Bir dilin gücü; kişi adları (/adıllar), yakınlık adları, sayı adlarının o dilden olması; sözcük türetme gücü ve yeteneğiyle belirlenebilir. Dilimizin bu konulardaki gücü, kısa bir araştırma yapan herkesçe bilinebilir.
Başka dillerle karşılaştırıldığında kullanışlı türetme ekleri nedeniyle dilimizin yeni sözcükler türetme yeteneği çok gelişmiştir. Başka dillerde ancak yeni sözcüklerle verilebilen anlamlar, dilimizde yapım ve çekim ekleriyle tek sözcük içinde verilebilmekte, böylece o tek sözcük tam bir cümle olabilmektedir. Örnekler: Türkçe birkaç sözcüğü, Arapça ifadesiyle karşılaştıralım: Karşılaşmadan: Min kabli en telkavhu. Yazmamalıydı: Ma kane yecibu aleyhi en yektube. Gidemeyecekmişsiniz: Len tetemekkene min ezzehab. Bu örnekler, aldıkları tek yanlı eğitim nedeniyle yeterince bilmedikleri Türkçeye önyargılı yaklaşanların dilimizin kapasitesinin farkına varmaları, gücünü ve hakkını teslim etmeleri içindir. (Bu konuda Ali Şir Nevai yöntemiyle yaptığımız bir karşılaştırmayı da okurlarımıza sunacağız.)
I. DİL, GÖREVİ VE DİLİMİZİN ÖZELLİKLERİ
a. Dil nedir: İnsanların, duygularını, düşüncelerini bildirmek için sözcükler ya da işaretler aracılığıyla yaptıkları anlaşma, öteki kişilerle iletişim kurmanın en önemli yöntemidir. Yeryüzünde 3000’e yakın dil konuşulmaktadır, bunlardan 118’i devlet dilidir. 1980’lerde UNESCO tarafından hazırlanan bir raporda Türkçenin konuşan sayısı bakımından dünyanın beşinci büyük dili olduğu açıklanmıştır. Her dil, başka dillere sözcük verir ve başka dillerden de sözcük alır. Millet olarak yaşadığımız alanın genişliği nedeniyle dilimizden başka dillere de çok sayıda sözcük geçmiştir. Örnek: Sümerce ile Türkçe arasında ortak 168 kelime vardır. Günümüzde ise Çincede 300, Farsçada yaklaşık 3000, Urducada 227, Arapçada yaklaşık 2.000, Rusçada yaklaşık 2.500 olmak üzere çok sayıda Türkçe sözcük kullanılmaktadır.
b. Dilin oluşumu: Dillerin nasıl oluştuğu konusunda birçok görüş öne sürülmüştür. Kimi bilim insanlarına göre dillerin ilk sözcükleri doğadaki seslerin dile yansıması yoluyla ortaya çıkmıştır. Mırıl mırıl, şırıl şırıl, gürül gürül gibi. Buna yansıma kuramı adı verilir. Diğer bir görüş ise dilleri var eden sözcüklerin rastlantı ile yüzyıllar içinde ortaya çıktığıdır. Masa, toprak, gök gibi. Dillerde her iki görüşü de destekleyecek örnekler vardır. Ancak bu konuda Kur’an’ın da şöyle bir açıklaması vardır: ‘Ve (Allah) İnsana tüm adları öğretti.’ (Bakara 2/31). Bu açıklamaya göre insana bu bilgi yaratılırken verildi; dillerin kökeni tektir, sonraki yüzyıllarda da insanların topluluklar olarak birbirinden uzaklaşması sonucu yeni diller oluşmuş olmalıdır.
c. Dilin görevi: Her dil, onu kullanan toplumun maddi-manevi değerlerini, evrene ve hayata bakış açısını ortaya koyar; kişinin düşünebilme, kendisini anlatabilme, iletişim kurabilme, başka kimselerle anlaşabilmesini sağlar. Aynı dili konuşan insanların ortak değerlerle birbirine bağlanması kolaylaşır, işte bu bağlar da milleti oluşturur. Bireyin toplumsallaşmasında ve toplumsal bilincin oluşmasında dil, geri kalan her ögeden daha önemlidir. Bu nedenle korunması, geliştirilmesi son derece önemlidir. Çünkü milletler, dil yoluyla kendi kültür ve medeniyet miraslarını sonraki kuşaklara aktarabilmektedirler.
II. DİLİMİZ KONUSUNDAKİ YANLIŞ TUTUMLAR
Yüzyıllardır toplumumuzun konuşup anlaştığı dil yerine, ‘yazılı-sözlü anlatım, bilim ve edebiyat’ için Türkçeden başka dil kullananlar, Türk Milletinin dilini ve kültürünü işgal ve sömürüye açık duruma getirmişlerdir. Öyle ki Türkçemiz bu büyük yanlışın sonucu olarak çok sık bitkisel hayata girmiş, -kullananların bilgisizliği nedeniyle- gönüllü dil sömürüsü yaşamak zorunda kalmıştır. Bu yanlışları dönemsel olarak aşağıdaki başlıklar altında ele alacağız.
İslam öncesi: Dilimiz konusunda İslam öncesi dönemde yapılan en önemli yanlış, -Türkçenin bir Göktürk alfabesi olduğu halde- kültür havzasına girilen bölge ve toplumun alfabesinin kabulü olmuştur. Bu yanlış sonucu, aynı dili konuşan milletimiz, farklı alfabelerle ortaya koydukları yazılı metinleri okuyup birbirini anlama konusunda ortak paydada buluşamamıştır. Tarih boyunca milletimiz Göktürk alfabesi dışında, Orhun, Yenisey, Kırgız, Uygur, Brahmi, Mani, Soğut (Sogd), Tibet, Süryani, İbrani… alfabelerini kullanmıştır. Her alfabe değişikliği hem önceki kültürel birikimle hem de milletimizden başka alfabeler kullananlarla konuşup anlaşma sorunu ortaya çıkarmıştır.
İslam sonrası: 10. yüzyıl sonrasında İslamiyet’i kabul etmesiyle birlikte milletimizin dil kullanımında değişiklikler oluşmuş, bu dönemle birlikte bilim dili olarak Arapça, edebiyat dili olarak Farsça kullanılmaya başlanmıştır. Bu yöneliş sonucunda dilimize Arapça ve Farsçadan çok sayıda sözcük ve kavram girmiştir. Bununla birlikte özellikle Karahanlılar döneminde (932-1212) dil ve edebiyatımız açısından çok değerli eserler olan Kutadgu Bilig, Divanü Lügati’t-Türk ve Atabetü’l-Hakayık adlı eserler de yazılmıştır.
İslam sonrası dönem için örnekler: İslam sonrasında milletimiz, dil konusunda daha önceden kabul ettirilmiş görüşler nedeniyle ‘din ve bilim dili’ olarak Arapçanın kabul edildiği bir ortam içine girdiler. Bu nedenle bir Türk olan Maturidi’nin tefsirini Türkler yazıldığı dilden okuyamıyor ancak Arapça yazdığı için Araplar okuyor. Bir Türk olan Zemahşerî’nin tefsirini Türkler yazıldığı dilden okuyamıyor ancak Arapça yazdığı için Araplar okuyor. Bir Türk olan Mevlana’nın Mesnevi’sini Türkler yazıldığı dilden okuyamıyor ancak Farsça yazdığı için Farisiler okuyor. Bir Türk devleti olan Samaniler, ilk Kur’an çevirisini Taberî tefsirinin özet çevirisiyle birlikte Türkçeye değil Farsçaya çevirtiyorlar. Bir Türk devleti olan Gaznelilerin hükümdarı Gazneli Mahmud’un isteğiyle Firdevsî, Farisilerin efsanevi tarihini anlatan, İran-Turan savaşlarını anlatırken de İran yanlısı, Türk karşıtı anlatımlar içeren 60.000 beyit civarındaki Farsça Şehnameyi yazdırıyor. Gazneli Mahmut, Türk tarihi için Türk şehnamesini yazdırmıyor. İranlılar, bugün bu kitapla başka toplumlara karşı övünürler ancak Türkler bir Türk olan Gazneli Mahmud’un Türk tarihinin şehnamesini yazdırmadığı için ancak üzülürler. Halkın kullandığı 8000 sözcüğü atasözü ve beyitler eşliğinde derleyen Kaşgarlı Mahmud’un 11. yy. da hazırladığı Divan-ı Lügatit-Türk adlı ilk ve en önemli sözlüğümüz dahi Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla Arapça yazılmıştır. Bir Türk bu kitabı da yazıldığı dilden okuyamaz. (Bu kitap bir amaç doğrultusunda yazıldığından dilinin Arapça olması bir ölçüde anlaşılabilir.) Türkler söz konusu kitapları yazıldığı dilden okuyabilmek için Arapça ve Farsça öğrenmek zorunda kalmaktadırlar. Selçuklu Türklerinin sarayında bazı sultanların adları İran kahramanlarının adları olduğu gibi resmi dil de Farsça idi ki bu büyük bir yanlıştır. Farisilerden, Türk kahramanlarının adlarını hükümdar çocuklarına koyan var mıdır acaba? 13. yy. sonlarında Selçuklu Sultanı III. Alâeddin (ö. 1303), kendisine eşsiz güzellikte Türkçe kasideler sunan Horasanlı Hoca Dehhânî’den, Farsça bir Selçuklu Şehnamesi yazmasını istemiştir. Sultan, Selçuklu Türklerinin Şehnamesinin yazılmasını istemiş ama Farsça. Acaba Farslar ya da Araplar, kendi şehnamelerinin Türkçe yazılmasını isterler miydi ya da böyle bir istek karşısında ne derlerdi? ‘Bir Farsa Türkçe mi? Bir Arab’a Türkçe mi?’ demezler miydi? Kendi döneminde Ahmet Yesevi’nin kınadığı gibi, bir dönemde Türk yazarlar, Farisilerin etkisiyle Türkçeyi yetersiz, Farsçayı zengin görüyorlardı. Türkçenin bayraktarı Ali Şir Nevai de kendi çağındaki Farsça özentisini en sert şekilde eleştirerek Muhakemetü’l-Lügateyn’de şöyle demektedir: ‘"... Fars dili yüksek ve derin konuları anlatmada yetersizdir. Çünkü Türkçenin oluşumunda ve konularında pek çok incelik, özgünlük vardır. İnce farklar, en uçucu kavramlar için bile kelimeler yaratılmıştır ki bilgili kimseler tarafından açıklanmazsa kolay anlaşılamaz.’ Nevaî, her iddiasını örneklerle kanıtlamıştır. Türkçenin zenginliğini anlamayan kimileri de Zemahşerî gibi bilgin Türklerin, Arapçayla ilgili çalışmalarından övgüyle söz ederek ‘Türkler, Araplara Arapçayı öğretti.’ demektedirler. Biz ise diyoruz ki: ‘Keşke Türkler, Türkçe için çalışsalar, başkalarına da Türklere de Türkçeyi öğretseler, Türk dilini bilim, edebiyat, felsefe dili olarak geliştirselerdi.’
Yukarıdaki özet bilgilerle birlikte yüzyıllarca Avrupa’dan Asya’ya büyük bir coğrafyayı yönetmiş bir milletin soyu olarak bugün avuçlarımıza bakıyor: ‘Dilimiz adına bize onlardan ne kalmış?’ diye soruyoruz. Yüzlerce yıl hüküm süren Türk devletleri sonrasında Ali Şir Nevaî, Fuzulî, Ahmed Yesevî, Hoca Dehhanî, Yunus gibi birkaç kişi de olmasaydı ‘Türk dili için hiçbir şey’ demek zorunda kalacaktık. Bu olumsuz koşullar altında Türkçe köklü ve güçlü bir dil olduğu için yüzyıllar boyu uğradığı her türlü ihmal ve ihanete rağmen yaşamını ve varlığını kendi kendine sürdürmüştür. Bu bile Türkçenin ne kadar güçlü bir dil olduğunu tek başına ortaya koyan bir kanıttır.
Batı modernleşmesi sonrası: Dilimiz, Tanzimat’la birlikte ‘medeniyet dili’ denilerek önce Fransızcanın, 1950’lerden sonra da ‘dünya dili’ iddiasıyla İngilizcenin sömürgen saldırısı karşısında kalmıştır. Bu yanlış anlayış sonucu çocuklara ana sınıflarından başlayan -hastalık boyutundaki- yabancı dil öğretme çabası, çocukların milli kültürden kopmalarının en önemli etkenidir. Tüm eğitimini yabancı dille alan çocuklar, ‘iyi eğitimli çağdaş köleler’ olarak kültürel havzasında bulundukları kültürün hizmetkârı olmaktadırlar. Bugün dahi bu yanlışın bir sonucu olarak dilimizde karşılığı olduğu halde Fransızca-İngilizce yüzlerce sözcük, yabancı sözcük kullanmanın allamelik taslamak olduğunun farkında olmayan ‘münevver-i nakısa’ tarafından aşkla kullanılmaktadır. Sömürgen ülkelerin ‘bilim dili’, diyerek kendi dillerini yaygınlaştırmak için yaptıklarının gerçek bir emperyalizm olduğu, ‘boyunduruğundan hoşnut yüksek ücretli köleler’ tarafından ustaca örtülmektedir. Bu yanlışın ağır faturasını, torunlarıyla ancak İngilizce konuşursa anlaşabilen Hintlilerde görmek mümkündür.
Yabancı dil hastalığı: Yabancı dil bilmek önemlidir ancak hastalık düzeyine çıkarılmamalıdır. Asıl olan kendi dilimizin gelişmesi, zenginleşmesi ve kullanılmasıdır. Artık birilerinin yabancı dillerin her sözcüğüne -sanki dilimizde o anlamları karşılayacak sözcükler yokmuş gibi- derin anlamlar yükleme hastalığından kurtulup konuştuğumuz dili iyi öğrenmemiz gerektiğini açıkça söylemesi gerekiyor. Böyle düşünenlerin çoğu ya dilimizi yeterli oranda bilmemektedir ya da bizden değildir. Bu nedenle artık birilerinin çağdaş ve gelişmiş olmak için İngilizce veya Fransızca yazmak veya konuşmak ya da onların kültür ve medeniyet dairesine girmek gerekmediğini daha yüksek bir sesle söylemesi gerekiyor. Artık birilerinin ‘din dili’ veya ‘bilim dili’ diyerek bazı dilleri kutsamasının ve değerli çalışmaların bu dillerde yapılmasını sağlamalarının bir tür kültür emperyalizmi olduğunu da yüksek sesle söylemesi gerekiyor. Din dili de hukuk dili de bilim dili de Türkçe olmalıdır. Bu mümkündür, gereklidir hatta ulusal varlığımız için zorunludur.
Cumhuriyet sonrası: Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte milletimiz Türkiye’de Arap alfabesi yerine Latin alfabesine geçerek yeni bir kültürel sıfırlanma yaşamak zorunda kalmıştır. Türkiye dışında özellikle Sovyetler Birliği sınırları içinde görece özerk olan Türk toplumlarına da -bilinçli olarak- farklı Kril alfabeleri kabul ettirilerek birbirinin yazdığını anlayamayacak hale getirilmiştir. Bu dönemle birlikte Türk toplumları Arap alfabesi dışında, Latin ve (Yunan alfabesinden geliştirilmiş Rus alfabesi olan) Kril alfabeleri kullanmışlardır. Son yıllarda alfabe birliği sağlamaya yönelik çalışmalarda önemli sonuçlara varılmıştır. Ancak şu durumun birkaç dakika düşlenmesini öneriyoruz: Milletimize ait Göktürk alfabesinin o günden bugüne hiç değiştirilmeden tüm Türk boylarının yazılı metinleri için kullanıldığını ve farklı coğrafyalardaki tüm metinlerin aynı ortak alfabeyle yazıldığını birkaç dakika düşleyelim. Ortaya ne büyük bir kültürel birikim çıkardı, hayali cihan değer. İşte bugün, hayali cihan değen tüm bu birikim, farklı toplumların alfabe veya dilleriyle yazılmıştır; aynı yanlış bugün de farklı dillerde sürdürülmektedir. Gelişmişlik için Batı’nın kullandığı alfabeyi halkımıza sormadan bize dayatanların, Çin, Japon vb. toplumların alfabelerini ve geleneklerini değiştirmeden nasıl geliştiklerinin açıklamasını bize yapmalıdırlar. Türkçemiz için dil devrimi gerekli ancak harf devrimi gerekli değildi.
Cumhuriyet sonrasında dille ilgili çalışmalar: Dilimizde kullanılan yaklaşık 160 kadar yapım ekiyle Türkçe köklerden yeni sözcükler türetilmiştir. Kullanmakta olduğumuz ‘etki, katkı, gözlem, yetki, sorumlu, toplum, önem, konu, yüzey, kazı, uzay, eylem, örgüt, konut, sınav, öğretmen, öğrenci, taşıt, doruk, sıvı, konuk, sorun, özel, özgü…’ gibi sözcükler bu çabanın ürünüdür. Cumhuriyet’in başında yazı dilinde kullanılan Türkçe sözcük %30’lar dolayındayken bu çabalar sonunda bugün bu oran %75 dolaylarındadır. Ancak bu gerekli ve değerli çaba, birtakım yanlışlar sonucu gerektiği gibi ilerleyememiştir.
Cumhuriyet sonrası Öz Türkçecilik yanlışı: Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra yapılan ‘öz Türkçecilik’ yanlışı, daha sonra dille ilgili gerekli çalışmaların yapılmasında en büyük engel olmuştur. Ancak artık bu korkunun ötesine geçip halkımızın bulamadığı anlamlar için yabancı dillerden alarak kullanmaya başladığı sözcükler yerine kendi dilimizden kullanımda olan kök ve eklerle dil zevkimize uygun sözcükler türetip kullanıma sunulması zorunludur. Çünkü bugün Türkçemiz Batı’dan gelen yoğun bir saldırıyla da yüz yüzedir.
Söz edilen bu süreçler boyunca, kimilerinin ‘edebiyat dili, din dili, bilim dili, medeniyet dili, dünya dili’ diyerek halkımızın konuşup, okuyup, anladığı dilimizden başka dilleri kullanıp yaygınlaştırmaları, yaşanmakta olan ‘yabancı hayranlığı ve ardından beyin göçü’ başta olmak üzere daha büyük yanlışların temeli olmuştur. Bu nedenle artık yabancı sözcüklere kutsal veya derin anlamlar yükleme hastalığından kurtularak konuştuğumuz dili iyi öğrenmemiz, dilimize emek vermemiz, dinimizi kendi dilimizle öğrenmemiz ve bilimsel, edebi, felsefi her türlü çalışmamızı kendi dilimizle ortaya koymamız gerekmektedir. Artık birilerinin ‘çağdaş, gelişmiş, medeni, kültürlü, aydın’ olmak için yabancıların kültür ve medeniyet dairesine girmek gerekmediğini daha yüksek bir sesle söylemesi gerekmektedir. Artık birilerinin din dili veya bilim dili diyerek kendi dilleri dışındaki dilleri yok saymasının ve değerli çalışmaların muhakkak kendi dillerinde yapılmasını sağlamalarının bir kültür emperyalizmi olduğunu da yüksek sesle söylemesi gerekmektedir.
III. DİLİMİZİ GELİŞTİRME VE DOĞRU KULLANMANIN YÖNTEMLERİ
Dilimizin kullanımında: a. Sözcüklerin seslendirilmesi, b. Yazılması, c. Gerekli sözcüklerin dilin yapı ve işleyişine uygun yerde kullanılması, d. Yabancı dil takıntısının tutkuya dönüşmesi, e. Bilim dallarına ait kavramların türetilmemesi, f. Sözcük dağarcığındaki daralma nedeniyle anlatımın kısırlaşması gibi önemli sorunlar vardır. Bu konuda devletin, dil uzmanlarının, eğitimcilerin ve toplumumuzun yapması gereken sorumlulukları vardır. Şöyle ki:
Devletin yapması gerekenler: Ülkemizin bir dil politikası belirlemesi gerekiyor ve bu politikanın yasal yaptırımı olması gereklidir. Çünkü bir ülke, dili oranında güçlü olur. Devlet, dilin korunması ve geliştirilmesi için Türk Dil Kurumunu güçlü ve etkili kılmalıdır. Bunun için bu kurumun çalışma alanı genişletilmeli ve yetkisi artırılmalıdır. Devlet, dilin korunması ve gelecek nesillere aktarılması için uzun vadeli stratejiler geliştirmelidir.
Devlet, eğitim dili yasası çıkarmalıdır. Eğitim dilinin Türkçe olması bir zorunluluk olmalıdır. Yabancı dil, eğitim dili olmamalı; yabancı dil olarak öğretilmelidir. Çünkü yabancı dil, takvim gibi kendi kültürünü de getirir. (Not: İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan ve İngiliz kültürleri bütün dünya dillerini etkilemeye başladı. 1950’lerden sonra Türkiye’de de bu etkinin sonucu olarak İngilizce ile öğretime başlandı. İngilizcenin artan etkisine karşı koymak için Fransızlar dillerini korumak amaçlı yasa çıkarmışlardır. Almanlar da bu konuda son derece titizdirler.) Ülkemizde ise -ne yazık ki- yabancı dil öğrenme düşüncesi, zamanla yabancı dille eğitim-öğretime dönüştü ve yaygınlaştı. Gereksinim duyulan alanlarda yabancı dil bilmek önemli ve gerekli ancak yabancı dille eğitim-öğretim yanlıştır. Matematiği, fiziği, kimyayı, dini, tıbbı yabancı dille öğretmek ancak o dillin konuşulduğu ülkelere teknik köleler yetiştirme süreci olmuştur. Bu yanlıştan dönülmeli, hazırlık sınıfı diyerek bu ülkenin gençliğine ve başka ülkelerden ülkemize gelenlere ‘İngilizce’ öğretilmesi, bu dili kullananların sömürüsünü yaygınlaştırmaktadır.
Devlet, medyanın Türkçeyi en iyi ve doğru biçimde kullanmasını sağlanmalı, dil konusunda, televizyon ve radyolara program yapma görevi verilmelidir. Bu konulardaki yanlışları azaltmak için dil bilimcilerin ve alan uzmanlarının bu amaca yönelik çalışmaları, medya yoluyla tüm toplumla paylaşılmalıdır. Haber metinlerinde ve medya paylaşımlarında da dilin doğru kullanımı sağlanmalıdır. Gündelik programlarda yerel dil ve seslendirmeler yerine, ortak dil kullanılmasına önem verilmelidir. Basın ve yayınla ilgili tüm kuruluşlara ‘konuşma, yazma, noktalama’ gibi konularda ilkeler getirilmelidir. Medyanın yerel konuşmaları, yanlış seslendirmeleri ve argoyu yaygınlaştırmasının önüne geçilmelidir. Devletin dil politikasına uygun olmayan yayınlar için yaptırımlar olmalıdır.
Devlet ve dil konusunun öneminin bilincinde olan STK’ler, dili güzel kullananları ödüllendirmelidir. Dilin bayraktarları olan şairler, sanatçılar, yazarlar, dil bilimcileri, dil zenginliğine katkı sağlayacak eserler üretmeleri için desteklenmelidirler. Böylece edebiyat ve sanat yoluyla dilin gelişmesine katkı verilmiş olur.
Devlet kurumlarında ve özel tüm işyerlerinde Türkçe sözcükler zorunlu olmalı, kullanılan sözcüklerin Türkçesi yaygınlaştırılmalıdır. Türkçe ad kullanan iş yerlerine vergi indirimi, yabancı ad kullanan iş yerlerine ek vergi getirilmelidir.
Dil uzmanlarının yapması gerekenler: Dil ülke gibidir. Ülke korunması için nasıl asker hazırlanıyor ve en iyi silahlar üretiliyorsa dilin de doğru türetilmiş sözcüklere gereksinimi vardır. Bu yapılmazsa yabancı sözcükler zorunlu olarak kullanılacaktır. Bir dönem yapılan yanlışlar sonucu, bugün sözcük türetme çalışmasına soğuk bakılmakta; bu durum da dilin kısırlaşmasına ve yabancı sözcüklerin dilimize sel gibi dolmasına neden olmaktadır. Bu işin doğrusu yapılmalı, yeni ortaya çıkan teknoloji, bilim ve kültür kavramları için dil zevkine uygun olarak Türkçe köklerden ve kullanılan eklerden yeni sözcükler türetilmelidir. Günlük konuşma ve yazı diline yerleşme eğilimi gösteren yabancı sözcüklerin Türkçe karşılığı da hemen türetilmeli ve bunların kullanımı yaygınlaştırılmalıdır.
Dil kullanım yanlışlarını azaltmak için dil bilimcilerin ve alan uzmanlarının çalışmalarının tüm toplumla paylaşılmasına önem verilmelidir. Dilin doğru kullanımını destekleyecek şekilde dil kurallarının zaman zaman gözden geçirilmesi ve güncellenmesi yapılmalıdır. Dil uzmanlarınca bilimsel kavramların oluşturulması da gereklidir.
Teologlar, hukukçular, sağlıkçıların kullandıkları başta olmak üzere tüm bilim dallarında kullanılan kavram ve sözcüklerin Türkçeleştirilmesi için çalışılmalıdır. Bilim ve teknoloji dilinde gereksinim duyulan yeni sözcüklerin türetilmesi sürdürülmeli, türetilen sözcükler özellikle okullarda kullanılan kitaplar ve medya yoluyla yaygınlaştırılmalıdır. Bu değerli ve önemli hizmet, Türkçemizin bilim dili olma gücünü de artıracaktır
*Eğitimcilerin yapması gerekenler: Eğitimciler dil çalışmalarını desteklemelidirler. Türk dilinin doğru kullanımı için çalışmalar yapan dil bilimcilerin çalışmaları, eğitimciler tarafından desteklenmelidir. Bunun için özellikle ders kitaplarının hazırlanmasında titizlik gösterilmelidir. Okullarda öğrencilere ‘okuma, yazma, konuşma, anlatma’ amaçları doğrultusunda daha yoğun bir Türkçe-edebiyat eğitimi verilmelidir. Dil bilgisi, yazım yanlışları, anlam ve anlatım bozuklukları konusunda çalışmalar yapılmalıdır. Okullarda ezber bilgilerden çok Türkçeyi doğru kullanmayı sağlayacak okuma-yazma çalışmalarına ağırlık verilmelidir.
Toplumun yapması gerekenler: Toplumumuz, Türkçede karşılığı olan sözcüklerin yabancısını kullanmama konusunda titizlenmelidir. İş yeri adından, tanıtım yöntemlerine dek Türkçeyi kullanmalıdır. Halkımız, yazı dilinde de yabancı sözcüklerden olabildiğince uzak durmaya çalışılmalıdır. Konuşma ve yazı diline yerleşme eğilimi gösteren sözcüklerin Türkçe karşılığını öğrenerek kullanmaya önem vermelidir.
* 5 ana başlıktan oluşan yazımızın ana ve ara bölümlerinden bir kısmı çıkarılmıştır.
Büyük Direnişci Cevher Dudayev
22.04.2025
Mustafa Ökkeş Evren ile Derkenar..
20.04.2025
Ankara'da 525 torbacı yakalandı
17.04.2025
İmamoğlu gösterilerinde 172 kişi tutuklandı
26.03.2025
Güven ve Adalet Toplumu |HAMZA ER
28.03.2025
UMRAN SORUYOR: DÜNYA NEREYE GİDİYOR?
29.03.2025
Sorular YUSUF YAVUZYILMAZ 19.04.2025
Bir Umreden Arda Kalan AHMET GÜRBÜZ 18.04.2025
Çağdaş Sorunlar ve Entelektüel… ABDULAZİZ TANTİK 18.04.2025
Şah Kalender Veli ORHAN GÖKTAŞ 19.04.2025