Onunla 1990 yılında Alanya’da tanıştık. Sonra neredeyse hergün birlikte olduğumuz iki buçuk sene geçirdik, 1992’nin Temmuz’unda Alanya’dan ayrılırken öğrencilerimi ona emanet ettim. Ardından bir ömür süren dostluk ve vefa dönemi başladı. Ta ki cerrahların neşteri hakkın emrine vesile oluncaya kadar. Bizim için acı olan haber, tıpkı onun gibi çok değer verdiğim Antalya’da mukim bir arkadaşımızın hanımına geçmiş olsun ziyaretinden dönerken ulaştı. Nasıl üzüldüğümü kelimeler anlatmaya kifayet etmez.
O, gördüğüm en sakin adamdı. Sakin ama ağır değildi. Onunkisi öyle sıradan bir sakinlik de değildi. Aynı zamanda sakinleştiriciydi. Ben ise hareketli, ateşli, Alparslan’ın tabiriyle her an “ekşın” halinde biriydim. Nasıl bu kadar anlaşıyorduk şaşılacak bir haldir.
İlkin ben, onu okulunda ziyaret etmiştim. Kendimi tanıttığımda biraz şaşırmıştı. Daha sonra o karşılaşmamızı şöyle anlattı. Bana öyle bir “Osman Hoca”dan bahsettiler ki yaşını başını almış oturaklı birini bekliyordum. Lakin gele gele ayağında terlik, bacağında şalvar, saçı sakalı dağınık bisiklete binen bir çaycı geldi”.
Bahattin Hoca, Alanya Hacet Ortaokuluna din dersi öğretmeni olarak gelmişti. Kısa zamanda okuldaki öğretmenler ve öğrencileri tarafından saygı ile anılan biri haline gelmişti. Lakin onun Alanya’daki asıl varlığı bizim ile birlikte yaptığı sivil çalışmalarda belirginleşti.
Bahattin Hoca derli topu biriydi. Temizdi, disiplinliydi, dağınıklıktan hoşlanmazdı. Ben onun arabasına ne zaman binsem bu yanını müşahede ederdim. Derli topluydu ama asla cimri değildi. Eli açıktı ama müsrif değildi. Zaten nasıl müsrif olsun ki tek öğretmen maaşı ile üç çocuk büyütüyordu. Daha sonra Allah ona bir oğlan çocuğu daha nasip etti. O bu dünyaya üçü erkek biri kız olmak üzere dört okumuş ve iyi yetişmiş evlat bırakıp gitti. O, bugün geçinemem korkusuyla bir çocuk bile istemeyenlere gösterilebilecek iyi bir usvet’ül-hasenedir.
Bahattin Hoca, içimizdeki en sakin adamdı. Onu hiçbir zaman sinirlenmiş, hararetlenmiş ve bağırırken görmedim. Ne komşularıyla ne de başka birileriyle münasebetlerinde nizasına şahit olmadım, kimse de olamadı. Sanki sinirleri alınmış biriydi. Sürekli sakin bir ses tonuyla konuşur, mutedil bir hayat sürerdi. Hani sıcaktan bunaldığınızda şöyle hafiften bir meltem esince bir ferahlama hissedersiniz ya… İşte Bahattin Hoca serin serin esen meltem gibi insanı rahatlatırdı. Onun nüktedanlığı ve gevrek gevrek gülüşü çevresindeki insanları da tebessüm ettirirdi.
Nüktedanlık aynı zamanda zekâ göstergesidir ki sohbet esnasında muhatabının meramını anlatmasını kolaylaştır. Yani siz onunla bir meseleyi konuşurken “sen yanlış anladın ben şunu kast etmiştim” demeye hiçbir zaman gerek duymazsınız.
Ben Alanya’dan ayrıldıktan sonra onunla dostluğumuz vefa ve sadakat ölçüsünde devam etti. Sürekli birbirimizi gördük, ziyaret ettik, gidip geldik. Bu durum Niksar’a göç ettiğinde de devam etti. Ne zaman memlekete gelsem (Havza) oradan Niksar’a uğramadan geri dönmezdim. Elbette aynı şey onun için de geçerliydi. Ankara’da bana uğramadan geçmezdi.
Bahattin Hoca, Niksar’a yani kendi memleketine göç ettikten sonra orada da insanlar ile ilgilenmeye devam etti. Birbirleri ile ufak tefek farklılıklardan dolayı ayrı düşmüş insanları bir araya getirmeyi başardı. Cenazesinde şahit olduğum kalabalık onun kendi memleketinde de ne kadar sevilen ve sayılan biri olduğunu gösteriyordu. Tokat, Reşadiye, Erbağa ve diğer ilçelerden gelen insanlar onun sadece Niksar’da değil civarda da etkin biri olduğunun göstergesidir.
Cenazeye iştirak eden insanların kendi aralarındaki konuşmalarına bilerek kulak misafiri oldum. Bakalım arkadaşımız hakkında ne diyorlar diye. Hepsi ondan övgü ile bahsediyor ne kadar mümin, muvahhid ve muttaki olduğundan söz ediyorlardı. Ben de buna tüm ruhumla şahidim.
Biz, gençliğimizde cenaze evlerinde taziyelerde Kur’an-ı Kerim okunmasına hele hele Yasin Suresi’nin okunmasına itiraz ederdik. Ama şimdi taziyelerde Yasin Suresi ikinci sayfasını okuyor ve orada hazır bulunanlara neden bahsettiğini anlatıyorum. Bilenler bilir. Bilmeyenlerde açsın okusun. Orada kendilerine gönderilen elçileri inkâr eden bir kasabanın hikayesi anlatılır. O kasabadan sadece bir kişi inanır ve diğerlerini de peygamberlere imana çağırır. O kişi öldükten sonra cennete girer ve orada şöyle der: “Keşke kavmim benim bağışlanan ve ağırlananlardan kılındığımı bilseydi de onlarda inansaydı”
İşte Bahattin Gür, bu adam gibidir. Mekânı cennet, derecesi âli olsun. (Âmin)
Ebu Ubeyde: Nasrallah'ın yasını tutuyoruz
28.09.2024
HİZBULLAH'IN FİLİSTİN SINAVI | HAZIM KORAL
28.09.2024
Lübnan sınırında ilk sıcak temas
02.10.2024
Tebaa ve İtizalciler | Muharrem Balcı
11.09.2024
MUHAFAZAKÂRLIK MEHMET YAVUZ AY 12.09.2024