mümkün değildir. Dolayısıyla yeni bir aile kurulacaksa bu aileyi kuracak insanın bunu bir ihtiyaç olarak, hatta zaruri bir ihtiyaç olarak görmesi gerekir.
Aile bireyler üzerine inşa edilir ama toplumsal vasat bu inşaya müsait değilse bir bina/ kurum olarak aileyi kurmak/ oluşturmak mümkün olmaz; insanın hazır olması kadar toplumsal vasatın da bu inşaya uygun olması, uygun hale getirilmesi gerekir.
4- Ailenin önemi toplumu var eden ve devamını sağlayan temel çekirdek olmasıdır. Çekirdek dağıldığı veya çürüdüğü zaman toplumun bir beden olarak varlığını devam ettirmesi mümkün olmaz ve eninde sonunda yok olur. Bugün bu toplumsal yapı can çekişmektedir ve hatta bazı zeminlerde yok olmuş durumdadır.
Yığınlardan oluşan bu yeni insan kümeleri kadim insani ve toplumsal değerlerden soyutlandıkları için bir toplum karakterine haiz değildirler. Dolaysıyla ailenin yok olması insanlık için daha hayati bir konu olan toplumun yok olmasına neden olmaktadır. Biraz yumurta tavuk ilişkisi gibidir ama aileyi kurmadıkça toplumu yaşatmak da mümkün olmayacaktır. Konuya biraz a bu açıdan yaklaşmak gerekir.
İslam’ın veya Müslümanların Bir Aile Tasavvuru Var mı?
Konuya özelde Müslümanlar genelde dindarlar özelinde yoğunlaşalım. Çünkü bugün için aileyi retorik düzeyde de olsa dert edinenler ve çözüm aramaya çalışanlar sadece bu kesim. Ancak bu kesimin “aile” denince zihinlerinde ne canlandığı ayrı bir sorun yumağı şimdilik o yarayı fala kaşımayalım ve bu durumu bir veri ve kazanım olarak kabul edip bunar üzerinden yürüyelim. Bin beş yüz yıllık Müslüman kültür içerisinde ailenin her dönemde önemli addedilmiş olduğunu ancak Resul döneminde inşa edilen yeni aile tasavvuru ve yapısının devam ettirilememiş olduğunu söylemekle ve şu tespiti yapmakla yetinelim. Resul sonrası dönemde aile gibi pek çok konu, değer ve kurum ambalajı İslam koksa, İslami görünse de, İslami içeriğini deforme ederek, varlığını İslam öncesi dönemdeki gerçekliği üzerinden devam ettire gelmiş, bu yüzden kendisini yeni şartlara ve ihtiyaçlara kapatarak değişim ve dönüşümü mümkün olmamıştır. Bugün dindarların aile dedikleri olgunun İslam öncesi kültürün aile anlayışı olduğunu unutmayalım. İslam öncesi derken kastımız sadece İslam öncesi Arap kültürü değildir, Türk, Kürt, Fars, Hint gibi tüm etnik yapılardır. Önce olguyu (ilk dönem aile tasavvurunu) anlamaya çalışalım, sonra neyi kaybettiğimiz daha kolay kavrarız diye düşünüyorum. “Kaybettiğimizi nasıl buluruz, günümüze nasıl taşırız” sorusu/konusu daha zor ve çetrefilli bir konu, ona da imkân dâhilinde daha sonra değinelim.
1 Mehmet Yaşar Soyalan, İlahi Vahyin Zamansal ve Toplumsal Gerçekliğe Tekabuliyeti, Yetkin Düşünce Dergisi, s.5, 2018,
2 Mehmet Yaşar Soyalan, Kaybolan Ailenin Kısa Tarihçesi; Ataerkil Aileden Modern Aileye Sorunlar ve Çözümler, Yetkin Düşünce Dergisi, s.9, 2020,
Devam edecek...
Ebu Ubeyde: Nasrallah'ın yasını tutuyoruz
28.09.2024
HİZBULLAH'IN FİLİSTİN SINAVI | HAZIM KORAL
28.09.2024
Lübnan sınırında ilk sıcak temas
02.10.2024
Tebaa ve İtizalciler | Muharrem Balcı
11.09.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024