metrika yandex
  • $32.46
  • 34.71
  • GA18240

AYDINLANMA, MİLLİYETÇİLİK, ULUSÇULUK VE SİYONİZM-1

MEHMET YAŞAR SOYALAN
12.03.2024

AYDINLANMA, MİLLİYETÇİLİK, ULUSÇULUK VE SİYONİZM

Aydınlanmacı Sömürgeciliğin Bölgedeki Jandarması Siyonist Terör Yapılanmasının Araçsallığının Boyutları Üzerine

Birinci Bölüm

Giriş:

Dünyada olduğu gibi ülkemizde de üzerinde en çok konuşulan, yazılan konulardan biri de Siyonizm ve onun ete kemiğe bürünmüş şekli olan İsrail Terör Devleti (İDF) gelmektedir. Bunların önemli bir kısmı içeriklerinden bağımsız olarak Siyonizm ve İsrail terör yapılanması için propaganda işlevi görmektedir. Bu metinler/programlar, Filistin coğrafyasında olanları, yani İsrail ve zulümlerini, Yahudi terör örgütlerinin (İDF, İşgalci Yahudi “Yerleşimciler”; ki dünyadaki en örgütlü terör yapılanması İsrail devletidir.) yaptığı katliamlar, işgaller, işkenceler, esir/rehin almalar/ tutuklamalar üzerinden değil, nefsi müdafaa yapan mazlum Filistinlilerin eylemleri üzerinden ele alarak/ haberleştirerek/ yorumlayarak en başta bir karartma uygulamakta ve hedef saptırmaktadırlar. Sonrasında “Filistinli örgütlerin “terör saldırılarına cevap”, “İsrail’in savunma hakkı” gibi ifadelerle zulüm meşrulaştırılmaya, hatta devlet olarak İsrail mazlumlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bazen de olaylar magazinleştirilerek, sıradanlaştırılarak masumlaştırılmaktadır. Bu yayın biçimi bir bütün olarak bir beşinci kol/ istihbarat işi ve istihbarat-medya ortak faaliyetidir. Bu yöntem, en az yüz yıldır Batılı basın yayın organları ve istihbarat örgütleri tarafından uygulana gelmektedir. Bu durum elbette İsrail’in suç ortaklığından başka bir şey değildir.

Bu basın dilinin ve istihbarat faaliyetinin başka bir yüzü de, terör devletini ve Siyonizm’i, “Holokost”, “İsrail’in yenilmezliği”, “Yahudi gücü/ sermayesi” veya “olan biten her şeyin, bütün kötülüklerin sorumlusu” gibi efsaneler üreterek bir korku imparatorluğu oluşturularak, ona çapından/ olduğundan büyük anlamlar yüklenerek “düşmanlarını” daha işin başında sindirmektirler. Dolayısıyla bu tür haber, makale, kitap ve programlar, dizi ve filimler Siyonizm’in değirmenine su taşımakta ve mazlum Filistinlileri, onların sözcüsü konumundaki yapıları, özellikle de Hamas gibi bir siyasi hareketi zulmün asıl müsebbibi, sorumlusu olarak göstermek ve İsrail’i temize çıkarmayı amaçlamaktadır. Diğer bir amaç da, özellikle Hristiyan dünya için, aslında gerçekle ilgisi olmayan ama gerçekmiş gibi yeni bir “İsrail Tarihi” ve Yahudi tasavvuru oluşturmaktır. İlk olarak, “Siyonizm” ve “Yahudi İsrail Devleti”nin, Yahudi cemaatinin/ toplumunun bire bir iradesi ve çalışmalarıyla gerçekleştirildiğine yönelik bir algı oluşturmaktır. Arkasından da bir bütün olarak Sömürgeci Batıyı temize çıkarmaktır. Aslında yapılan şey; tam olarak yeni bir “Yahudi miti”, “Siyonizm miti”, “yeni bir Yahudi efsanesi” üretmek ve gerçekleri bu mit ve efsaneler üzerinden tahrif ederek yeniden kurgulamaktır.

Evet, ben bu anlatıların hepsini, baştan sona bir kurgu ve yüz elli yıllık bir propagandanın parçası ve yansıması olarak görüyorum. Bana göre bu terörist yapılanma(1) ve Siyonizm, başını Britanya'nın çektiği Aydınlanmacı sömürgecilerin Ön Asya’daki/ Bereketli Hilaldeki en temel aparatından, (hadi biraz daha özne haline getirelim) suç ortağından başka bir şey değildir. İddia edildiği gibi Siyonistler dünyanın efendisi olmadığı gibi, iki milyarlık Müslüman dünyayı tek başına dize getirmemektedir. O, olsa olsa bu Yeni Dünya”nın efendilerinin bir plan dâhilinde ve süreç içerisinde, en başından beri, bölgedeki çıkarlarını korumak, kollamak ve pekiştirmek için var ettikleri bir terör yapılanmasıdır; elbette Yahudiler, dolayısıyla tüm dünyaya dağılmış Yahudi toplumları bu efendilerin en temel, en ateşli piyonlarıdır veya seçilmiş kurbanlarıdır. Ve tüm Batılı toplumlar gibi Yahudiler de Aydınlanmanın çocuğudurlar.

O halde makalemize “Yeni Dünya”nın varlık sebebi olan Aydınlanmacı düşüncenin ve Aydınlanmacı Devlet tasavvurunun temel dinamiklerini ele alarak başlayabiliriz.

Aydınlanmacı Düşüncenin İnsan ve Toplum Tasavvuru ve Bu Tasavvurun Bir Yansıması Olarak Siyonizm’in Ortaya Çıkması/ Çıkarılması

Bilindiği gibi Aydınlanma düşüncesinin en önemli çıktısı; bireysel anamda “milliyetçilik”, toplumsal anlamda “ulusçuluk/ulusalcılık” ve “ulus devletler”dir. Ancak bu “çıktı”yı sağlayan şey, bu anlayışın İnsan ve evren tasavvurudur ve bunlarla ilişkili olarak bilgi tasavvurudur.

İnsan bu tasavvurların merkezi noktasını oluşturur; evrendeki her şey onun içindir. Aydınlanma insanında kanaat, paylaşma, yardımlaşma değil sahip olma esastır. Çünkü Aydınlanma fikrinin temeli, insanın aşkın olan ile bağını koparması ve insan düşüncesini salt maddi olanla sınırlamak üzerine kuruludur. Bu düşünce bir yanıyla insanı varlıklardan bir varlık haline getirip sıradanlaştırırken, diğer yanıyla da insanı evrenin kadiri mutlak gücü haline dönüştürmektedir. Her iki durumda da insan özüne yabancılaşmakta, on binlerce yıldır sürdüre geldiği “fücur” ve “takva” arasındaki insanlık çizgisinin/serüvenin dışına çıkarak yeni bir serüvene yelken açmaktadır. “İnsanlık çizgisi” üzerindeki hayat serüveninde, bir topluluğun sorumluluk sahibi bir üyesiyken, bu yeni serüvende ne bir topluluk bulunmakta ne de onun sorumluluk sahibi bir üyesi olarak yer almakta, dolayısıyla hayat yolculuğunu kimsesiz ve kimliksiz bir biçimde kendi kendine sürdürmektedir.

Çocuğuna ve ebeveynine karşı bile bir sorumluluğu bulunmayan bir varlığa dönüştürülen/ dönüşen Aydınlanma insanı, “kadim ilkel bağlarından” kurtularak özgürlüğüne kavuştuğunu düşünmekte, sorumsuzluğun ve aidiyetsizliğin sarhoşluğu içerisinde neleri feda ederek ve ne pahasına bu noktaya geldiğini ve dünyanın şu an içinde olduğu felaketlerin müsebbibinin kendisi, yani Aydınlanma insan olduğunu görmek, anlamak istememektedir.

Aydınlanma düşüncesi, insanın aşkın boyutunun bir yansıması olarak kendisini bazı kurallarla sınırlandırma (helal-haram) tasavvurunu ortadan kaldırarak, onu evrenin, sınırsız, sorumsuz tek hâkimi ve tek kutsal varlığı olarak yeniden inşa ederek yeryüzüne sürdüğünde olanlar oldu.

Aydınlanma insanın 250 yıllık tarihi zaten onun ne olduğunu, neler yapabileceğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. En son Gazze’de yaşananlar Aydınlanma insanın duvarlaştığını, duyarsızlaştığını, kalpsizleştiğini, merhamet ve vicdanını kaybettiğini, iyi ve makul olan her şeyi kirletip yok eden bir alete dönüştüğünü en çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir.. Çünkü aydınlanma düşüncesi, insan zihnini felç edip, hafızasını sıfırlayarak, kendisinden başka değer ve güç kabul etmeyen, merhameti, empatiyi, paylaşmayı, uyumu yok sayan ve her şeyi kendi idealine ulaşmak için bir araç olarak görmektedir. Bu aydınlanma insanı en son olarak Aydınlanmacı Siyonizm’in askerleri olarak ete kemiğe bürünmüştür.

 

Ne yazık ki bu insan sadece Hristiyan dünyadakilerden ve Siyonistlerden ibaret değildir. Öyle ki yaşanan süreç yeryüzünün tamamını etkisi altına aldı ve tüm insanlık, zihnini kendi iradesi ile ve kendi eliyle formatlayarak tarihsel hafızasını ortadan kaldırır hale getirildi. Bunun sonucu olarak, insanlığın bütün yerel kodları/özellikleri devre dışı bırakıldı. Artık o geçmişi olmayan, özne olmaktan çok nesne olan yeni bir küresel nesnedir; toplumsal bazda da elbette küresel bir yığın halini yaşamaktadır.

Tarihi ve özeli olmayan bu boş bellek, yeniden kodlanarak yüklenen yeni yazılımlar sayesinde yeni bir göze, yeni bir kulağa, dolayısıyla yeni bir düşünme ve akletme biçimine sahip olarak yeryüzünü ve yeryüzünde olup bitenleri bunlarla okuyup değerlendirmeye başladı. Böylece yerel ve bölgesel fonksiyonları ortadan kaldırılmış insanoğlu, “yeni insan” olarak her durumda bilimci küresel köyün değirmenine (ister muhalif, ister yandaş) su taşımaya hazır hale gelmiş oldu.

Öyle ki tarihte ilk kez 18.yy sonunda insan, hukuk öznesi olmaktan ziyade, ”bir tür/cins”, “yaşayan sıradan bir canlı” olarak algılanmaya/ tanımlanmaya başlandı. Bu, insanın, aşkınlığından soyutlanarak bedenleşme sürecinin, eşya, olay ve olgulara bir beden olarak bakma, bir beden olarak görülme sürecidir. O süreç bugün de devam etmekte hatta yeni teknolojik gelişmelerle birlikte insanı hiçleşmeye doğru götürmektedir.

Devlet, Aydınlanmacı anlayışın bir yansıması olarak milliyetçilik- ulusçuluk ve laiklik- sekülerlik ayakları üzerinde var kılındığı ve devlet ve iktidar ile ilişkisinde, devletin muhatabı olan insan “vatandaş”a indirgendiği için, bu müstahkem yapı vatandaşın herhangi bir kimlik ve değer inşasına izin vermemektedir. Çünkü milliyetçilik ve laiklik vatandaşın ve devletin asli kimliği ve değeri olmak durumundadır.

Çünkü başka bir değer ve kimlik devlet- vatandaş bedenleşmesini yok eder. Olsa olsa bu “asli iki unsur” bütün kimlikleri ve değerleri lağvederek onları kimliksizlikte ve değersizlikte eşitler. Ancak bu zoraki sınıflaşma/ karşıtlık/ düşmanlaştırma ve STK’lılaşma hali devletin devamı/ bekası için elzem olduğundan onlar da birbirlerinden beslenerek (yani birbirlerini tüketerek veya besleyerek) görünür olmak durumundadırlar.

18.yydan itibaren Aydınlanmacı hareket içinde Bilimsel Bilginin, merkezi konuma gelmesiyle birlikte bu düşünce /hareket din karşıtı bir karaktere dönüştü. Bu düşünce /hareket içinde materyalizm önem kazandı, Deizm anlayışı bu dönem içinde ete kemiğe büründü ve laiklik/ sekülerizm hayatın merkezine yerleştirildi, yönetim de bu esas üzerinde yeniden kurgulandı.

Ancak laiklik/ sekülerizm sadece bir yönetim tarzı olarak değil, bir hayat tasavvuru olarak anlaşılır oldu. Yani Laiklik, din karşıtı bir dine dönüştü, dolayısıyla makro, mikro tüm sosyal ve kültürel düzenlemeler laiklik ve dindışılık üzerine yeniden tesis edildi; bunun merkezi noktasını ise milliyetçilik ve mikro milliyetçilik oluşturdu. Böylece toplumların kadim ilişki biçimleri, varoluş amaçları, varlık süreçleri ve şekilleri yeniden tanımlanmış ve içinde Tanrının ve yerel olanın yer almadığı yeni bir varlık ve evren tasavvuru oluşturulmuştur. Birey ve toplumlar da bu tanım ve tasavvur çerçevesinde yeniden var kılınmışlardır.

Dediğimiz gibi ulus ve ulusçuluk/ ulusalcılık, Aydınlanmacı modern toplum tasavvurunun temelini oluşturur. Bu anlayışın bir yansıması olarak “ulusçuluk hareketleri" ve “ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi” tezi kadim toplumların çözülmesini sağlayan en kullanışlı ve etkili araçlarından biri olmuştur. Böylece büyük toplumların çözülmesi ve dar bir ırk/ ulus tanımı çerçevesinde ortaya çıkan yeni toplumsu yapılar, kendi kaderlerini kendileri tayin edemedikleri gibi, daha ağır şartlarda sömürgeci egemen güçlerin bölgelerindeki payandası ve kaldıracı haline geldiler.

---

Devam edecek ...

 

Not: Bu Makale Yetkin Düşünce Dergisinin 25. (Ocak, Şubat, Mart 2024) Sayısında Yayınlanmıştır.

1 “Terör” ifadesinin Batı menşeli bir kullanım olduğunun ve her ülkenin bunu kendi ötekisini etiketlemek için kullandığının farkındayım, ancak işgalci Siyonist yapılanmanın “terör ve terörizm” ifadesine her boyutu ile tam olarak karşılık geldiğini ifade etmeliyim. Ben de bu ifadeyi moda bir kullanım olmasının ötesinde, katliam, soykırım, zulüm, işkence, aşağılama vs gibi tüm kötülükleri içinde barındırdığı ve muhatapların zihninde böyle bir karşılığının olduğunu varsaydığım için kullandım.

Yorum Ekle
Yorumlar (1)
Mustafa Demir | 15.03.2024 18:41
İnsanın kani dönüyor, başka ne denir?