metrika yandex
  • $32.46
  • 34.71
  • GA18240

Haberler / Yazı Dizisi

Felsefe Üzerine Düşünceler - 8 / Yusuf YAVUZYILMAZ

15.10.2022

Feyerabend, bilimselliğin otoritesine karşı kültürel çeşitliliği savunan bir anarşist bilgi kuramcısı. Ona göre Batının bilimsel anlayışı tek tip bir anlayışa dayanır ve yerelliği ortadan kaldırır. Bir anlamda bilimi hakikatin tek kaynağı olarak göstererek bilimsel bir faşizm yaratır. Batı bu hegemonyasını akıl ve nesnellik kavramlarıyla temellendirmeye çalışır. Öyle anlaşılıyor ki, Feyerabend pozitivizst felsefenin sistemleştirdiği ve olgusal olanın bilimsel bilgisi dışında bütün bilgileri reddeden tek tip bilim anlayışına karşı savaş açmıştır.

Paul Feyerabend - Turkcewiki.org
Paul Feyerabend

...

Özgürlük tanımlaması medeniyetler arasında farklılık gösteriyor.
Batı medeni yerinde özgürlük hümanizm ve rasyonalizm üzerinden yürüyor. Ana formül " Ne Tanrı ne efendi " formülüdür. İslam medeniyetinden ise özgürlük dünyaya ve nefsine aşırı güven yerine Allah'a kul olmaktır. Çünkü hakiki değer odur. Bir medeniyetten kulluk, kölelik ve yabancılaşma olarak tanımlanırken; diğerinde özgürlük olarak tanımlanıyor. Bir konuyu temellendirirken hangi kavramsal sistemi kullandığınız hayati derecede önemlidir. Özgürlük derken bireycilik, rasyonalizm, hümanizm ve sekülarizm gibi parametreleri mi kullanıyorsunuz, yoksa Allah'a kul olmayı mı?

... 

Akla şöyle bir sorunun gelmesi kaçınılmazdır. "Peki, insanlığın vahiy dışında ürettiği birikim tümden anlamsız mıdır? Hayır. Elbette tüm insanlarda doğuştan iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, adalete dönük bir öz vardır. Bilimsel olarak fenomenler dünyasının araştırılmasıyla ilgili alanlarda insanlığın birikimi reddedilemeyecek bir külliyat oluşturmuştur. Sorun ahlak alanında insan aklının vahiyden bağımsız kalıcı bir değer üretip üretmeyeceği sorunudur. Burada önemli bir soru da şudur: “ İnsan felsefi birikimiyle ürettiği bu değerleri neye göre değerlendireceğiz? İşte bu noktada devreye vahiy girer. Müslümanlar yaşadıkları modern zamanlarda ne aklın bilgisine ne de hakikatin bilgisine sırt çevirmemelidir. Akıl vahyi aşan bir bilgi kaynağı değil, fenomenler dünyasını bildiğimiz ve bize fenomenlerin arkasında değişmez bir özün bulunduğunu gösteren kaynaktır. Kur'an'da bir de akleden kalpten bahsetmektedir. Bu da gösteriyor ki akıl ile kalbin ürettiği bilgi birleştirilmelidir. Yoksa akıl tek başına kaldığında nefsin esiri olur ve zulmün bir aracı haline gelebilir.

...

Platon'a göre hakikat ve onun bilgisi, yaşadığımız dünyaya ait değildir. Gerçeklik duyumlarla algıladığımız değerler ve varlıklar değil akılla kavradığımız değişmenin olmadığı idealar evrenine aittir. Örneğin bu dünyada gerçek güzellik, gerçek adalet, gerçek doğruluk yoktur. Güzellik arayışı, adalet arayışı ve doğruluk arayışı vardır. En güzel tasarımı, gerçek adalet, gerçek doğruluk düşüncededir. Bundan dolayı en güzel şiir, en güzel roman, en güzel şarkı yazılmamıştır. Yoksa bu arayış sona ererdi. Platon'a göre güzel kız yoktur. Çünkü onun güzelliği değişecektir. Gerçek güzellik ideasıdır. Çünkü gerçek değişmez olandır. Peki, gerçek güzelliğin nasıl farkına varacağız. İçinde yaşadığımız evrendeki geçici güzellikler bizi, bu güzelliğin arkasında değişmez bir güzellik ideası vardır düşüncesine götürmelidir.

....

Felsefe tarihinde şüphecilik veya septisizm olarak ortaya çıkan akım, şüpheyi amaç olarak kullanır. Pyrron ve Timon gibi septikler duyumlar ve aklın insanı yanılttığını, insanı doğru bilgiye götürecek hiçbir aracın bulunmadığı temelinden hareketle doğru bilgiyi reddetmişlerdir. İnsan hiçbir zaman doğru bilgiye ulaşamayacaksa yapılacak olan kesin yargılardan kaçınmaktır. 
Şüpheyi doğru bilgiye ulaşmak için bir araç olarak kullanan Descartes ise bilimsel şüpheciliğin kapısını açmıştır. Bundan dolayı onun şüpheciliğine bilimsel ya da metotik şüphecilik denir. İki şüphe anlayışı arasındaki ilk fark şüpheyi araç ya da amaç olarak kullanma anlayışıdır. İlk çağ şüphecileri şüpheyi bir amaç, Descartes ise doğru bilgiye ulaşmak için bir araç olarak kullanmıştır. 
Son dönemlerde eleştirel düşünce bağlamında şüphecilik yüceltilmektedir. Şüphe ancak Descartes bağlamında kullanılabilecek bir araç olarak benimsenebilir. Kur'an ey iman edenler" diye seslenir,"ey şüphe içinde olanlar" demez. şüphe ancak gerçeği aramada bir yöntem olarak benimsenebilir. Gazali'de şüpheyi bu bağlamda kullanmıştır. Kuşkusuz şüpheyi doğru bilgiye ulaşma bakımından araç olarak kullanma konusunda Gazali Descartes'i öncelemektedir. Ayrıca eleştirel düşünce ile şüpheyi bir yaşam biçimi olarak kabul eden şüphecilik arasında birebir örtüşme yoktur. Eleştirel düşünce gerçeğin olduğunu düşünür ve ön yargılarla savaşır. Şüpheyi yaşam biçimi olarak gören anlayış içinse doğru bilgi ve gerçeklik yoktur. Sofistlerin öncelediği ilk çağ kuşkuculuğu, insanın kesin hükümlerden kaçınması, bir anlamda hükmü askıda bırakmasının en doğru tavır olacağını savunuyorlardı.  Kuşkusuz bu anlayışla bilim üretmenin imkanı yoktu.

...

Batı dünyasında Sipinoza'nın öncülüğünü yaptığı panteizm akımı yeniden gündeme geldi. İbn Arabi'nin "Vahdet-i Vücut"(varlığın birliği) anlayışının Spinoza panteizmini derinden etkilediği biliniyor. Ancak Vahdet-i Vücut ile Pantezim arasında önemli fark var. Panteizme göre Tanrı ve evren eşdeğerdir, yani Tanrı evrene içkindir ve onu aşan bir yönü yoktur. Panteizmde varlığa aşkın yaratıcı bir tanrı anlayışı yoktur. Oysa Vahdet-i Vücuda göre varlık tümüyle Tanrıya bağlıdır,Tanrı olmaksızın varlıktan bahsedilemez. Varlık alemi Tanrının kendini açtığı bir alandır. Varlığını Tanrıdan alır ve kendi başına ontolojik bir gerçekliği yoktur. Panteizm bir anlamda Tanrıyı varlığın içine çekerek, yaratıcı ve aşkın yönünü yok etmiştir.

Baruch Spinoza - Turkcewiki.org

Baruch Spinoza

...

İbn-i Haldun iktidarın değişmesini yükselen yeni toplumsal güçlere bağlar. Ona göre iktidar zenginleştikçe, harcamaları artar,zevk ve sefaya dalar, harcamaları karşılamak için ek vergiler koymak zorunda kalır. Halkın hoşnutsuzluğunu önlemek için güvenlik tedbirleri alır. Bu durumda İktidar iki yolla değişir: Ya dışarıdan istila ya da yeni toplumsal güçlerin ortaya çıkması. Ancak iktidar dini motivasyona dayanarak iktidarını bir süre daha devam ettirebilir.

...

Bilimsel ve felsefi gelişme ile demokrasi ve otoriter yönetimler arasında keskin bir bağ kurulabilir mi? İslam bilim ve felsefesinin zirve yaptığı 8-13. yüzyıllar arası siyasal anlamda otoriter yönetimlerin olduğu dönemdir. Bu dönemin başlangıcı olan Maviye dönemi, Tek Parti döneminden bile geri bir noktadadır. Ama bu dönemde Ebu Hanife gibi dev bir isim yetişmiştir. Daha sonraki dönemler de böyledir. O halde bilim ve felsefenin gelişimi ile demokratik yönetimler arasında kurulan ilişki yeniden gözden geçirilmelidir.

Devam edecek...

Yorum Ekle
Yorumlar
Henüz Yorum Eklenmemiş