metrika yandex
  • $27.2
  • 29.01
  • GA1760

İNSANLIKTAN KAÇIŞIN ADI: YALNIZLIK-3

MEHMET YAŞAR SOYALAN

25.02.2022

İNSANLIKTAN KAÇIŞIN ADI: YALNIZLIK-3

Mistikleşen Dinin Bedensizleştirdiği İnsan/ İnsanın Aşkınlaşması

Mehmet Yaşar Soyalan

 

 

Mistikleşen Dinin Bedensizleştirdiği İnsan/ İnsanın Aşkınlaşması

İnsanın kendisine yabancılaşma ve yalnızlaşma hali elbette sadece son iki veya üç yüz yıla özgü bir durum değil; insanlık tarihi kadar eski bir olgudur. Özellikle de insanoğlunun şehir ve kasabalar kurarak oralarda yerleşik düzene geçmesi ile birlikte ortaya çıkmaya başlayan kadim bir sapmasıdır. Bu kadim sapmanın adı mistisizmdir.

Dünyaya / dünya nimetlerine sırt dönme, “bir hırka, bir lokma” anlayışını hayatın merkezine alan mistisizm, Müslüman dünyadaki karşılığıyla sûfilik, kadim yabancılaşma ve yalnızlaşmanın fikir ve pratiğinin ana kaynağı olagelmiştir. Günümüzde aydınlanma düşüncesinin etkisi ile şekil değiştirse, soyut dünya tasavvuru yerini somut gerçekliğe teslim etmiş gibi görünse de hala söylem olarak varlığını devam ettirmekte ve insanlığın doğal gerçekliğinden uzaklaşarak özüne yabancılaşmasına, hem fikren hem de bedenen yalnızlaşıp tükenmesine neden olmaya devam etmektedir.

Mistisizm, insanoğlunun kadim bir gerçeği olarak bin yıllardır, insan sanki sadece ruhtan ibaret, soyut bir varlıkmış gibi onu kendi tasavvurun mahkûmu kılarak, maddi gerçekliğin dışına itip, maddi dünyada olup bitenlere sağır hale getirmiştir. Bu tutum zulüm ve hukuksuzluğun kök salmasında zalimlere destek işlevi görmüştür. Bu açıdan istisnai dönemler dışında egemenler, gördükleri bu desteğe karşılık bu tür yapıları bazen görmezden gelerek, bazen da doğrudan veya dolaylı bir şekilde destekleyerek toplumda kök salmalarına yardımcı olmuşlardır. Bu durum farklı bir yazı konusudur, ancak mistik ve mutasavvıfların sadece toplumdaki fesat ve hukuksuzluk karşısında değil hayatın bütün maddi gerçekliğine karşı da dilsizleşip bedensizleşmelerinin bu destek ile ilgisi bulunsa da toplumun sorumluluk sahibi bir üyesi olan insanı da felç etmesinin asıl sebebi mistisizmin Tanrı, evren ve insan tasavvurudur. Çünkü bu tasavvur, toplum içinde, çevre ve topluma karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirdiği oranda insan olan insanın varoluşunu anlamsızlaştırılıp buharlaştırmakta ve onu yeryüzünün etkisiz bir elemanına dönüştürmektedir. Böyle olduğu için insan, herhangi bir nesne ve varlık olma özelliğini yitirerek varlığın ademi haline gelmiştir. Yani bir bedene sahip olmasına rağmen, gerçekte bedeninin herhangi somut/ maddi ve anlamsal bir karşılığının olmamasıdır ve bu gerçeklik onun maddi anlamdaki hiçliğidir. Bu durum yalnızlığın ve yabancılaşmanın nihai noktasıdır.

Mistisizm de Aydınlanma gibi insanlığı aşma çabasındadır. Bu durum, onun, insanı yüceltme, hayatına anlam ve değer katma, onu “süfli arzulardan” arındırma, “fücur” boyutundan “takva/sorumluluk” boyutuna yükselme anlamında bir aşkınlaşma ve derinleşme değil, başkası olma, maddi ve manevi anlamda bütün insani bağlarından kopma, koparılma, yani insani olanla yetinmeme, bir yerde tanrılaşmaya yeltenme arayışıdır. Ancak bu arayışı onu hiçbir zaman “mutlu son”a götürmemekte, içine düştüğü bu sekr hali onu bir halüsinasyon makinesine dönüştürmektedir. İnsanın “alçak” ve “hakir” olduğu düşüncesi, onu sadece insani olandan değil, insan ile ilgili, ilişkili her şeyden uzaklaştırmakta, yeryüzünün kendisine emanet edildiği insanın emanetini yüzüstü bırakmasının hatta ona ihanetinin temel sebeplerinden birisi olmaktadır. Çünkü bu düşünce önce bir anlayışa sonra da bu anlayışa uygun bir yaşama biçimine dönüşmektedir. Bu noktadan sonra o, sadece insani olanı değil, tüm dünyayı, dünyevi olan ne varsa hepsini “çirkin” ve “katlanılmaz” kabul etmektedir. İnsan, “çirkin ve “deni” gördüğü şeyle birlikte olamayacağı için, maddi anlamda ondan uzaklaşmakla yetinemeyecek, zihni anlamda da “deni” olan âlemin dışına çıkarak aşkınlığını, âşıklığını ilan edecektir. Aslında bu ilan, onun yeryüzünde bir mütekabiliyetinin kalmadığının, bir ruha bir söylenceye dönüştüğünün de ilanı durumundadır.

Bu gerçeklik bir yana mistisizmin asıl işlevi, insanı aşkınlaştırarak “hiç” haline getirmesidir. Maddi anlamda, dünyevi olandan kaçış, manevi anlamda zihni aşkınlaşma iddiası, dolayısıyla kesintisiz sekr hali onu sadece fikren değil fiilen de tüketmekte, yok/ adem noktasına getirmektedir. Öyle ki bu maddi gerçeklik bize şöyle bir fotoğraf sunmaktadır; o, kesintisiz sekr haliyle, “ben, insani ve dünyevi olanı aşıp, aşkınlaşarak, yukarılara/ melekût âlemine çıktım, orada kayboldum” dediğinde belki de onun gerçek hayatta, maddi dünyada aşağıların aşağısına indiğini, oralarda görünmez hale geldiğini, sıradanlığın en dibinde sürü halinde ama varlıksal bir karşılığı olmayan gölge bir hayat sürdüğünü anlamamız gerekir.

Çünkü bu hal, mistiği, iddialarının tam tersi bir noktaya getirmekle kalmamakta, onu hem zihnen hiçleştirmekte, hem de bedenen işlevsiz hale getirmekte, günlük hayatta varlığının bir mütekabiliyeti kalmadığı için siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel her hesapta, hesaplaşmada etkisiz olmaktan kurtulamamaktadır. O, “deni” dediği dünyanın tutsağı olduğunu anladığında, dünya serüvenini bitirmiş olacağı için bu farkındalığın kendisine bir katkısı olmayacağı gibi bu tutsaklığın süslenip fululeştirilmesi nedeniyle gelecek nesiller için bir ibret konusu da olamayacaktır. Bu anlayış ve hayat tarzı diğer insanlar için bir ibret konusu olamayacaktır ama egemenler tarafından bir istismar konusu ve aracı olarak kullanıldığı/ kullanılacağı tarihi bir gerçeklik olarak ortadadır. Çünkü hem bu dünyada bir “ruh gibi” sürdürdüğü hayatı hem de bıraktığı maddi ve manevi miras nedeniyle yaşarken olduğu gibi öldükten sonra da egemenlerin zulmünün bir aracı ve meşrulaştırıcısı olmaya devam edecektir. İnsanın aşkınlaşması ve yücelmesi/yüceltilmesi fikrinin insanı içine soktuğu bir zindan da işte tam burasıdır. Bu bir yabancılaşma ve yalnızlaşma zindanıdır.

Sonsöz Yerine: Aydınlanma Tarafından Zihni, Mistisizm Tarafından Bedeni Tüketilen İnsanı, İnsanlaştırmak/ Toplumsallaştırmak Ne Kadar Mümkün?

İnsanoğlunun zihinsel serüvenin bir yansıması olarak yaşadığı inziva ve uzlet bir yalnızlık ve yalnızlaşma hali değil, bir dinginleşme, derinleşme ve olgunlaşma halidir ki bu durum onun insanlığının bir gereğidir. Çünkü yüzleşme ve hesaplaşma insanı insan kılan ve böyle kalmasını sağlayan en temel dinamiktir. Yalnızlık ise makalenin genelinde detaylıca ifade edildiği gibi bir yabancılaşma halidir. Öncelikle insanın kendisine ve insani olana yabancılaşması, sonra insan ile ilişkili yaratılışın kendisine, varlığa bir yabancılaşma. Bu yabancılaşma ve yalnızlaşma insanı sorumsuzlaştıran/ aşkınlaştıran/tanrılaştıran Aydınlanma ve Mistisizmin teori ve uygulamalarının doğal bir sonucudur. Peki, aydınlanma tarafından zihni, mistisizm tarafından hem zihni hem bedeni tüketilen, kendi varlığına yabancılaştırılan bu insanı, insanlaştırmak/ toplumsallaştırmak ne kadar mümkündür? Fücur/ sorumsuzluk –takva/sorumluluk ekseninden ayağı kaydırılan insanın tekrar insanlaşması/ toplumsallaşması ancak bu eksen üzerindeki serüvenine geri dönmesi ile mümkün olacaktır. Kalbini Aydınlanma ve mistisizmin afsunları, illüzyonları ve efsaneleri ile ayartmış/ ayartılmış, hatta mühürlemiş/ mühürlenmiş insan, kalbini/ zihnini insani olana ne kadar açabilecek ve sorumluluğunu yeniden nasıl yüklenebilecektir? Allah’tan ümit kesilmez ama kalbinin anahtarı elinde olan insan buna ne kadar izin verecektir, verecek midir? Yaşayanlar, yaşayıp görecektir.

Son

Not: Bu makale Yetkin Düşünce Dergisinin Ocak 2022 (16. sayı) sayısında yayınlanmıştır.

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş
Çok okunan yazılar