metrika yandex
  • $41.91
  • 48.64
  • GA40260

Haberler / Kültür - Sanat

DİL VE MEDENİYET|Ramazan YAZÇİÇEK

13.07.2025

 

Ramazan Yazçiçeğin değerli eseri “Dil Medeniyet” Ekin Yayınları tarafından yayımlandı.

“Dil, insanlığın en güçlü aynasıdır; düşüncelerin, kimliklerin ve medeniyetlerin taşıyıcısıdır.” Ramazan Yazçiçek, “Dil ve Medeniyet” adlı eserinde, dillerin sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda İlâhî bir âyet olduğunu gözler önüne seriyor. Kitap, dillerin insanlık tarihindeki vazgeçilmez rolünü vurgularken, medeniyetlerin dil üzerinden nasıl inşâ edildiğini ve yozlaşmanın dillerde nasıl iz bıraktığını çarpıcı bir şekilde ele alıyor.

Bu eser, okuyucuyu dilin derin anlam dünyasına bir yolculuğa dâvet ediyor. İlâhî nasların ışığında; kelimelerin, kavramların medeniyet içindeki yerine ve dillerin korunmasının ahlâkî sorumluluğuna dikkat çeken Yazçiçek, insanlığın ortak mirası olan dillerin korunması için bir bilinç oluşturmayı hedefliyor. “Dil ve Medeniyet”, hem geçmişe bir ayna tutuyor hem de geleceğin medeniyetlerine yön verecek düşünce kapılarını aralıyor.

 

"Serencâm

Kâinat, kevnî âyetlerle hayatiyetini sürdürür; münzel âyetlerin ikâmesiyle de huzur bulur insanlık. Kevnî yasalar bütün evrende işler haldedir. Bireyin ve toplumların hayatında geçerli olan yasalar, iyiliği ikâme, kötülüğü defetme (Emr-i bi'l-mâ'rûf nehy-i ani'l-münker); her şeyi aslî mecrasına sevk etmekle korunabilir. Bu ameliye, eşyayı ait olduğu yere koymak; varlığın, Allah (cc) ile olan münasebetini doğru tutmaktır. Dinin hayatla bağını doğru kurmak, Allah'ın belirlediği ölçüleri bilip kabullenmek; mahlûk-Hâlık, kul-Rab ilişkisini doğru bellemek gerekir. Bunun diğer ifadesi, Tevhid Akidesi üzere olmaktır.

Göklerin ve yerin yaratılması nasıl ki Allah’ın varlığının ve birliğinin delili ise, insanların, kavimler ve kabileler şeklinde yaratılması; lisanların ve renklerin farklılığı da O’nun (cc) varlığının ve birliğinin delillerindendir. Yaratılıştaki farklılıklar rahmettir ve insanlığın terakkîsi için bahşedilmiş İlâhî lütuflardır.

Âyetlerin yerinden edilmesi (fesâd), delil/hüccet/karîne/burhan/beyyine/işaretlerin âyet olduğu gerçeğini değiştirmeyeceği gibi, yerine ikâme edilmek istenen ifsâdî unsurları da ‘âyet’ kılmaz. Âyet, gece ve gündüzün kendisidir; gece ve gündüzde işlenen yanlışlar/kötülükler değildir. Bütün kevnî/fıtrî değerler gibi diller, renkler, kavimler de böyledir. Bir dile nüfuz  etmiş fısk, fitne ve fücûra dair ifadeler, Allah’ın “Yap, işle!” diye maksat kıldığı âyetler değillerdir. Dil âyeti üzerinden dile getirilen bu kabil ifadeler ifsât yüklü iken, dilin kendisi ıslâh vasıtasıdır.

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”  (Hucurat, 49/13).

 “O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.” (Rûm, 30/22).

Allah’ın âyetlerine riâyet, emanete sadâkatle olur. Bütün âyetler gibi dillerin ve renklerin muhafazası da emanete sadâkatin konusudur. Emanete gelince, “Kurtuluşa erenler, emanetlerine ve ahidlerine sadık olanlardır.”  buyurulmuştur. Dolayısıyla, İlâhî emre itaat, söze/ahde sadâkatle gerçekleşir.

 “Oku!” emrine muhatap olan insan, mes’ûldür. İnsan, vahye muhatap olmakla sorumluluk yüklenmiş; Allah’a karşı kulluk vazifesini yerine getirebilmesi için, kevnî ve münzel âyetlerle desteklenmiştir. “İnsan, bütüncül bir medeniyet bilgisine Kur’ân ve kâinatı birlikte okuyarak ulaşabilir. Ancak o zaman insan, Rabbine verdiği söze bağlı kalır, halifelik görevini yerine getirir, emaneti hakkıyla edâ eder.”  Vahyi ve kâinatı; münzel ve kevnî âyetleri birlikte okumak, yaratılış hakîkatini, tevhid üzere okumaktır. Bütüncül okumanın ihmal edilmesiyle, dengesizliğe dûçar olunur, din ile hayatın bağı çözülür.

Şer'î/münzel âyetlere müdahale ne ise kevnî âyetlere müdahale de aynı şekilde Emr-i İlâhî’ye muhalefettir. Kur'ân âyetleri üzerinde tahrif ne ise, ‘neslin ve ekinin/harsın ifsâdı’; insanın, çevrenin tahribi de aynıdır. Tahrif varsa tahrip kaçınılmazdır. Bu yöndeki eylemler, özünde fıtrata müdahaledir. Farklı bir ifadeyle tahrif ve tahribe kalkışmak, Allah'ın yaratmasından; İlâhî yasadan hoşnut olmamaktır.  Birinin ilgâsı durumunda diğerinin de zayî olması kaçınılmazdır. Çünkü her iki gruptaki âyetler, aynı amaç ve aynı hedefe mebnî inşâî âyetlerdir.

Ana dil, anne sütü gibidir. O, pîrüpâktır. Yaşamla her dem, hemdem olmak, ana dili anne sütü gibi kullanmaktan geçer. “Bir aydın yabancı dil bilmese de olur, çok kitap okumasına da ihtiyaç yok. Yeter ki ana dilini gerçekten bilsin. Kelimeleri şecereleriyle tanısın. Asıl olanları âdilerinden ayırsın.”  Siz ona, aydın, entelektüel, âlim ve daha başka bir isim verebilirsiniz. Ben, “Mütefekkir” diyorum. Mütefekkir, adaleti ayakta tutan; şahit olduklarına bigâne kalmayan, yaşadığı sosyolojiye vakıf bir dil geliştiren, zamanın ruhunu fıkheden kimsedir. Vicdanıyla mütehakkim güç arasında kaldığında duracağı yeri bilen, görünenin ötesine bakarken söyleyecek sözü olandır. Mütefekkir, toplumun önde giden atlısı, serdengeçtisi olduğu gibi bırakıp gidenlerin arkasını toplayandır. Dahası mütefekkir, buzkıran ve yine yeri geldiğinde dalgakırandır; bundan ötürü hep suçludur o. Mütefekkir, yaranmak için susmaz, değiştirmek umuduyla kelâma (söz) kıyam tekbiri getirir. Onun, konuşması ilim, susması hikmet iledir.

Düşüncenin barınağı dildir. Bir dili ayakta tutan sütunlar, o dilin temel kavramlarıdır. Kamûs nâmusunu muhafazanın yolu, ahlâkî sadâkatten geçer. Bu ön paylaşım, emperyalistlerin istîlâsıyla birlikte dillerin yasaklandığı; ahlâkî sadâkatin yitirildiği, kavramların yerinden edildiği fecâatin beyanına dairdir. Diller Allah’ın âyeti iken, anlayışların bu denli kıt, düşüncelerin güdük, işlerin kısır, amellerin bereketsiz olması, nimete yüz çevirmekten, emanete ihânettendir.

Giriş

Dil üzerine mülâhaza, insan üzerine mülâhazadır. Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta; kendi kuralları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren sosyal bir müessese; seslerden örülmüş muazzam bir yapıdır.  Dilin kaynağı konusunda farklı mülâhazalar yapılmıştır. İlâhî bildirimin akabinde,  tarih boyunca dilin mükemmel bir anlatım aracı olarak gelişmesine, dini metinler gibi birçok ilmî çaba da katkı sağlamıştır.  Düşünce, dil sayesinde hayat bulur; dil de düşünce ufkunun zenginliğiyle gelişir. Bir dilin sözleri, kelime ve deyimleri, o dili kullanan toplumların etkileşimi, yaşam tarzları ve yaşadıkları coğrafya ile yakından alakalıdır..." (Ramazan Yazçiçek, Dil ve Medeniyet kitabından).

 "Kamûs Nâmustur

Zihinlerin işgali, ülkelerin işgalinden; bir dilin yasaklanması, insanların yasaklı/mahpus edilmesinden daha tehlikelidir. Sömürgeleştirilen coğrafyalarda fıtrî yatağından edilen diller, ya bizatihi yasaklanmış ya da asimile edilerek çoraklaştırılmıştır. Ulus-devletlerin inşâsıyla birlikte yaşanan süreçte diller işgal edilmiş, alfabeler değiştirilmiştir. Bahse konu hikâyeyi yaşayan toplumların başında bu coğrafyanın sakinleri gelir. Yaşanan işgalin kurtuluş, hezimetin ise başarı diye pazarlanması, rezâletten öte rezilliğe delâlet eder.

Kudemâ, “Kamûsu olmayanın nâmusu yoktur.” der. Kelimelerin soy kütüğüne gitmeyi kendine dert edinen Cemil Meriç de, “Kamûs nâmustur” ifadesiyle konuyu dile getirir. “Kamûs, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamûsa uzanan el nâmusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilâli, tek mukaddese saygı göstermiş: Kamûsa.”  Kamûsu nâmus bilen Fransızlar, başkalarına gelince nâmuslu davranmamış; sömürgeleştirdiği toplumların nâmusunu pâyimal  etmiş, talan cürmünü ‘başarı’ mitiyle perdelemiştir.  Fransa’nın cürmümeşhut hali, başkaları tarafından da taklit edilmiştir. Arap dilinde kullanılan “Eş Şi’ru Divânü’l-Arab” yani “Şiir, Arapların arşiv dîvan/dairesidir.” deyimini Muhammed Hamidullah hoca, ‘bir metni doğru anlayabilmenin imkânı, kavramların ve başvurulan kaynakların önemi’ sadedinde zikreder.  Gel gör ki, bizde ne kavram kaldı ne de kaynak..."

Sonuç  Yerine"

(...) Demem o ki, az konuş, çok dinle; tefekkür et! Tefekkür, derin bir sükûttur, meyvesi ise hakîkat. Ulaştığın hakîkati açık ve net olarak beyan et ki; tedebbürün, tedbirle meyvesini versin. Kezâ, fikirsiz tefekkür, tedbirsiz tedebbür olmaz! Ve dahi fikir yoksa tedbir de yoktur. O halde fikreylemek farzdır; ta ki, kulluğun gereği tedbir (amel) eyleyebilesin… Hakîkati bilmek yetmez, hakça eylemek gerekir. Hâsılanın hâsılı: “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd, 11/112). Ve ölüm gerçeği seni yakalamadan sen ölüme hazır ol!

Tüm bu söylenenler, dillerin Allah’ın âyeti olduğunu beyan içindir. Münzel âyetler gibi kevnî âyet olan diller de, tahrif ve tahripten korunmalıdır. Derman niyetine dile getirilenler, kelâmın hakîkat bilinmesindendir..."

Yazarın bu değerli eserine Ekin Yayınlarından ve Seçkin Kitapçılardan Ulaşabilirsiniz..

Kitabın okuyanı ve anlayanı bol olsun..

 

Derleyen: Ali Dalaz / Hertaraf Haber / Kültür Sanat Servisi

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş