1 yılı aşan Gazze deki soykırım üzerine yazılan yazılarda, yapılan konuşmalarda ve gerçekleşen eylemlerde ortak bir hissiyat sürekli dile getirildi: İşgal altında olan esasında etrafı duvarlarla çevrili olan Gazze değil, Gazze dışındaki tüm coğrafyamız! Gazze'de var olan farkındalık ve mücadele nihai olarak işgalin Gazze' de gerçekleşmediğini hepimizde dile getirdi. Bu hissiyat aynı zamanda Gazze dışındaki tüm coğrafyaya yönelik bir tespiti sürekli tekrarladı, bizler işgal altındayız. Dile getirilen işgal tanımı klasik dönem sömürgeciliğinin dışında bir tanımla kullanıldı. Çünkü klasik sömürge döneminde en somut gösterge olarak görülen düşman askerin postalları, savaş araçları ve zahirde görülen ekonomik zapturapt Gazze' de görülürken Gazze özgür, tüm bu mefhumlar başta yaşadığımız ülke olmak üzere Ortadoğu'da görülmezken işgal altında olarak tanımlandı. Söz konusu işgal kavramı İsrail'le birlikte anılınca önümüze Siyonizmin teopolitik temellere dayanan kavramı önümüze çıkmaktadır: Arz-ı Mevud! Madem ki günümüzde işgal kavramı yeni bir muhtevaya sahip o zaman işgalle ilişkili arz-ı mevud kavramını da yeniden ele alıp içersinde bulunduğumuz gerçeklikte nereye tekabül ettiğini tanımlamamız gerekmektedir.
Hatırlanacağı üzere soykırım sürecinde Netenyahu açık bir şekilde Ortadoğu liderlerine tehditte bulunmuştu. (İktidarınızı korumak istiyorsanız sesinizi kesin)Gerekli cevap ve yaptırım ne tehdide ne de soykırım sürecine yönelik ne yazık ki verilemedi. Genel olarak Ortadoğu ya baktığımızda toplumların inancında önemli yer bulan Filistin tüm kamuoyu baskılarına rağmen İsrail'e karşı yaptırım sonucunu doğurmadı. Gerekçe üzerine düşünürken çiçeği burnunda olan yeni Suriye yönetimi olan HTŞ lideri Colani'nin İsrail saldırganlığına maruz kalırken yaptığı açıklamalar(Suriye'nin İsrail'e düzenlenen saldırılarda kullanılmasına müsaade etmeyeceğiz) bir gerçeği daha görünür kıldı. Ortadoğu da siyasi meşruiyetin temel kaynağı İsrail için tehdit unsuru olmamaktır. Ortadoğu siyasi meşruiyet zeminini oluşturmada işgale uğramıştır.
Konuyu özelde ülkemiz üzerine okuduğumuzda benzeri bir tablo karşımıza çıkıyor. Mevcut hükümette erken döneminde İsrail için tehdit olmayacağını ve herhangi bir tehdide izin vermeyeceğini dile getirmişti. (İsrail devletinin yaşama hakkını kimsenin tehdit etmesine Türkiye razı olmayacaktır). Konuyu günümüze taşıdığımızda kağıt üstünde kalan ambargo, devam eden petrol sevkiyatı, soykırım kabinesine açılamayan davalar, stratejik yatırımların devamlılığı ve soykırımcı çifte vatandaşların vatanaşlıktan çıkarılmaması önümüze çıkıyor. Tüm bunlar 1 yılı aşkın süren soykırıma karşı Türkiye 'nin gösterdiği aksiyonlar. (Kınama mesajlarını unutmamak gerekir.) Tüm bu iradesizlik İsrail'in ülkemizde ve bölgemizdeki etki alanını tanımlamaktadır.
Trump döneminde İsrail'in bölgede normalleşmesi ve kendi hinterlandını oluşturma süreci Abraham anlaşmalarıyla hız kazanmıştı. Son süreçte bölgede dini anlatının da yeniden yorumlanmasıyla, coğrafya da İsrail için tehdit olan anlatıların içi boşaltıldı. Yeterli denetim ve belirleyicilik(ekonomik, siyasi, hukuki, akademik) İsrail için mümkün hale gelmişken, postallarla işgal etme girişimi maliyet çıkarmaktan başka bir anlama gelmiyor. Bölgede kendi güvenliği ve etki alanını oluşturma konusunda anlatıları bozan, ekonomik ve siyasi etki alanı kuran İsrail için yeni sömürgecilik ve işgal tanımı bağlamında arz-ı mevud gerçekleşmiş bir ideali yansıtıyor.
Karşımızda bir yılı aşkın süredir uyguladığı soykırıma rağmen bölgede istediği gibi at koşturan bir İsrail var. İsrail'in bu rahatlığını oluşturduğu etki alanından bağımsız ele almamız mümkün değil. Bu etki alanı üzerinden, arz-ı mevud un bizim için yaklaşan bir tehdidin değil uzun zamandır içersinde olduğumuz gerçekliğin adı olduğunu söyleyebiliriz. Ve müslümanlar olarak yapmamız gereken bu gerçekliğe karşı savaşmaktır.
Zorlu CEO'su geri döndü
01.09.2025
Dil, Kabalık, Kavga ve Cinayet OSMAN KAYAER 21.09.2025
Aile Huzuru FEYZULLAH AKDAĞ 14.09.2025