metrika yandex
  • $41.91
  • 48.64
  • GA40260

Haberler / Kültür - Sanat

Ramazan Yazçiçek: Bilgiden Bilince

26.07.2025

Araştırmacı-Yazar Ramazan Yazçiçek'in uzun bir süre ve yoğun emekle hazırladığı "Bilgiden Bilince" adlı çalışması Ekin Yayınları tarafından yayımlandı. 

Kitabın Arka Kapak Yazısı:

Nefes nefese yaşadığımız olaylar, her gün her an değişen gündemler, can yakıcı şahidlikler dahi maalesef yarın olmadan unutulmakta, yerini farklı popüler gündemlere bırakmaktadır. Dua eder ve umarız ki, her değişip dönüşen olay yeni güne Fecr-i sadık'la uyansın.

Ancak bir Müslüman için değişmeyen asli gündem vardır, o da, Rabbimize karşı olan kulluğumuzdur. Nitekim kulluk bilincimizi canlı tutar ve duyarlılığımızı gevşetmezsek, o takdirde değişen gündemleri de doğru okuyup değerlendirebiliriz. Ancak olup biteni bir bilinç üzere okumazsak, bir müddet sonra biz de akıntıya kapılır, medyanın kirli bilgisinin zebunu oluruz.

Artık Allah'ın bak dediği yerden bakmanın yerini, Allah'ın razı olmayacağı yönelimler, yer yer İslam'la makyajlanmış ideolojiler alır. Bakışımıza renk vermesi gereken asli unsur, İslam dışı farklı kanaatlerle yer değiştirir. Saf zihinler değişip dönüşür, ifsad olur... Öyle bir hal alır ki, hak sözü söyleyenler kınanır, kınanması gerekenler ise öykünmeci bir zilletle Müslümanlarla istihza eder. Zaman olur, "Körler memleketinde görmenin bir hastalık sayıldığı" garipliğini ve dahası mağduriyetini yaşarsınız. Tıpkı Kur'an kıssalarında haberi verilen nice yaşanmışlıklar gibi.

Bilgiden Bilince, içinde bulunduğumuz sıkıntıları giderecek asli dinamikleri bilinç zemininde paylaşmayı amaçlayan, fikriyat gayretinin mütevazı hasılasıdır.

Kitaptan bir bölüm:

Yalnızlığın Diğer adı: Sılada Hicrân
-Hüzün Günleri-

Bir de ‘Sılada Hicrân’ vardır, dertleri dâvâ olanların öykülerinde… Kendi öz yurdunda garip olmak! Firâktan daha ağır yüktür infirâk!

Başkalarınca anlaşılmamak gibi başkalarını anlayamamak da bir tür yalnızlıktır! Hem de ne yalnızlık; ıstırap yüklü bir yalnızlık…

Yalnızlık tek başınalık değildir. İnsanlar varken, kalabalıklarla beraber iken de yalnız kalınabilir. Sessizliğin sesini duymak gibi bir şeydir bu hal… Yalnızlığın, insanı kendine yaklaştıran; kendisiyle olan perdeleri kaldıran bir yanı da vardır. Kendi derin dünyasından bir sızı duymak… Mâruz kalınmış yalnızlık derin bir ıstırap iken, tercih edilmiş yalnızlık ise dipsiz bir ıstıraptır. Sılada hicrâna gelince, bütün yalnızlıkları kendinde barındıran bir başka yalnızlıktır.

Yalnızlaşma ruh üzerinde bir yük bir baskı olup aslında fıtrata muhalif bir durumdur. Bazen kişi kendisi böyle bir durumu tercih etmiş olabilir. Bu hal, mâruz kalınmışlık değilse şayet, aradığını bulma çaba ve gayretiyle içe dönük yolculuktur bir anlamda. Ve en vahimi, yaratana yabancılaşma yalnızlığıdır. İşte asıl insanı hiçleştiren, sonucu helâk olan yalnızlık budur. Gayrısı, hicrân yüklü arayışın yalnızlığıdır, ne gam ne keder! Herkesten her şeyden uzak olsan da yaratanınla beraber isen eğer; huzur ve umudu tüketmemişsindir. Anlaşılmayı beklemeden anlamaya çalışmak! Yalnız olunmayan bir yalnızlıktır bu hal, ya da tek başınalık. Hiç fark etmez, yalnız değilsin sen!

‘Sılada Hicrân’ yolcuları, hicreti her daim yaşayanlardır. Mekke’den Medine’ye hicretin ne denli acı ve ıstırap yüklü olduğu mâlûmdur. Ancak Allah’ın peygamberlerinin Medinelerinde yaşadıkları öyle zorlukları vardı ki; bunlar, zorluktan öte zorluktu. Mekkelilerin yaşattığı değil; Medinelilerin, Medenîlerin(!) yaşattığı zorluklardı bunlar. Yani Müslümanların! Şâirin dediği ahvalde yaşanan zorluklar gibi. En hafifi: “Söylesem tesiri yok, sussam gönlüm razı değil” nev’inden zorluklar… Bu kez yapılan baskılar bedene değil, ruha idi artık! Acıtan müşrikler değil Müslimlerdi orada. Ve belki Müslim gözüken münafıklar! Mü’minlerin pâk annesine varıncaya dek iftiralar, ithamlar, suçlamalar… Sılada Hicrân yüklü eziyetler…

Medine’yi Mekke kılıp başka yerlere hicrette yoktu oradan. “Muhammed kendi adamlarını öldürtüyor” dedirtip birilerini sevindirmemek için olanca acıyı içine gömmek… “Adil ol Ey Muhammed!” diyen bir hadsize karşı, “Allah’tan korkun ben adil olmayayım da kim adil olsun.” söylemek zorunda kalmak... “Ya Rasûlullah, biz hak yolda değil miyiz, nasıl böyle bir zilleti kabul ederiz?” diyen şecâat ehlinin dilinden acı üstüne acı çekmek… Dâvete, cihada yönelik ayak direterek şüphe uyandırıp engel olanlara, sadece yutkunarak sabretmek…

Yüzüstü bırakanların vefâsızlığı yanında yüz geri etmek isteyenlerin ihâneti daha bir yaman imtihandır burada! Hülâsa müşriklerin Mekke’de yaşattıkları acılardan daha büyük acılar vardır Medinelerde… Orada eziyet daha ziyâde bedene iken, Medine’de yaşananların baskısı yüreğeydi bu kez. Mekke’de karşısında olanlar bedenine baskı yaparken, Medine’de yanında olanlar ruhuna baskı yapıyorlardı!

Mekke-Medine değildi kuşkusuz burada sorun olan; sorun, Medinelerde Mekkelilerdi. Yani karşısında olanlar değil, yanında duranlardı bu kez acı çektirenler! Bu durum hiç kuşkusuz daha ıstırap veriyordu O’na (as)! Yaşadıkları, Rasûlullah’ın iç dünyasında hicrette hicretiydi Rabbine… Sabır ve dua, yâd ellerde bitmez tükenmez dermandır yüreklere. Tarih hicrete zorlanan muhâcirleri isimleriyle zikreder, ancak hicrâna zorlayanları değişmeyen ve her dönemde tekrarlanması muhtemel sıfatlarıyla. Birincilere izzet ve şeref atfedilirken, diğerlerine vurulan zillet damgasından bahsedilir hep!

Hicret edenler, ne mutlu onlara! Hicrete zorlayanlar, veyl olsun onlara!

Gurbetteki hicrânı sılada yaşamak… ‘Hicrette hicret’ dediğim hüsran girdabı bu olsa gerek; ‘hüzün günleri’, ‘sılada hicrân…’ İsa'nın (as) havarîlerinden çektiği ne idiyse, Hz. Ali’nin, kendisini yüzüstü bırakanlardan çektiği de aynısıydı aslında. Yol yorgunluğu ve hasar değil satırların dile getir(eme)diği… Istırap ve keder, gaflet ile töhmetin ağırlığınadır. Rabbimizin Kelâmı ise derde devâ, yaraya dermandır: "Siz, haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi Kur’ân’la uyarmaktan vaz mı geçelim?" (Zuhruf, 43/5).

İslâmî mücadelenin bir aşamasında, hemen her dâvet ehlinin yanı başındakilerden gördüğü ezâ ve cefâ bu kabil sıkıntılardır. Mekke dediysem şayet, bil ki Mekkeler uzak değil, çok yakındır... Bu, Medine’si olmayanların hicrânıdır. Sılası yâd eller olanın hicrânı… Yâd ellerden kalan tek yâdigâr, dâvânın derdidir onlara. Ne sığınılacak Medineleri ne de hasretle dönecekleri Mekkeleri vardır onların. Ne hüzün şarkıları söyler ne de hazin şiirler okurlar... Çünkü bilirler onlar, kavuşamasalar da fecr-i sâdık’ın pek yakın olduğunu.

Ürkek bir girişle başlayan ve lakin bitmeyen cümlelerde yarım kalan bir fasıldır sılada hicrân… Bilir yaşayanlar mutluluğun öyküsünü yazmanın zor olduğunu. Daha da zor olan hicrânın, acı ve kederin öyküsünü, sılada hicrânı yazmaktır. Konuyu zor kılan, zorlukların, iyilik, ideal ve hedefler sarmalında yaşanmışlığıdır; kezâ kötülüğün kendisi değil zor olan. Fecr-i kâzib mükellefiyet doğurmaz. Hani ya, yerli zorluklardır bu zorluklar şâirin dediği gibi: “Gözüne mil çekersen/ Görünür gerçek dünya./ Aynalarda sen, hep sen;/ Dost, sevgili, hep riya!/ Kaç, kurtul kelimeden;/ Ağlamadan, gülmeden!/ Hani ya sen ölmeden,/ Ölecektin, hani ya?..” İşte tam da bu noktada dua dermandır gözyaşlarına...

Belâ ve imtihan…

Dua ve sabır…

Ve Rabbimizin dâvâ adamına tükenmeyen rahmet yüklü vaadi: 'Lâ Tahzen İnnallâhe Meâna​'; “Üzülme, Allah bizimle beraberdir.” (Tevbe, 9/40). “İşte biz mü'minleri böyle kurtarırız.” (Enbiyâ, 21/88). “Şüphe yok ki akıbet muttakîlerindir.” (Hûd, 11/49).

(Ramazan Yazçiçek, Bilgiden Bilince kitabından).

Bu değerli Esere Ekin Kitap ve Seçkin Kitabevlerinden ulaşabilirsiniz

Fuat Taşcı- Hertaraf Haber - Kültür sanat Servisi

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş