En büyük çöküş kadınla başlıyor.
En şanlı yükseliş ve zirvelere çıkış da kadınla başlıyor.
Kadın bir ölçü, bir mikyas; hem ailede, hem toplumda ve hem de bir millet veya medeniyette.
Tarihe bakın; Kadını, giyinirken değil, soyunurken alkışlayan toplumlar yavaş, yavaş çukura düşüp debelenerek can vermiş
ve tarih sahnesinden çekilip gitmişler.
Kadını ailesinde destekleyen toplumlar yuvaya kavuşmuş, yuvalar kahramanlara, kahramanlar milletine, milletler aşkın uygarlıklara ve aşkın uygarlıklar ufuklara kanatlanmış.
Kadın yuvanın kahramanı, yuva, millet kahramanlarının beşiği.
Kadın yuvasının meleği; bir toplumun, bir milletin ve bir medeniyetin de trampleni.
Kadın yuvasında zirve.
Kadın sokakta çukur.
İktidara, makamlara, koltuklara kadınla yükseldiğini sananlar bilsinler; gün gelecek kadını da, iktidarlarını da kaybedecekler.
İster laboratuvarda imal olsun, isterse doğal olsun, yarım gramlık bir virüsle baş edemeyen bir uygarlık da, kadınla geldiği iktidarını kaybedecek.
Kadınla çok oynadılar, Kadınla çok eğlendiler vicdansızlar.
İdeolojinin, düşüncenin, sosyal hayatın, hayat tarzının hepsinin savaşını kadın üzerinden yaptılar zalimler.
Siyonist/ Haçlı çağdaşlaşma ve medeniyetlerinin maymunu gibi çırılçıplak yapıp, salonlarda vücutlarını teşhir edip, salyalarını akıtarak çılgınca alkışladılar, kadını.
Kadını tahtından indirdiler; geleneğinden, göreneğinden, mahallesinden, komşuluğundan, anneliğinden, eşliğinden koparıp bir şehvet metaına dönüştürdüler.
Kadını hanımlığından ettiler.
Kadından; eğitimli, kültürlü, bilgili, maharetli, yüksek meziyetli ve gayesi, ideali, hedefi olan bir ANNE yapıp; evladını, ailesini, toplumunu ve milletini rahimden mezara kadar bedeni ve yüreği ile besleyip, kucaklayıp ufuklara taşıtmak yerine, onu, alçaltıp endüstiyel atıkların çukuruna atarak toplumun mayasını kirlettiler.
Kadını annelik makamından indirip rengârenk lolipoplara dönüştürüp, meydanlara sürdüler.
Kadını anneliğin yüksek ahlak ve meziyetinlerinden sıyırıp, meyhanelerde masaların mezesi yaptılar ve sarhoş kusmuklarına buladılar alçaklar.
Kadını merdiven altı üretimin ucuz işçisi yapıp, eline üç-beş kuruş verip, kozmetik pazarının bağımlısı ettiler.
Kadını Batı’nın vamplarına benzetip sokaklara saldılar.
Kadını annelik makamından alıp, asgari ücretli işçi yaptılar, istatistiklere kattılar ve sonra da, televizyonlara çıkıp, kadın çalışma oranını çok yükselttikleri ile öğündüler.
Kadını kendi evindeki işinin ağırlığı, kendi çocuğunu yetiştirmenin ve dört duvar arasında olmanın sıkıcılığı ile, çöp olmuş feminist heveslerle ayartıp, dışarıda, merdiven silmenin, el çocuğuna bakmanın, patronun kapısında, her emre amade bir dilber gibi beklemenin, erkeklerin kas gücü ile savaşmanın özgürlüğüne inandırdı ve zelil ettiler.
Okullarda kadını, piskopat çizerlere çıplak model yaptılar.
Kadının dişiliğini heykelleştirip meydanlara diktiler.
Kadını evinin hanımı olmaktan, şefkatli, merhametli, diğergam bir anne olmaktan vazgeçirip, dışarıda: gündelikçi, paspasçı, temizlikçi , bulaşıkçı, hizmetçi, ayakçı, ortacı, reklamcı, mezeci yaptılar.
Kadını soyup, süsleyip, boyayıp, podyumlara atıp şehvetle seyrettiler.
Kadını sabah, akşam toplu taşıma araçlarına istifleyıp, üzerlerinden buldozer gibi geçerek hislerini, izzetlerini, iffetlerini, ruhlarını, kadınlıklarını, bedenlerini ezdi yok ettiler.
Kadını aldattılar, tek eşim sensin dediler, ardından, bir başka kadın olan sekreteri ile suç üstü yakalandılar.
Tek evlilik, tek eş deyip, yalan söylediler ve onlarca kadınla birlikte yaşadılar.
Kadını bir, genç ve güzelken, bir evliyken, bir çalışırken sömürdüler ve nihayet bir de boşamışken, yapabildiği tek çocuğunun gözleri önünde kurşunlayıp, böylece, anneyi tamamen ortadan kaldırdılar.
Kadını giyindiğinde değil, soyunduğunda alkışladılar, vicdansızlar.
Kadını yeme, içme, giyme ve kullanma ürünlerini ekranlarda hazla, şehvetle sunan soytarı yapıp, ağızları sulanarak izlediler.
Onsekiz yaşındaki gencecik kız çocuğunun karşısına, yirmi beş yaşındaki erkek öğretmenleri dikip; kızların hayallerini, rüyalarını ve geleceklerini çaldılar.
Onyedi yaşındaki bıyığı henüz terleyen genç erkeklerin karşısına, yirmi üç yaşındaki mini etekli öğretmeni koyup gençliğimizi, yarınlarımızı heder ettiler.
Okula giderken, arkasından anne eli sallanmayan çocuğu mutsuz edip, eline uyuşturucu vererek susturdular.
İşten gelen kocaya açılan kapıda, kocaman ve sımsıcak tebessümüyle sarılan bir Kadın yok artık.
İşe giden eşin arkasından dua eden bir Kadın da yok artık.
Babayı, anneyi işe, çocuğu kreşe yollayıp anne sevgisinden, şefkatinden mahrum bırakıp, psikolojisini alt üst edip, sigara tüccarlarının, azgın uyuşturucu mafyasının önüne attılar.
Kadını süsün, arzunun, iştahın, hazzın, şehvetin, eğlencenin, ucuz emeğin, hizmetin, ikinci ve üçüncü yasak yaşamanın, her türlü sömürülmenin çağdaş kölesi yaptılar ve adını da güçlü kadın koydular.
Şimdi artık, evde anne yok.
Annesiz evde de huzur yok.
Toplumda da birbirine karşı saygı ve sevgi yok.
Merhamet, komşuluk, mahallenin samimiyeti, disiplini, iç denetimi yok.
Bayramlar, seyranlar, komşuluklar, yemek ikramları yok artık.
Kadınlar ister bankada, ister fabrikada, ister atölyede... nerede kaç para kazanırsa kazansın, anne kokusundan mahrum büyüyen çocuklar; önce ağlayarak, huysuzluklar yaparak, hastalanarak öfkelerini atacak, sonra, biraz büyütünce kedilerin ayaklarını kesip, köpeklere benzin döküp yakacak, biraz daha büyüyüp evlenince ve hele evlerinden uzaklaştırma alınca da, eşlerini öldürecekler.
Kadını yeniden, ayağının altında cennet olan anne makamına oturtarak bu çöküşü durdurabiliriz.
Aksi halde, hem öldürmeler, hem de alçalış ve çöküş sürecek.
Ferman KARAÇAM