Tesettür Problemi Çözüldü mü? / 1925’ten Beri Bekliyorlar.
Önce kendimizden bir alıntı yapalım sonra konuya gireriz.
Kadınlı erkekli hastalar üzerlerindeki ameliyat gömleği ile "ÜRYAN" anjiyo sırası bekliyorlar.
Yer Bursa’nın en büyük hastanelerinden birinin Yoğun Bakım Ünitesi1:
Biri kadın biri erkek, iki hasta bakıcı geliyor.
Anjiyo için kasık temizliği yapacaklar.
Biri teyzenin bir bacağına, diğeri, diğer bacağına yapışıyor.
75 yaşında ömrü boyunca kocası hariç kimseye saçının telini göstermemiş teyze yalvarıyor.
"Lütfen kadın personel... Lütfen..."
Hadi teyze işimiz var. Burası hastane burada ayıp olmaz. Biz her gün görüyoruz.
Siz her gün görüyorsunuz ama ben her gün göstermiyorum ki. Her günü geç ömrüm boyunca hiç göstermedim ki, diyemiyor teyze… Direniyor.
Teyze bir sürü bekleyen var. Daha fazla uğraştırırsan seni geçeceğiz. Anjio olamayacaksın.
Hiç olmazsa perdeleri çekseniz. Diğer hastalar görmese...
Onu da umursamıyorlar. Çekilmiyor o perdeler.
Bir kol mesafesindeki perde kenarda dururken sıra bekleyen erkek hastalara göstere göstere yapıyorlar işlerini.
Teyze kapıdan çıkarken ağlıyordu. Ardından çıkan Laz teyzede...
Bulgaristan'dan gelirken "BELENE'de Müslümanlara böyle böyle" yapıyorlar diye anlatmışlardı. O yüzden kaçıp buraya gelmiştik, diye söyleniyor bir Pomak teyze.
Ne bilsin "Yerli gavurların Müslümana eziyette bulgar gavurundan aşağı kalmayacağını." Allah ellerine düşürmeye...
Birinci elden şahitlik ettiğimiz bu hadiseyi biraz daha didiklemek istiyoruz.
Ar, hayâ ve utanma gibi hassaları canlı olmayanlar için ortalıkta herhangi bir sorun yoksa da edep duygusu diri olan Müslümanlar için sorunun Bulgaristan, Doğu Türkistan, Irak, Suriye gibi ülkelerde anlatılan işkence sahnelerinden eksiği nedir? Eksik, bu ortama eşlik eden fiziksel işkence sahnelerinin olmaması mıdır? Burada hatırlatmak isterim ki, manevi işkencelerin maddi işkencelerden daha derin ve uzun süreli ruhi hasar verdiğini, “Hz insandan” habersiz olan modern psikiyatri dahi kabul etmektedir.
Üstelik, üstteki örnek “istisna” bir örnek değil kanaatindeyiz. -Bilinçli ya da bilinçsiz olarak- Müslümanın ahalinin şahsiyetini ezmeye yönelik Cumhuriyetin ilk günlerinden beri devam ettirilen bu uygulamanın değişik versiyonlarına Türkiye’nin herhangi bir hastanesinde, yoğun bakım ya da acil servisinde, kadın hastalıkları, kadın doğum, cerrahi, üroloji, kanser vs. kliniklerinde rastlamak pekâlâ mümkün olabilir.
Çünkü gözleyebildiğimiz kadarı ile modern, “Tanrısız Bilim Dini”, kendi itikadını ve amentüsünü, sınırlarını hiç umursamadığı Müslüman ahaliye dayatmaktan hiç çekinmiyor. Hatta şahsi tecrübelerim, bazı insani hasletlerden yeterince nasiplenmemiş seküler doktor takımının Müslüman ahalinin çaresizliğinden garip bir zevk aldığı yönünde. Bunu bilen imkânı olan Müslüman ailelerin bu pozisyona düşmemek için özel muayenehaneleri ya da hastaneleri tercih etmesi eskiden beri devam eden “çalıyı dolanma” hadisesidir kanaatindeyim.
Geçmişte çok kullanılan “kadın personel sayısı yeterli değil” bahanesi , “Güçlü Kadın” ve “Kadına pozitif Ayrımcılık” projeleri ile kadın memur sayısının birçok kamu kuruluşunda erkek personel sayısını aşmasına rağmen devam ediyor olmasını nasıl izah edeceğiz?
Müsaadenizle bu konu üzerine birkaç not girmek istiyorum:
Kanaatimize göre Türkiye Cumhuriyeti başlangıçta kendi misyonunu, “geri kalmış”, “yobaz” ahaliyi MEDENİLEŞTİRME, çağdaşlaştırma, Batılılaştırma, “insanlaştırma(?) olarak tanımlamıştı. “Türk Milletini Çağdaş Medeniyetler Seviyesine Çıkarma” sloganı ile hayata geçirilen bu projenin topluma bakışı ne yazık ki, sömürgeci ülkelerin sömürdükleri toplumlara bakışı ile benzer bir bakıştı. Halk GERİ idi, onlar İLERİ insanlar.
Ancak Türkiye’de normal sömürge ülkelerde olmayan bir arızi durum var; Türkiye’de halk ülkeyi işgal etmiş, dışardan gelmiş Batılı sömürgeciler tarafından değil, kendi yöneticileri tarafından “geri insan sayılmış” , kendi yöneticileri tarafından sömürgeleştirilmiştir.
Nitekim hala devlet kapısında, memur karşısında özellikle adli personel önünde toplumun aşağı ve ezik pozisyonu devam etmektedir. Bu hal devletten makam almış hemen her memur ve politikacıda görülen, hâkim, savcı gibi adli personelde, asker, polis gibi emniyet birimlerinde iyice sırıtan azarlayan, DERS veren, terbiye eden, medeniyet öğreten, aşağılayıcı, üstenci, kibirli, tepeden bakan –SÖMÜRGECİ- üslupta kendini hissettirir.
Bu süreçte, çoğunluğu kırsalda yaşayan ve uygarlaştırılmaya muhtaç olan “Müslüman ahalinin” konumu sosyal katmanların en altındadır. Onlara, bu coğrafyada sığıntı olma hakkı; devletten “hiçbir şey talep etmeme” karşılığında verilmiş gibidir. Bunu babalarından almış oldukları genetik bir miras gibi içgüdüleriyle bilirler.
Bunu iyi bilen kurt politikacı Osman Bölükbaşı daha 1950’li yıllarda kürsüye çıktığında kendisini dinlemeye gelen seçmenlere vaatlerini; “Size ne vaat ettiğimi gözlerime bakın, anlarsınız!” diyerek anlatıyordu. Zira bu ülkede Müslüman ahalinin taleplerinin kürsüden dile getirilebilmesi mümkün değildir.
Süreç Demirel, Özal, Erbakan Hoca ve Tayyip Bey dönemlerinde de devam etti. Seçmenleri onların ağızlarından çıkanlara değil, hep gözlerinin derinliklerinde görmeyi ümit ettiklerine kulak verdi. Yaptıklarını, ZORLA yaptıklarına, aslında bunları yapmak istemediklerine inandı. Ve onlara, bütün yaptıklarını YAPMAK istemeden yaptığına inandığı için oy verdi.
Sanırım hala da öyledir. Çünkü bilir ki, devleti onu sevmez, aşağı görür.
Süreç devam ediyor. Hala devlet Müslümanların bir şey TALEP etme haklarının olmadığını inanıyor, olursa taleplerini işitmemezlikten geliyor. Duymak zorunda kaldıklarını da ‘aşağılayarak’ bertaraf etmeye çalışıyor. (Bu noktada “Müslüman Ahali-Devlet” geriliminin son 20 yılda azalmış olmasının sebebi “Devletin Müslüman ahalinin taleplerine kulak vermiş olması” mı, yoksa “Müslümanların taleplerinden vaz geçmiş olması mı” olduğunun takdirini kariye bırakmak istiyorum. Ancak bir kılçık da atmadan geçemeyeceğim; Bu soruyu cevaplarken İslamcı dergi ve gazetelerin artık BANKA sponsorluğunda çıktığını hatırlatmak isterim.)
Dolayısı ile Müslüman hanımların devlet kurumlarında tesettür YASAĞI, her ne kadar geri kalan “İslami tüm taleplerinden vazgeçme” şartı ile son bulmuş gibi görünse de Kamu ve birçok özel sağlık kuruluşunda devam eder. En iyi ihtimalle Müslüman ahalinin “tesettürü ve mahremiyeti ile bulunma” talebi yöneticinin kişisel hassasiyetine ve dirayetine emanet edilir. Yani neredeyse yok hükmündedir.
(Burada araya bir not daha düşmek istiyorum: Geçmişte devlet ve onunla bağlı organlardan Müslümanlara gelen “hiçbir şey talep etme” tehdidi, Ak Parti iktidarında, Ak Partinin yıpranacağı endişesini taşıyan, aslında Ak Parti ile birlikte devletle özdeşleşme sürecine giren dindar, sağcı ve muhafazakâr kesimden de gelmeye başladı. Dolayısı Müslümanların talepleri iki taraflı cendere altına alınmış oldu.)
2. Merhum Erol Güngör Bey’in “Türk Kültürü ve Milliyetçilik” eserinden yapılan bir alıntıdan hatırladığım kadarı ile Hoca daha 1970’lerde sorunu “cemaatsizlik” olarak tanımlıyordu. Türkiye’de tüm azınlıkların Batılılarca Lozan anlaşması çerçevesinde korumaya alınmış olması onların bir araya gelebileceği, sorunlar karşısında birlikte tepki verebileceği yapılar kurmasına müsaade etmiştir. Nitekim bu azınlıklardan bahsedilirken “Ermeni Cemaati”, “Yahudi Cemaati, “Ortodoks Cemaati” diye bahsedilmesi ortadaki birliğe ve güce işaret edilir. Bu durumu somutlaştırmak için Merhum Erol Beyin konuya verdiği örnek ilginçtir: “Gazetelere bakın “Yahudi Cemaatinin şu tarihte şu saatte şu adreste ayini var” diye ilanlara sıkça rastlarız. Ancak bu ilanların yan tarafında “Ayin yaparken (yani zikir çekerken) basılan” Müslümanların haberleri de sıklıkla yer alır. Vatanlarında sahipsiz kalmış Müslümanların cemaatsizleşmeleri ve birliklerini kaybetmeleri ile düştükleri zelil durumdur bu” der.
Yani Müslümanlara beraberce hareket imkânı verilmediğinden, taleplerini organize bir şekilde dile getiremiyorlar ve organize tepkiler veremediklerinden de sistem tarafından ciddiye alınmıyor, “öz yurdunda garip, öz vatanında parya” oluyorlar.
3. Büyük yenilginin üzerinden 100 sene, muhafazakâr Ak Parti iktidarı üzerinden 25 sene geçmiş olsa da sekülerleşmiş, İslam ve Tanrı ile bağlarını tamamen kesmiş, edebini, hayâsını, utanmasını yitirmiş kesimin Müslüman cenah üzerinde kurmuş olduğu KÜLTÜRÜEL hegemonyanın hala tüm gücü ile sürdüğü söylenebilir.
Nitekim "Doktor erkek gözü ile bakmaz; Doktora ayıp olmaz" gibi Modernitenin YALANLARININ hastasına tecavüz eden2, ameliyat için narkoz verdiği hastasının ırzına geçen3, hasta çocukları taciz eden4, fuhuş yapan5, acilde baygın hastalara sarkan6, escorta takılan doktor7 gibi haberler tarafından SORGULAMASINA ve büyünün bozulmasına hala müsaade edilmemektedir.
Hâlbuki kadın, doktor da olsa kadındır, Erkek, doktor da olsa erkektir. Zaruret halleri haricinde, doktor ile hasta arasındaki mahremiyet ilişkisinin kalkması için hiçbir sebep yoktur. Bu talep havuza haşema ile girme talebinden daha az meşru bir talep değildir. (Elbette ki zaruret halinde domuz eti bile yenir. Lakin burada zaruret hali değil, bir kesimin BİLİNÇLİ bir şekilde Müslüman ahaliyi aşağılaması, talepleri ciddiye alınacak İNSAN olarak görmemesidir söz konusu olan.)
4. Son yıllarda “devletten beslenmeyi öğrenmiş”, para kazanma ve harcama konusunda mezheplerini oldukça genişletmiş dindar kesim ile alt tabaka Müslümanlar arasındaki fark ve sınıfsal kopuşun artık, ‘yarılma’ düzeyinde ifade edilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bir tarafta lüks araçları ile fink atan şımarık bir zümrenin “plaja, diskoya başörtüsü ile alınmadık, AVM’nin mescidini beğenmedik” gibi mızılamaları basına yansırken, diğer tarafta toplumun alt tabakasındaki Müslüman çoğunluğun “kadın, kadın doğum doktoru, kadın, kadın hastalıkları uzmanı vs. talebinin 100 yıldır yetkililerin kulağına ulaşması mümkün olmamıştır.
5. Bu konuları Ecnebilerle konuşmak çok daha kolay kanaatindeyiz. Zira kendilerinin MÜSLÜMAN olmadığını, farklı bir medeniyetin, paradigmanın, değerler hiyerarşisinin mensubu olduklarının farkındalar.
Bizimkilerin kafaları gavurların parametreleri ile işliyor, öyle uyguluyor, öyle yapıp ediyor. Ancak bunlar, babaları Müslümandı diye kendilerini Müslüman cemaatin mensubu görüyor, İslam’ı bildiklerini zannediyorlar
Dolayısı ile “GAVUR kafası ile düşünen Müslümanla” Müslümanların meselelerini konuşmak için ortak zemin bulma sorunu ortaya çıkıyor. Ancak böyle bir zemin olmadığı için bulmak da mümkün olmuyor.
Anlamıyorlar, Müslümanca düşünerek bunu yapamayacaklarını. Müslüman kafasının böyle düşünmesinin mümkün olmadığını. İslam’ın içinde kalarak ahlaktan bağımsız bir sağlık, sanat, estetik, iş, ticaret veya başka bir alanın tasavvur edilemeyeceğini.
Sonsöz:
Bir abimizin yaptığı bir tespit ile bitirelim; “Müslümanların” önlerini kesip Müslümanca taleplerin, Müslümanca hassasiyetlerin erimesini ve Müslümanca davranış kalıplarının zamanla yok olmasını bekliyorlar. Taaa 1925’ten beri.
Bu halkın, 100 sene sonra, alimleri, eserleri, yazısı, kıyafeti, mezarları yok edildiği halde, aradan 5-6 nesil geçmesine, onca Allah’sız kitapsız eğitime, onca çekilen sinemaya, filime, onca aşağılamaya hor görmeye rağmen hala MÜSLÜMANCA düşünmeye, Müslümanca tepkiler vermeye devam ediyor olabilmesidir büyük dertleri. Yani hala burada olmamızdır kalplerindeki büyük ağırlığın, gözlerindeki nefretin sebebi.
Ancak Müslüman bir hanımın çarşafına el uzattı diye ayağa kalkan Sütçü İmam ve Maraş Müslümanlarından, herkesin içinde kasık temizliği yapılan Müslümanlara dönüşmüşsek, sömürgeciler süreci çok BOŞ da geçirmemişler demektir .
Bizdeki hikmet buna yetti. Allah bilir doğrusunu.
Ahmet Hakan Çakıcı
Muharrem 1447 / ALANYA
1 Hastane belli ancak sorun GENEL bir sorun olduğu için ismini girmemeyi tercih ediyorum.
2 https://www.instagram.com/yalovapusula/p/C__HuKbNGxd/?img_index=1
3 https://www.youtube.com/watch?v=Dr5jKj1j_00
4 https://www.ntv.com.tr/galeri/dunya/fransanin-en-buyuk-cocuk-istismari-davasi-sapik-doktor-hastalarina-tecavuz-etti-gunluk-tuttu,LJHtS7Mr0EauOCTS_5_HTA
5 https://www.milliyet.com.tr/gundem/hemsire-ogretmen-ve-doktor-fuhusta-yakalandi-510499
6 https://www.theguardian.com/uk-news/2015/apr/27/nurse-raped-unconscious-patients-hospital-jailed-18-years
7 https://www.sozcu.com.tr/otelde-silahli-saldiriya-ugrayan-doktor-oldu-wp7781042
Sumud Filosu Saldırıya Uğradı
24.09.2025
Savunma sanayii verileri Telegram’da satıldı
23.09.2025
Zorlu CEO'su geri döndü
01.09.2025
Terörsüz Türkiye Terörsüz Ortadoğu AHMET GÜRBÜZ 31.08.2025
KONYA OLAYI VE AYRIMCILIK YUSUF YAVUZYILMAZ 31.08.2025
Dil, Kabalık, Kavga ve Cinayet OSMAN KAYAER 21.09.2025