metrika yandex
  • $32.45
  • 34.68
  • GA18240

ESKİ AHİT VE ŞİDDET TANRISI YEHOVA

ENES TARIM
21.11.2021

Şiddet, köken olarak insanlık tarihi kadar eski bir davranış biçimi…

İnsan nesli Kabil’in kıskançlıkla kardeşi Habil’i öldürmesinden beri nebatatı yakıp tahrip ederek, hayvan nesillerini öldürüp yok ederek vahşi bir yaşam sürüyor.

Kabil insanlık için kötü bir örnekti ve onun nesli o günden bugüne hiç durmadan savaşlarla, şiddet gösterileri ile kan döküp durdu.

İnsanlık küçük kabile toplumlarında avcılık ve toplayıcılıkla geçinerek göçebe bir yaşam sürdürürken de; sonrasında modern yaşam biçimine geçip yüzbinlerce kişiden oluşan şehirlerde imparatorluklar kurmayı başardığında da daima zayıf olanları yok ederek, kölelik düzenleri kurarak bir yaşam sürdürmeyi yeğledi.

Sibirya tundrasından Avustralya çöllerine, yağmur ormanlarından Ortadoğu’ya ve Avrupa’ya olan yürüyüşünde el değmemiş her bakir bölgede bitki örtüsünü ve içerisindeki her türlü canlıyı yok ederek bugünlere geldi.

İnsanlığın ilk kökeni yani Adem’in cennetten kovulduktan sonra ilk yerleşim yeri güçlü bir varsayımla Doğu Afrika’ya dayanırken; oradan Ortadoğu’ya Avrupa ve Asya’ya son olarak ta Avustralya ve Amerika’ya doğru yayılan homosapiens, her gittiği yere bela musibet ve savaş götürürken; bu uzun tahrip edici yürüyüşünde kendisine barış ve kardeşlik buyrukları ile eşlik etmesi gereken dini metinler de onu zapt edemedi dizginleyemedi.

Ve çoğu zaman muharref kutsal kitaplar bizzat şiddet gösterilerinin kökeni, kaynağı olarak başucunda yer aldı.

İnsanlığı barış ve esenliğe davet etmesi gereken dindarlar yüzyıllar boyu tüm yeryüzüne kötülükler yayıp durdu.

Ruhbanlık müessesesi kimi zaman maddi karşılıklarla cennetten arsalar satarken, kimi zamansa tekfir ederek, büyücülükle itham ederek binlerce insanı ateşlere atarak yakıp durdu…

Bu şiddet gösterileri, yani dinlerin baskı ve şiddet ile özdeşleşmesi, toplumları modern zamanlarda seküler yaşam biçimlerini seçmeye zorladı.

Bunlar şüphesiz insanlığın Allah’a olan yönelişini akamete uğratmaya yönelik hareketlerdi.

Ve zaten Kitapta da Allah ile melekler arasında gerçekleşen bir diyalogda yaratılacak halife fesat çıkaracak ve kan dökecek biri (Bakara, 30) olarak nitelendiriliyordu...

Bu diyalog yeryüzünde Âdemden önce şiddeti kullanmış başka insan topluluklarının yaşamış olduğu varsayımını akla getirse ve bu tevil yorum olmaktan öteye geçmeyen bir varsayım olsa da, yine de insanoğlunun şiddete ne denli meyyal bir varlık olduğunu gösteren bir işaret olması açısından ilginçtir.

O halde şiddet fıtrî bir durum mudur yoksa insanın yeryüzünde yaşam sürerken sonradan öğrenerek kazandığı bir alışkanlık mıdır sorusu ehemmiyet arz ediyor.

Dinlerin öğretilerinde şiddeti teşvik edecek referanslar yüzünden mi insanoğlu çevresine bu kadar sert ve acımasız davranmakta?

Şiddeti onların tanrısı mı emretmekte?  

Kendisini barış ve esenlik kaynağı olarak tanımlayan dinler tüm yeryüzünde geçmişten bugüne devam eden şiddet gösterilerinin birer asli kaynağı mıdır?

***

Şiddet; “güç ve baskı uygulayarak bedensel veya ruhsal açıdan zarar veren bireysel veya toplu hareketlerin tümü” şeklinde tanımlanır.

Fiziksel saldırganlığı ifade eder ve lügat anlamı; “bedene zor uygulama, bedensel zedelenmeye neden olma, kişisel özgürlüğü zor yoluyla kısıtlama, bozma, sertlik ya da haşinlik” gibi anlamları içerir.

Başka birine güç veya baskı uygulayarak onun rızası dışında bir şey yapmak ya da yaptırmak, baskı uygulamak anlamına gelir.

Bazı toplumlarda şiddet olarak nitelendirilen olgular, farklı toplumlarda ya da geleneklerde bir şiddet eylemi sayılmayabilecek olsa da bu istisnai bir durumdur ve aslında şiddetin ne olduğu, daha doğrusu neyin şiddet kapsamında sayılabileceği tüm insanlığın ittifakla kabul ettiği davranış, söz ya da uygulamalardır.

Kuran dâhil tüm semavi kitapların en ortak özelliği belki Tanrı’yı üstün bir güç ve otorite olarak nitelerken onu günahları cezalandıran ve affeden şeklinde resmetmesidir.

Bu yazımızda özellikle dinsel şiddetin kaynaklarından biri olan Yahudilik üzerinden muharref kitap Eski Ahit’in şiddeti nasıl resmettiği üzerinde durmaya çalışacağız.

***

Musa’ya verilen On Emir’de öldürmek, haksızlık, hırsızlık ve zulüm yasaklanır ve bir barış tablosu resmedilir: “Kurtla kuzu bir arada yaşayacak, parsla oğlak birlikte yatacak, buzağı, genç aslan ve besili sığır yan yana duracak, onları küçük bir çocuk güdecek. Kurtla kuzu birlikte otlayacak ve aslan sığır gibi saman yiyecek, yılanın yiyeceği ise toprak olacak.” (İşaya, 65: 25)

Barış ve kardeşlik o kadar vurgulanır ki: “İnsanlar kılıçlarını çekiçle dövüp saban demiri, mızraklarını bağcı bıçağı yapacaklar. Ulus ulusa kılıç kaldırmayacak, savaş eğitimi yapmayacaklar artık.” (Mika, 4: 3)

Oysa tarih boyu İsrailoğullarının kuvvetli bir argüman olarak şiddeti kullanması ve Yahudiliğin şiddet üzerine kurulmuş bir din olması bir çelişki değil midir?

Acaba Yahudiliğin kutsal kitabı Eski Ahit barış ve kardeşliği emretmekte iken İsrail oğulları bunu anlamayıp, algılayamayıp yanlış teviller yaparak kendi hevaları doğrultusunda şiddeti meşrulaştırdılar mı?

Yoksa tam tersi Eski Ahit tanrısı despot, kindar, acımasız ve ıstırap çektirmekten haz alan bir Tanrı mı?

***

Yahudiliğe göre insan, Tanrı tarafından kendi suretinde yaratılmıştır.

Ve en önemli özelliği de ırka dayalı etnik olması, seçilmiş millet ve vaat edilmiş toprak anlayışına dayanmasıdır.

Bunun doğal sonucu olarak Eski Ahit’in çok sayıda savaş motifi içerdiği görülür.

Öyle ki Yehova, ordular kumandanı bir savaş Tanrısıdır.

Yahudiler dışında hiç kimseye küçücük bir merhamet kırıntısı taşımayan bir klan Tanrısı...

Belki bu tahrif edilmiş tanımın altında tarih boyunca Yahudilerin maruz kaldıkları şiddetin etkisi vardır ve yaşadıkları sıkıntılar onların Tanrı anlayışını etkilemiştir.

Çünkü Yahudi tarihi bir anlamda kendileri dışındaki tüm kavimlerle savaşan, kavga eden, kovulan, uyum sağlayamayan bir sürgünler ve savaşlar tarihidir.

Bu olgunun izleri Yahudi kutsal metinlerine sık sık yansımış, sadece kendilerini koruyup kollayan, savaş taktikleri veren bir tanrı tahayyülü oluşmuştur.

Bundan müteşekkil Kabala geleneğinde Yahudi olmayanların ruhunun Yahudilerin ruhundan daha alt seviyede olduğuna inanılır.

Ve Eski Ahit’te Yahudi savaş hukukuyla ilgili olarak şu metinler dikkat çeker:

“Bir kente saldırmadan önce barış önerin. Kabul eder, kapılarını size açarlarsa, kentte yaşayanların tümü sizin için köleler gibi çalışacak, size hizmet edecekler. Ama barış önerinizi geri çevirir, sizinle savaşmak isterlerse, kenti kuşatın ve teslim alınca orada yaşayan bütün erkekleri kılıçtan geçirin. Kadınları, çocukları, hayvanları ve kentteki her şeyi yağmalayın. Tanrınız Rabbin size verdiği düşman malını kullanabilirsiniz. Yakınınızdaki kentlerin tümüne böyle davranacaksınız. Tanrınız Rabbin size miras olarak vereceği bu halkların kentlerinde nefes alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız tümüyle imha edeceksiniz.” (Tesniye, 20: 10-18)

Zaman zaman evcil hayvanların da yok edilmesine varan katliamlarda kadın, erkek, çocuk yetişkin, öküz, koyun, deve, eşek ayrımı dahi yapmaz:

“Böylece kenti ele geçirdiler. Kadın erkek, genç yaşlı, küçük ve büyükbaş hayvanlardan eşeklere dek, kentte ne kadar canlı varsa, hepsini kılıçtan geçirip yok ettiler.” (Yeşu, 6: 21)

Yehova Eski Ahit’te çoğunlukla savaşçı bir Tanrıdır ve Yahudi bilginler onu orduların komutanı olarak anlatır:

“… Onlara şöyle yapacaksın: Mezbahalarını yıkacaksın ve dikili taşlarını parçalayacaksın ve onları balta ile keseceksin ve onların oyma putlarını ateşte yakacaksın… Ve Allah’ın Rabbin sana teslim edeceği bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acımayacak...” (Tesniye, 7:16)

Yine Yehova, Yecüc Mecüc ile yapılacak dünyanın sonundaki savaşta sadece canlıları değil dağları ve taşları da hedef alır ve her şeyi yerle bir etmeyi kullarına emreder…

Hülasa Yahudiliğin kutsal metinlerinde şiddet yadırganmamış, Tanrı’nın emriyle meşrulaşmış ve bunun sonucunda İsrail oğulları tarihi kin öfke intikam ve savaş tarihi olmuştur.

Taşlayarak öldürme, yani recmetme, kılıç ve mızrak gibi kesici ve delici aletlerle parçalama, asma, boğma ve yakma gibi öldürme argümanları muharref Tevratta bolca kullanılır.

İsrail oğullarının Medyenlilere karşı giriştikleri savaş şu sahneleri içerir:

“Rabbin Musa’ya verdiği buyruk uyarınca Medyenlilere savaş açıp bütün erkekleri öldürdüler. Medyenli kadınlarla çocuklarını esir alıp bütün hayvanlarını, sürülerini, mallarını yağmaladılar. Medyenliler’in yaşadığı bütün kentleri, obaları ateşe verdiler. İnsanları, hayvanları, yağmalanmış bütün malları yanlarına aldılar… Musa ordunun komutanlarına, savaştan dönen binbaşılara, yüzbaşılara öfkelendi. Onlara: “Bütün kadınları sağ mı bıraktınız?” diye çıkıştı.”(Sayılar, 31: 3-15)

Başka bir diyalogda Musa altın buzağıya tapanların durumuyla ilgili olarak Tanrı’dan aldığı emirlerin yerine getirilmesini isterken şu ifadeleri kullanır: “…Musa şöyle dedi: “İsrail’in Tanrısı Rab diyor ki herkes kılıcını kuşansın. Ordugâhta kapı kapı dolaşarak kardeşini, komşusunu, yakınını öldürsün…” Levililer Musa’nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün halktan üç bine yakın adam öldürüldü. Musa: “Bugün kendinizi Rabbe adamış oldunuz. Herkes öz oğluna, öz kardeşine düşman kesildiği için bugün Rab sizi kutsadı.” dedi.( Çıkış, 32: 27-29)

Musa’dan sonra gelen ve İsrail oğullarını kutsal topraklara ulaştıran Yeşu hakkında ise şu anlatılara yer verilir: “Kadın erkek, genç yaşlı, küçük ve büyükbaş hayvanlardan eşeklere dek, kentte ne kadar canlı varsa, hepsini kılıçtan geçirip yok ettiler.” (Yeşu, 6: 21)

Yine Peygamber Samuel İsrail Kralı olarak atadığı Saul’a şöyle demektedir: “Şimdi git Amaleklilere saldır. Onlara ait her şeyi tamamen yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Erkek, kadın, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.” (Samuel, 15: 2-3)

***

Binaenaleyh kutsal kitaplarında kendileri dışında tüm ötekilerin yok edilmesi gereken birer düşman addedilmesi İsrail oğullarının güçlü oldukları her yüzyılda şiddeti bir araç olarak kullanmalarına yol açtı. Ve Eski Ahitte şiddete dair pasajların çoğunlukta olması Yehova’nın bir ölüm tanrısı olduğu iddiasını güçlendirmekte.

İşin garibi de bu metinlerin Yeni Ahit müntesipleri olan Hıristiyanlık tarafından garipsenmemesi, Eski Ahit’in kutsal kitap olarak sahiplenilmesidir.

Sonuç olarak; insanlık tarihine baktığımızda tüm insanlığı savaştan nehyederek barış ve kardeşliği emrederek insanlığı sükûnete ve huzura çağırması gereken dinler elçilerin ölümünü müteakip genelde tahrif edilerek etnik çıkar ve menfaatler doğrultusunda birer kavga ve şiddeti emreden metinlere dönüştürülmüştür.

Yani tahrif edilerek değiştirilerek orijinalinden saparak…

Bu yapılarken hem de tanrı adına onun emirleri imiş gibi…

Bu da sonuçta mutlak olarak orijinal metinlerde bir barış kitabı olan Eski Ahit’i ve aslında tüm insanlığın tanrısı olması gereken Yehova’yı, kitabın tahrifinden sonra bir canavara dönüştürerek onu bir “ordular tanrısı”, “şiddet tanrısı”, “bir kavmin, bir ırkın kendi tanrısı” haline getirmiştir.

İsrail oğullarının tarihinin sürgünler tarihi olması beraberinde düşmanlardan korunma güdüsü, dışlanmışlık, kovulmuşluk gibi septomların Eski Ahite yansıyışı onu bir “nefret kitabı”, tanrısını da kendileri dışında herkesi yok etmeyi emreden bir “öç tanrısı” siluetine büründürmüştür.

Dolayısıyla, Eski Ahitte bazen “düşmanlarınızı sevin” derken, kimi zaman da “düşmanların kılıçtan geçirilmesini” emreden çelişkili metinlerin sorgulanmadan iman edilişinin altında onların kutsal metin addedilmesi,  kesin iman gerektirmesi ve sorgulanamaz olması vardır.

Bunun sonucunda da kutsal metinlerdeki sevgi söylemleri ile pratikteki gerçek yaşanan hayat birbirine uymamakta; sevgi, barış, ölçülülük, yardımseverlik, cömertlik ve sadık olmayı emreden dindarlık figürü, az ileride kavmi ile övünen ötekine düşmanca saldıran, kavga eden ve her an nefret kusan birer dindar figüre dönüşmektedir.

Belki muharref dinlerin tümünün asıl sorunu da bu galiba…

Selam ve dua ile…

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Ayla Güneş | 21.11.2021 14:55
Kaleminize, elinize sağlık. Bir süredir ben de tam bu konunun gündeme getirilmesini istiyordum. Ne güzel oldu.